21| bir çift göz. kısım 2

Màu nền
Font chữ
Font size
Chiều cao dòng


0021. BÖLÜM YİRMİ BİR

— bir çift göz. kısım iki

───── Kelime | 10410 ─────

Melora, ceketinin altında kalan kol saatini son kez kontrol ettiğinde etrafında olup bitenleri izlemeye geri dönmüştü. Rüzgârın etkisiyle önüne düşen saç tutamları bağımsızlıklarını ilan edercesine dalgalanmaktaydı. Miles'la olan görüşmesinden edindiği karmaşık duygu ve düşünceleri bastırmak genç kadın için pek kolay olmamıştı. Açık havaya çıkmasının ardından insanların içine karışmasıyla az da olsa dikkatini başka şeylere çekebilmişti. Bu sayede biraz daha dinginleşmişti zihni.

Kendini toparlamakla uğraşırken o sırada telefonuna, Sherlock'tan gelen sayısını bilemediği mesajlardan bir yenisini almıştı. Eski erkek arkadaşının olayından dolayı tamamen aklından uçup gitmiş olan davayı, adam sayesinde tekrardan geri hatırlamıştı. Mesajdaki, atılan son konum bakıp bulunduğu yerden fazla uzak olmamasına sevinirken taksi yerine yola yaya olarak devam etmeye karar kılmıştı.

Uzun sürmeyen yolculuğun ardından konumda bahsi geçen Çin mahallesine varmıştı genç kadın. Sherlock ve Sherard'ın henüz gelmemişti ve Melora, bu durumu kendi için fırsata çevirmekte oldukça kararlıydı. Etrafı inceleyerek, boşa geçecek vaktini, verimli geçen vakitlere çevirdi. Çeşitli insanlara denk gelmiş, bazılarının sohbetlerine kulak misafirliği yapmıştı. Fakat ilgilenmediği konulara kayınca sohbetler bu fikirden vazgeçmişti.

Gözüne çarpan bazı tezgahlarla ilgilenirken Melora, kokularıyla sokağı baştan aşağı sarmalayan çeşitli bitkilerle baharatların satıldığı tezgâha da denk düşmüştü. Mutfak alışverişleri söz konusu olduğunda kendini kaybedebiliyordu genç kadın ve bu yüzden, tezgâhın önünden geçerken tüm malzemeleri görmezden gelmeye çalıştı. Fakat aklına Bayan Hudson üşüştüğünde adımlarını geriye çekiştirmişti. Yaşlı kadının hoşuna gidecek bazı bitkiler ve baharatlar satın alırken Sherlock içinde iyi gelebilecek şeyleri alışverişine ekledi. Sherlock'la bu şey için bir kez daha çatışacaktı ve kim bilir adamın intikamı nasıl olacaktı ama tüm bu uğraşına değeceğine inanıyordu Melora.

Aldıklarını küçük sırt çantasına zor bela sıkıştırırken, yoluna kaldığı yerden devam etti. İki adamında arayışı ve bekleyişi olmaması adına, durması gereken asıl konumuna doğru yönelmişti. Sokaklar kalabalık olmasa da bazı noktalarda insan yoğunluğu vardı. Çok fazla içerisine karışmamaya çalışarak, bazen yolu uzatmayı göze alıp çevrelerinden dolanıyordu. İlerlemekte olduğu sokağın başında, saatlerdir görüşmemiş olduğu iki yakınını gördüğünde tekrar keyiflenmişti genç kadın.

Elaları hızlıca adamların üzerlerini yoklarken, her ikisini de bıraktığı gibi bulduğu için mutluydu. Tek başlarına kaldıkları bu süreçte, birbirlerini öldürme tarzında işlere karışmamışlardı. Her iki adamında birbirleriyle ne kadar iyi ve tatlı(!) anlaştıklarını çok iyi biliyordu. Ne kadar her ikisini son gördüğü gibi bulsa da Melora, Sherlock'un hali için artık fazlasıyla tedirgindi. Hastalık, Sherlock'u daha da solgunlaştırmış görünüyordu. Adamın ateşi tekrardan yükselmiş olmalıydı ki, paltosunun altındaki omuzlarını kasarak üşümesini engellemeye çalışıyordu.

"Oh, güzel, işte buradasın..." Melora'yı fark eden ilk kişi olarak Sherard, kadın için geniş ve sıcak bir gülümseme sunmuştu. Yollarının ortasında buluşmak için birbirlerine doğru adımlar atarken, yeşillerini bir saniyeliğine Londra'nın çok bulutlu gri gökyüzüne dikti ve Tanrı'ya teşekkür dileklerini iletti. Genç kadını gördüğünde her zaman mutluluk duyuyordu fakat şu anki sevinci başka bir nedendendi. Sherlock'la daha fazla uğraşamamaktaydı artık. Melora'yı kurtuluş ışığı olarak görmekteydi. Adam için elindeki tüm sabrı tüketmişti ve yeterince de iyi idare etmişti durumu sarışın dedektif. Hasta haliyle daha az Sherlockluk yapacağını düşünmekteydi yolun başında fakat Sherlock'un hasta hali, sağlıklı halini hiç de aratmıyordu. Adeta bambaşka bir çileye dönüşmüştü. "... Onunla sen baş edebilirsin."

"Her şey yolunda mı?" Sarışın adamın hayali beyaz bayrak sallayışına eğlenircesine bir tavırla yaklaşmıştı Melora. Ellerini, rüzgârdan dolayı dağılan saçlarına atarken, etrafta yokken neler olup bittiğini merak etmekteydi. Sonuçta, Sherlock sürprizlerle dolu bir adamdı ve hastayken bu sürprizler daha sık gün yüzüne çıkıyordu. Tabii, bir de günün büyük bir kısmını Sherard'la geçirmişti ki birbirlerinin arasındaki gizli rekabeti izlemekten oldukça keyif aldığını söyleyebilirdi genç kadın.

Birbirlerine attıkları adımlar sayesinde ortada kesiştiklerinde liderliği otomatik üstlenen sarışın adam, ellerinde kalan son kumarhaneye doğru yönelmişti. Rüzgârdan dolayı dağılan sarı saçlarının önlerini geriye taradı ve adımlarına eşlik etmeye başlayan genç kadına çevirdi başını. Yeşillerini, kadının beklentili elalarıyla buluşturmadan hemen önce, peşlerinden sessizliğini koruyarak gelmekte olan Sherlock'un üzerinde tutmuştu. Sherlock'a karşı bastıramadığı göz devirme isteğiyle adamı baş parmağıyla işaretledi. Anlatmaya nereden başlayacağını tam olarak bilememişti ama bir yerden konuya girmeliydi. "Arabayla gelene kadar ses kayıt cihazına sızlanıp durdu... Gelgitlerin Londra'daki suç oranlarına etkisi ile ilgili bir şeyler."

"Monografi yazmayı düşünüyorum." Paltosunun içine kendini gömmüş bir halde ikilinin sohbetine, konuşulan konudan oldukça alakasız bir konuyla dalmıştı kendini tutamayıp. Sesini hastalıktan dolayı oldukça fazla yitirmişti. Bu yüzden, kısılan sesini duyurabilmek için ekstra efor sarf ediyordu Sherlock.

"Ateşini kontrol etsen iyi olur. Sanırım halüsinasyon görmeye başladı." Sıkıntılı bir bakış paylaşmayı ihmal etmediği Melora'ya, durumun düşündüklerinden daha fazla ciddi olduğunu ses tonuyla vurgulamıştı. Normal bir zamanda olsalardı eğer, Sherlock'la ilgilenmesini istemezdi genç kadından. Düşüncesi bile hoşnutsuz ediyordu dedektifi. Fakat, Sherlock'un durumu ortadaydı ve adama ulaşabilecek tek bir kişi vardı ki o kişi de Melora'ydı. Kıskançlık yapmanın ya da Sherlock'u düşmanı olarak görmenin hiç sırası olmadığının bilincindeydi.

Bir süreliğine, Sherlock ve Melora'yı yalnız bırakmak adına yanlarından uzaklaşmıştı Sherard. Genç dedektif, Sherlock'un alakasız bir konu ile dedektifle aralarına girmiş olmasına gülüyor olsa da durumunun daha da ciddileşmiş olmasından kaynaklı huzursuzlaşmıştı. Adamı böyle görmeye alışık değildi. Enerjisini hâlâ
algılayabiliyordu ama konuşurken veya herhangi bir hamlede bulunacağı vakit zorluk çektiği de gözünden kaçmamıştı Melora'nın. Yanlış yaptığını düşünmeye başlamıştı. Ne olursa olsun Sherlock'u, evde kalıp dinlenmesi için ikna etmeliydi. Eğer evde kalmış olsaydı, Bayan Hudson'ın yardımlarıyla daha hafif geçirebilecekti hastalığını. Adamın sağlığı davalardan çokça önemliydi. Sıkılıyor olması umurunda bile değildi artık.

"Hapishane ziyaretin nasıldı? Eski tanıdığına yardımcı oldun mu?" Melora'nın, onun için takınmış olduğu endişeli ve dalgın yüz ifadesine göz devirmişti Sherlock. Sağlığı için endişeleniyorsa, gereksiz bir endişe besliyordu. İyiydi, basit küçük bir üşütmeydi, acil durumda değildi. Oldukça güzel bir davayla ilgilenmekteydi ve kafasını kurcalamayı asla bırakmayan bir adet Melorası vardı. Asıl aciliyeti sorularına cevaplar bulmaktı. Ve bu sorularından bir kısmı Melora'yla alakalıydı. Yanlarından ayrıldıktan sonra onca saat kadının neler yaptığını, olması gerektiğinden daha fazla merak ediyordu. Melora'yı, hapishaneden birinin aradığını biliyordu ve kadının duygu ayarlarıyla oynayacak kadar yakın, 'eski bir tanıdık' söz konusuydu bu işin içinde. O kişinin kim ve Melora için hangi konumda olduğunu bilmek istiyordu.

Ateşinin durumunu kontrol etmek adına adamın alnına götürmekte olduğu eli, Sherlock'un sorularını işittiğinde öylece havada asılı kalmıştı kadının. Tekrardan anımsadığı vakitler, küçük bile olsa dudağının köşesinde her daim var olan tebessümü yok etmişti. Elini adamın yüzüne götürmek yerine hızlıca kendi saçlarına attı ve konuşmadan kaçarcasına önüne döndü. "Özel bilgi."

"Ha..." Melora'nın ondan kaçmaya çalıştığını kolaylıkla fark etmişti Sherlock. Daha önce hiç yapmadığı bir şeydi kadının. Bu da Sherlock'un merakını daha da körüklemekteydi fakat üzerine gitmeyecekti. Eğer Melora konuşulmasını istemiyorsa bu konuda kadına saygı gösterebilirdi, değil mi? "Peki, Dedektif Barton üç farklı kumarhanenin adresini öğrenebildi. Trent Annunzio dün akşam ilk iki kumarhanede değildi. Bence tam zamanında geldin."

Sherard, günlerinin oldukça kısa bir özetini çıkaran Sherlock'un sesini yakından işittiğinden ikilinin yanlarına yaklaşmakta olduğunu anlamıştı. Hazır oldukları kanaatine vardı ve vakit kaybetmeden kapıyı yumruğuyla çaldı. Hızla üzerindeki ceketini düzeltirken ciddiyetle parlayan yeşillerini önünde durmakta olduğu kırmızı, parmaklıkları olan demir kapının üzerinde tutmuştu. Herhangi bir atraksiyon almayınca bir kez daha, daha şiddetli yumruklayarak kapıyı çaldı dedektif.

Kulak kabartarak içerideki sesleri yoklayacağı vakit sonunda adamın kapı çalma eylemi yanıtsız kalmamıştı. Demirliklerin ardındaki buğulu camda bir karartı oluştu. Hemen ardından da kırmızı büyük kapı, boyutuna göre ufak bir gıcırdamayla aralandı. Kapının ardından, fiziksel görünüşe bakarak Çinli olduğunu düşündükleri adam çıkmış ve üç kişiden oluşan ekibi karşılamıştı.

Baştan aşağı siyahlara bürünmüş adam, siyah takımına uygun gördüğü kravatı; kırmızının can alıcı tonundaydı. Adamın üzerindeki tek farklı renkti. Boynunda, gömleğin yakasından dolayı belli belirsiz şeklini yakalayabildikleri ejder kafasını temsil eden güzel çizilmiş dövme mevcuttu. İfadesiz yüzünü hiç bozmadan, sadece gözbebeklerini hareket ettirerek kapının önündeki adamlara ve adamların arasındaki kadına baktı.

Adamın ifadesizliğini umursamayan Sherard, işine olan ciddiyetiyle geri dönüşte bulundu. Başıyla içeriyi işaret ederken, ceketinin iç cebinden polis kimliğini çıkarmıştı. Konuyu fazla uzatmaya gerek yoktu, şimdiye kadar yeterince vakit kaybetmişlerdi. "Scotland Yard Polisi. Girebilir miyiz?"

Sherard'ın ardından, sarışın adamın eylemini takip eden Melora da kendi polis kimliğini gösterdi. Hâlâ daha mimik belirtisi göstermeyen Çinli genç adam, kimliklere bakmak için sadece gözlerini hareket ettirmişti. İlk, önündeki dedektifin kimliğini yokladı ve yazılanları gözden geçirdi. Ardından, adının Sherard olduğunu öğrendiği adamın ardındaki kadının kimliğine geçiş yaptı. Genç kadının küçük alandaki kimlik bilgilerini okumaya başladığında ise ilk defa yüzüne, belli belirsiz bir şaşkınlık ifadesinin gölgesi düşmüştü.

Dudaklarını birbirine bastıran Çinli adam, sıkıntılı sessiz bir nefes vermişti burnundan dışarı. Ne yapacağını ilk başta bilemese de bu bilinmezliğini dışarı yansıtmamakta oldukça profesyoneldi. Her zamanki gibi davranarak ifadesizliğinin ardına geçerek, kapılarının önündeki polislerin içeri geçmelerine izin tanıdı. Her biri içeri sıra halinde girerken önden ilerleyerek liderlik konumunu almıştı.

Adamın liderliği eşliğinde, ana binaya varabilmeleri için onları beklemekte olan girişteki uzun ve dar koridora ilk adımlarını atmışlardı. İlerlemekte oldukları koridorda yapabilecekleri pek bir şey yoktu, yürümek ve etrafı incelemek dışında. Fakat gözlemleyebilecekleri caziplikte herhangi bir şey bulunmamaktaydı. Ayaklı demir raflar özensizce konumlandırılmıştı ve rafların üzerleri ıvır zıvırlarla doluydu. Belli ki çok önemli eşyalar değillerdi. Tüm eşyalarla birlikte boğucu sarılıktaki kirli duvarlar, görsellik açısından hiç iç açıcı değildi.

Koridor boyunca ilgilenebileceği herhangi bir şey olmadığından, uzun sürecek koridorun sıkıcılığını atlatmak adına, saçmalıklarla dolu raflardan doğruca Melora'ya çevirdi mavilerini Sherlock. "Eski tanıdığın ile ilgili... yardımcı olabilir miyim? Belli ki düştüğü durum seni rahatsız ediyor."

"O senin sorunun değil." Göz kenarıyla, yanında yürümekte olan Sherlock'a baktı. Durmayacağını biliyordu. Sonuçta söz konusu Sherlock'tu ve adamın 'durma' kavramı biraz fazla ayarsızlıktı.

"Hayır. Ama o ve ben çok özel bir kulübün üyeleriyiz..." Genç kadının tek kaşı gelecek sözlerin devamını duymak istercesine havaya kalkarken yüzünü yavaşça adama doğru çevirmişti. Bu özel kulübün ne olduğunu merak ediyordu ve Sherlock'un karakteristik dudaklarında küçük bir tebessüm olduğunda, kendi dudaklarında da o tebessümün yansımasını bulmuştu Melora.

"... Melora Phoenix'in çare bulma rehberliği müşterileriz." Sherlock, Melora'nın dudaklarında yukarıya doğru oluşan kıvrımı gördüğünde kontrolsüz derin bir iç çekişte bulunurken; yaptığı şeyin farkına vararak hızla kendini toparladı ve cümlesini bir an önce bitirdi. "Masum olma ihtimali var mı?"

"Masum değil." Ses tonunu düz tutmak için çabalamıştı ve başarılı da olmuştu genç kadın. Yüzündeki gülümseme gün içerisinde bir kez daha kaybolurken, bakışlarını Sherlock'tan çekip önüne döndü. Koridorun sonundaki çelik koca kapının önüne gelmiş olmaları da konuşmalarına net bir nokta konmasına vesile olmuştu.

Çinli adam Sherard'ın yanından ayrılarak çelik kapıyı açma işlemine koyuldu. Sürgülü koca kapıyı, geçebilecekleri kadar açıklık sağlayabilmek için sağa doğru itti. Sherlock, konuşmadan kaçmak için önüne dönen Melora'nın üzerinde tuttu bir süre bakışlarını. Kapı, geçebilecekleri kadar aralandığında ise dedektifler için öncelik tanıdı. İçeri girmeden önce ise ilgisini çeken, kapının olduğu duvardaki duman detektörüne kısa bir bakış atmıştı.

İçeri geçmelerinin üzerinden kısa bir zaman geçmişti ve Sherard'ın emri ile, kumarhanede çalışan tüm işçiler ana odada bir araya gelmişti. Çalışanların her biri Çinliydi ve sarışın adam, geleceği görmüşçesine sıkıntılı bir nefes verdi. Yine de denemeye değer, diyerek ceketinin iç cebinden küçük not defterini ve kalemini çıkardı. Kadınlı erkekli küçük işçi grubuna bakıp, gözüne kestirdiği birini anlayabilmesi için parmağıyla işaret etti. "Burada yetkili sen misin?"

İşaretle birlikte kendisiyle konuşulduğunu anlayan adam, onunla konuşan adama anlamayarak baktı. Ardından yanındaki kişilere, yardım istercesine dönmüştü. Kendi aralarında, Sherard'ın 'Çince' olduğunu düşündüğü, kulağına garip gelen dille söz alışverişinde bulunmaya başladılar. Böyle olacağını bildiğinden sadece dudaklarını birbirine bastırdı ve grubu susturmak için elleriyle jestlerde bulundu. "Beyler, burada kim İngilizce konuşabiliyor?"

Sorusuna herhangi bir geri dönüş alamamıştı sarışın adam. En azından aralarından birinin İngilizce bilip de konuşmaya çekindiğini umarak gruptakilerinin üzerine gitmeye devam edecekti. Yüzüne boş boş bakmalarını göz ardı ederek daha tane tane sordu sorularını. Daha da kolaylık olması için jetlerini de katmıştı iletişim çabalarına.

Sherard'ın, kendi çevresinde vermekte olduğu sınava sadece seyirci olmayı tercih esen Sherlock ve Melora, her yeri rahatlıkla görebildikleri kapı eşiğinde dikilmekteydiler. Genç kadın, göğsünün üstünde bağladığı kollarıyla sessizliğini koruyarak Sherard'ın iletişim kurmak için çabaladığı grubu, gözlerini dahi kırpmadan izlemekteydi. Onları, verdikleri mimik ve jestlerle analiz etmeye çalışıyordu. Bu sırada da Sherlock, Melora'dan farksız değildi. Elleri paltosunun ceplerinde, gruptan daha çok yılların kirliliğini üzerinde tutmuş dört duvar içerisindeki her şeydeydi gözleri.

İzlediği yol yavaşça yanındaki kadına doğru gittiğinde, etrafa bakmayı kesip mavilerini tekrardan Melora'nın üzerine sabitlemişti. Akıntı hissettiği burnunu içine çekti ve Melora'nın incelemekte olduğu gruba döndü. Aralarında oluşan sessizliği bölme kararıyla, yarım kaldığını düşündüğü dakikalar öncesindeki konuyu geri açmıştı. Melora düşünce bakımından huzura ermeyeceği sürece de konuyu tamamen kapamayı düşünmüyordu Sherlock.  

"Sana masum olmadığını söyledi mi?"

Sherlock'un kısık sesi Melora'yı dalıp gittiği yerden kendine getirmişti. Derin bir nefes alıp düşmüş omuzlarını toparlarken, adamın halen daha aklında bu konunun olmasına ve pes etmeyişine elalarını devirdi. Neden bu kadar çok ilgilendiğini anlamıyordu, eğer sıkıntısını gidermek için yeni davalar arıyorsa, aramasına devam etmeliydi. Çünkü Miles'ın davası ilgisini çekmeyecek kadar basitlikteydi.

"Birkaç gece önce uyuşturucu alıp, arabayla bir kadına çarpmış. Kendinden geçtiği için bunları hatırlamıyor. Ancak bir şeyi hatırlamaman onu yapmadığın anlamına gelmez." Konunun tamamen kapatılmasını umarak Sherlock'a beyaz bayrağını sallamıştı Melora, Miles'ın olayını, kendi görüşünü de katarak, özetlediğinde.

"Yaptığı anlamına da gelmez." Melora'nın tehditkâr bakışına rağmen aralarındaki fısıltılı konuşmayı sürdürdü. İyi veya kötü, pişman olmasını sağlayacak kararlar vermesini istemiyordu. Çünkü Melora ile benzerlikler taşıyorlardı ve konular hakkında yakın düşünüyorlardı fakat Melora çok daha hassastı. Belki bu hassaslığın nedeni; geçirmiş olduğu zorlu çocukluğunun üzerinden atamadığı travmasından kaynaklıydı, belki de daha fazla duygusal düşüncelere yatkınlığının olmasıdır. Sonuçta kadınların beyin yapıları erkeklerinkinden çok daha karmaşıktı.

Sherlock'u başını iki yana sallayarak reddetti. Duygu karmaşası içerisinde olduğunu biliyordu Melora ama duygularını dinlemeyecekti bu sefer. Miles'a zamanında yeterince yardım etmişti, hatalı taraf olsa bile. Yaptıklarından sonra her zaman ders çıkaracağını umuyordu fakat tüm bunlardan sonra akıllanmamış olması tamamen adamın hatasıydı. Ciddi bir ceza aklına başına getirirdi belki. "Bu tanıdık bazı sınırları aştı. İyi niyetimi birden fazla kez istismar etti. Eğer bu şekilde dibe vuracaksa, buna izin vermeliyim."

Tekrardan boğuştuğu düşüncelere gömülen Melora, bu konu her açıldığında yaptığı gibi kaçırmıştı bakışlarını Sherlock'tan. Kadının ona anlatmadığı şeylerin olduğunun farkındaydı Sherlock. Bir şekilde zamanı geldiğinde açılacağını umuyordu ve o zamana kadar elindeki bilgilerle merakını bastırabilirdi. Sonuçta Melora'dan biraz önce oldukça önemli bilgiler almıştı.

Çinli bir grup işçiyle iletişim çabaları başarısızlığa uğrayan Sherard, sonunda pes etti. Elindeki koca bir hiçle Sherlock ve Melora'nın arasına tekrardan katılmıştı. Boşuna çıkarmış olduğunu düşündüğü not defterini geri ceketinin iç cebine sıkıştırırken onaylamazcasına başını iki yana salladı. "Burada kimse İngilizce konuşmuyor."

"Hayır, Dedektif. Bunun doğru olduğuna inanmıyorum." Sarışın dedektife ve Melora'ya kısa bir bakış attıktan sonra hızla durduğu yerden öne atıldı. Sherard'ın biraz önceki yerini alırken Sherlock, aynısını Sherard yapıp Melora'nın boşalan yanına geçmişti.

Sherlock, emin adımlarla izleyici rolünü üstlenen gruba yaklaşırken, her bir çalışan kendilerine yöneltilecek soruları bekliyordu. Fakat Sherlock onları es geçip, aşağı kata yol alan merdivenin korkuluklarının yanındaki beyaz önlüklü yaşlı adama yönelmişti.

"Sen. Yakın zamanda zeminin bu kısmıma çamaşır suyu döktün, değil mi?" Sesi otomatik olarak yüksek eski tonuna çıkarken, hızlı konuşmak yerine sözcüklerini adam için biraz daha tane tane dillendirmişti. Elleriyle, aşağı inen merdiven başındaki alana görünmez bir sınır çizdi neyden bahsettiğini daha iyi kavrayabilmesi için. Temizlik kovasından geçirmiş olduğu paspasını yerde gezdirmeyi kesen yaşlı adam, onunla iletişime geçen Sherlock'a verdi ilgisini. "İkimizde biliyoruz ki burada hademe olmadığın gibi beni de anlayabiliyorsun. Önlüğü giymiş olabilirsin, ancak el yapımı İtalyan ayakkabı giyiyorsun. Bence buranın sahibisin ve eğer öyleysen sağlayıcı ve üreticilerle iletişim kurmak durumundasın. İngilizce konuşabiliyorsun. Yani... Yakın zamanda zeminin yalnızca bu kısmına çamaşır suyu döktün. Neden döktüğünü bilmek istiyorum."

Sherlock'un tekrar ve tekrar gösterdiği alana doğru ilerledi, elindeki paspası korkuluklara yasladığında. Adam için, bahsettiği alana göz devirmiş ve Sherlock'a nazaran sadece işaret parmağıyla göstermişti alanı. "Dün gece sarhoşun birisi vardı. Oraya kustu."

Oval çerçeveli gözlüklerinin üstünden bakan ve küçük bir gülümseme veren yaşlı adamı başıyla sakince onayladı. Beklediğinden daha iyiydi İngilizcesi. Bazı kırıklıkları vardı ama anlaşamayacakları kadar değildi. Fakat doğrular göz önündeyken, hâlâ yalan söyleme peşindeydi insanlar. Burnunu çekip tekrardan hayali koca bir çember çizdi, duvarla zeminin kesiştiği noktayı içine alan. Ardından da sigara dumanından dolayı boyası koyu sarıya dönmüş kirli duvardaki döküntülere parmağının tersiyle vurmuştu Sherlock. "Bu kadar büyük bir alana mı? Ve duvarı da bastırarak kazmak zorunda kaldın? Sana o özel kokteyli servis etmeyi bırakmanı ya da dün gece burada birisinin vurulduğunu ve duvardan iki adet kan lekesini kazıdığını itiraf etmeni tavsiye ediyorum."

Sherlock'un konuşmasının ardından büyük bir sessizlik çökmüştü ortama. Sherard, dönüp Melora'ya baktığında genç kadınla kısa bir bakışma yaşadılar. Genç adam, Sherlock'un tüm bunları nasıl gördüğünü sorarcasına bakmıştı ki bu durumdan keyif almakta olan Melora, omuzlarını silkip küçük çarpık bir gülümseme sundu. Kadının, durum için bulunduğu mimik öylesine bile olsa Sherard'ın kalp ritmini bozmaya yetmişti o an.

Beklenmedik şekilde yakalanan yaşlı adam, adamın kısık mavilerine baktı. Söylediği yalan basit ve inanılırdı oysaki. Fakat, karşısındaki uzun adamı hafife almıştı. Taktir edercesine kaşlarını, yuvarlak çerçeveli gözlüklerinin ardından havaya kaldırdı. Elleri, üstündeki kirli beyaz önlüğün eteğinin bir ucunu kavrarken sükunetini bozmayarak parmaklarını tek tek temizlemeye koyulmuştu kumaş parçasıyla. Tüm söylediği sözlere rağmen yaşlı adamı konuşturamayacağını anlamıştı Sherlock. Bu, adamın patlama noktasına getirmişti. "Peki, izin verelim de buna video görüntüleri karar versin."

"Ne videosu?" Hiçbir şeyden haberi yokmuşçasına davranmayı sürdürürken adam, merakla yöneltmişti sorusunu. Sherlock'tan kısa ve net bir bakış aldığında ise sessizliğine geri gömüldü.

Gereksiz uzayan soruşturma ve soruşturmayı gereksiz uzatan bu insanlar artık sinirine çok daha fazla dokunmaya başlamıştı Sherlock'un. Özellikle yaşlı adamın, onu aptal yerine koymaya çalışması cidden hiç hoşuna gitmemişti. Durduğu duvarın önünden ayrılıp hızla barın ardındaki duvarda bulunan duman detektörünü işaret etti parmağıyla. "Şunun kaydettiği video."

"Oh, olamaz..." Biricik(!) danışman dedektiflerinin gösterdiği noktaya bakmasıyla tek eliyle yüzünü ovuşturması bir olmuştu Sherard'ın. Melora'nın yanındaki konumumdan uzaklaşarak işlerin karışmaması için atağa geçti. Usulca Sherlock'un yanına yaklaştı ve durması için elini doğrulttu. Adamın ateşten dolayı halüsinasyon gördüğü fikrinin gerçek olmadığını ummuştu ama anlaşılan yanılıyordu. "Holmes, o bir duman detektörü."

"Tam olarak bir hibachi ızgarasının üstünde mi?" Sherard'ın itirazının ardından hemen kendi itirazını getiren Melora, aralarına kaynaşarak detektörün altındakini işaretlemişti belli belirsiz. Isıya dayanıklı malzemeden yapılmış ve yanan odun kömürünü tutmak üzere tasarlanmış, üstü açık ve silindirik beyaz bir kaptı gösterdiği. Birkaç haftalığına Japonya'da yaşamıştı ve bu şeyi ilk defa oradaki bir restoranda görmüştü. Sherlock kesinlikle halüsinasyon görmüyordu. "... Hiç sanmıyorum."

"Bence o duman detektörü gibi gözüken bir güvenlik kamerası. Birkaç farklı kişisel güvenlik dergisine aboneyim ve bunun marka ve modelini anımsıyorum, yani..." Acıyan ve kaşınan boğazı için küçük bir öksürükte bulunarak yanına yaklaşan Melora'ya döndü. Birazcık boğazını dinlendirmek istiyordu. "Gerisini size bırakabilir miyim, Dedektif?"

İşin geri kalanını güvenerek ona bıraktığı için tebessümde bulunan Melora, anlayışlı bakışları ardından adamı onaylamıştı. İşe artık kendi ağırlığını koyma vakti gelmişti. Ellerini ceketinin altından belinin her iki yanına dayayıp, sert ve otoriter bir tavırla kumarhanenin sahibi olan yaşlı adamın karşısına dikildi. "Görüntüleri bize göster yoksa burada bir ek daha kart dağıtamazsın."

Yaşlı adam bir süreliğine sadece öylece durdu ve sessizce düşündü. Olabilecekleri kafasında tartmaya çalışıyordu ve karşısındakileri düşündü. Geldiğinden beri sessizliğini korumasına rağmen en sonunda dişlerini göstermiş genç kadını süzdü bir an. Kadının dedektif olması bir yana dursun, onun, Bay Phoenix'in kızı olduğunu biliyordu. Bazı kuşları onu bilgilendirmişti. Bu yüzden, her iki türlü de başının dertte olduğunun farkındaydı. Bay Phoenix ile ters düşmek istemezdi ama kızı da babası gibiyse eğer, kızıyla da ters düşmek istemezdi. Bu işten en az hasarla çıkmanın tek bir yolu vardı... Yanındaki elemanlara başıyla işarette bulundu. "Bilgisayarımı getirin."

Patronun emrini alan çalışanların arasından, üçlüyü kapıda karşılayan siyah takım elbiseli harekete geçmişti. Yanlarımdan bir süre ayrılan adam, geri döndüğünde elindeki dizüstü bilgisayarı bar masasının üzerine yerleştirmişti. Patronu için bilgisayarı açıp hazır konuma getirdiğinde, yaşlı adam kontrolü eline alarak işi çok fazla uzatmak istemediğinden istenilen görüntü kaydını açtı dedektifler için. Çalışanlar işlerinin başlarına dönmeleri gerektiği işaretini alıp dağılırken, üç dedektif ekran başına toplanmıştı olup bitenleri dikkatlice izleyebilmek adına.

"Adamımız burada." Oldukça kalabalık olan video kaydında, Trent Annunzio'yu parmağıyla işaretledi genç kadın. Olduğu yerde yaklaşık üç masa vardı ve dört bi köşesi de doluydu her bir masanın. Merdivenlere daha yakın olan masada oturmaktaydı Profesör Annunzio, kayda bakılırsa oldukça eğleniyor gibi görünüyordu. Her şey bir kumarhanede olması gerektiği gibi giderken bir anda kameranın görüş alanına maskeli, elinde tek bir tabancası olan biri girmişti. "Ve işte adamımızı vuran kişi."

"Katil, korumaya silahı dayayıp içeri giriyor. 'Cüzdanlarınızı verin yoksa hepinizin kafasını patlatırım'. Şaşılacak bir şey yok, çoğu cüzdanını veriyor." Yeşillerini, video kaydından çekerek Melora ve Sherlock'a döndü. Klasik hırsızlık olayı yaşanmaktaydı. Maskeli adam kumarhaneye giriş yapıyor, silahını çıkarıyor ve kalabalık telaşa kapılıyor. Herkes, canlarını korumak için tabancanın görüş alanı dışında kalmaya gayret ediyordu.

"Profesör Annunzio'ya dikkat." Sherlock, dudaklarının üzerindeki parmaklarını ritmik olarak hareket ettirirken Sherard'ın tekrardan kayıta odaklanması için gizli bir uyarıda bulunmuştu. Elindeki kanıta detaylıca bakmayıp hızlı tanı koymuştu.

Sherlock'un uyarısını alan Sherard, adama kısa bir bakış atmış ardından da dediğini yapmıştı. Görüntü kaydına tekrar geri döndüğünde katili karşısında ayakta donakalışını gördü profesörün. Çok geçmeden de silah iki kez ateşlendi. Direkt olarak, cesette de gözlemledikleri gibi gözlere sıkılmıştı. Ve Bay Annunzio'nun bedeni, yediği ölümcül darbeden sonra geriye doğru yıkıldı. Tam olarak, Sherlock'un Çinli yaşlı adamla çamaşır suyu döktüğünü söyleyerek tartıştı yere hem de.

Sarışın dedektif, kuruyan dudaklarını ıslatıp yanı başındaki yaşlı adama döndü. Sesinde oldukça belli bir kinaye vardı adam ve çalışanlar için. "Sanırım cesedi köprüden attıkları için sana ya da adamlarına teşekkür edeceğiz."

"Hey, burada biz de kurban sayılırız." Dedektifin takındığı tavırdan oldukça hoşnutsuzluk duyan Çinli adam, adamı uyarırcasına bir hatırlatmada bulunmuştu. Bu bir nevi doğruydu, katili onlar çağırmamıştı ve iş yerlerinde böyle bir olayın olması onları sevindirmiyordu.

Sherard ile kumarhane sahibinin arasındaki gereksiz bulduğu çekişmeyi umursamayan Sherlock, amaçtan uzaklaşmış olmalarından dolayı asıl mevzuya dönmelerini isteyerek video kaydını işaret etti. Buraya katilin kimliğini ortaya çıkarmak için gelmişlerdi, diğer boş şeyler için değil. Melora'nın bahsettiği 'hibachi ızgarası' üstündeki, duman detektörünü aynısını giriş kapısının olduğu duvarda da görmüştü. Ve emindi ki, gelen herkesin yüzünü net bir şekilde yakalamaktaydı kadrajı. "Katilin yüzünün gözüktüğü diğer videoyu da görmek istiyorum. "

Bugün olduğundan çok daha fazla sessiz kalan Melora, tekrardan sükunetini bozmuş ve merakla usulca yönelttiği sorusuyla Sherlock'un dikkatini bir kez daha üzerine çekmişti. Dikkatini bugün, Miles'ın olayı yüzünden net bir şekilde toparlayamıyordu genç kadın. "Hangi diğer video?"

"Şöyle ki, geçtiğimiz koridor 25 metre kadardı. Eğer katil maske takıyor olsaydı, korumanın onu durduracak ya da alarma basacak zamanı olurdu. Ancak silahlı adam salona girene kadar bir şamata yoktu. Koridordan maskesiz olarak gelip, silahını çekmiş olmalı." Melora için, kuşkusuz güzel bir açıklamada bulunmuştu Sherlock. Tüm bu gelişmelerden hoşnutsuz olan yaşlı adam, inkarda bulunmak için çiftin aralarına eğilmişti. Fakat Sherlock, sözünün kesilmesine izin vermedi. "Evet, biliyorum, yüzünü kendinize saklamak istiyorsunuz. Muhtemelen adamlarınız biz konuşurken onu arıyorlar. Onu önce siz bulursunuz, paralarınızı alırsınız ve uygun gördüğünüz bir ceza verirsiniz. Vesaire vesaire... Video, lütfen."

Sherlock'un kurduğu cümlede görünürde ne kadar 'rica' bulunsa da bu bir emirdi aslında ve yaşlı adam, adamın kesin dilliliğinden kurtulamayacağını gayet iyi anlamıştı. Planlarını batırmıştı fakat bir o kadar saygı duymuştu Sherlock'a karşı. İşinin hakkını veriyordu ve bu tarz insanlar az olduğumdan, saygıyı hakkediyorlardı. Herhangi bir şey söyleme gereği duymadan, bilgisayarının kontrolünü tekrar ele alarak istenen kapı önündeki kameranın video kaydını açtı.

Kaydın açılmasıyla yeniden ekrana toplaştı ekip, bu sefer peşlerinde oldukları şahsın yüzünü görebileceklerdi. Kayıtta, siyah takımlı iri yarı bir koruma kapı önünde dikilmekteydi. Görevini yaparken herhangi bir terslik yoktu. Kısa süre sonra kamera açısına siyahi genç bir adam girmişti. Rahat giyimine eş, hal ve hareketleri de oldukça rahattı. Korumanın önünde duruyor, bir süre sohbet ediyor ve hemen ardından hızla silahına davranıp korumaya saldırıyor. Sherlock, bir kez daha burnunu içine çekerken çenesiyle de meydanda olan yüzü işaret etti. "Dedektif Barton ve Dedektif Phoenix, size Trent Annunzio'nun katilini takdim ediyorum."

Etrafta, dosyalarla bir o yana bir bu yana giden, ellerindeki davalar üzerine yanlarındaki kişilerle çeşitli düşünceler paylaşan insan karmaşası bulunmaktaydı. Tüm o iç içe karışan ve gürültü kirliliği yaratan seslere rağmen rahatsızlık duymak yerine, umursamazca takılmaktaydı Sherlock. Oturduğu sandalyeye daha çok sinerken, hasta bedeninin istediği dinlenmeyi sunmuştu sonunda.

Trent Annunzio'nun katilinin görüntülerine eriştikleri gibi Scotland Yard'a geri dönmüşlerdi. Çok değil, birkaç dakika olmuştu geleli ve bürodaki, Melora'nın masasını çoktan ele geçirmişti adam. Kadın için verilmiş bilgisayardan, zanlıların görsel kayıtları arasında dolanmaktaydı. Yüzündeki 'sıkılmış' ifadesi kilometrelerce öteden fark ediliyordu fakat dokunulmaması gerektiği sinyallerini de pek güzel çevresine yaymaktaydı. Bu yüzden, çevresinden geçen insanlar adamı görmezden gelip ne yaptığını sorgulamıyordu.

Sıkıntıyla boştaki elini siyah kıvrımlarına atıp onları karıştırdı. Sherard'la dışarıda geçirdiği zamanlar bile ona bu kadar sıkıcı gelmemişti. Melora'nın etrafta olmayışı da canını bir hayli daha fazla sıkmaktaydı. Fakat kadının, bakması gereken elinde bir başka davası daha vardı Annunzio Davası dışında. Davanın gelişmelerini gözlemlemek için Sherlock'un yanından kısa süreliğine ayrılmıştı sadece. İşinin bir kısmını hallettiğinde ise elinde iki karton kahve bardağıyla masasının başına geri döndü. Ela gözleri, çevreye uyarılar yayan ve bıraktığından hiçbir farkı olmayan adamın soluk teninde gezinmişti. Yanakları ateşten dolayı kızarıktı ve burnunun uç kısmı da yanaklarından aşağı kalır değildi kızarıklık konusunda. Bu, adamın sevimli görünüşüne biraz daha sevimlilik katmıştı fakat çok da sevindirici bir durum değildi. Hayattaki her şeyle inatlaştığı gibi hastalıkla da inatlaşıyordu adam.

Rotasını koruyarak usulca yaklaştı adamın yanına genç kadın. Elindeki karton bardaklardan birini Sherlock'un önüne koyarken, kendi için de masanın yüzeyinde oturma alanı ayarlamıştı. Tek ayağıyla, adamın oturduğu sandalyenin plastik kolundan destek alarak masanın üstündeki dengesini sağladı. Sherlock'un, halen daha oturmakta olduğu sandalyeden klavyenin 'ileri' tuşuna sertçe basarak suçlu fotoğraflarını hızlıca geçiyor oluşuna kahvesinden yudumlar alıp izleyen Melora, duruma anlam veremediğinden kaşlarını çatmıştı istemsiz. En azından adam bilgisayarının klavyesine biraz daha nazik davranabilir miydi?

"Ee, belki yanılıyorum ama şüphelileri incelemek için gerçekten incelemeye zaman ayırman gerekmiyor mu?"

"Ayırıyorum. Her seferinde bu adamlardan hiçbirisinin Trent Annunzio'yu öldüren kişi olmadığını doğrulamak için gerektiği kadar zaman ayırıyorum." Ateşinin oranına zıt ilerleyen ses tonunun kısıklığına gözlerini devirdi. Bir an, bakışlarını bilgisayar ekranından çekip masanın üstündeki konumunu alan Melora'ya çevirmişti. Kadının bu hamlesiyle biraz fazla yakınlık sağlamışlardı ki sol dirseği kadının sol bacağına çarpmaktaydı hareket ettirdiğinde. Fakat bulundukları bu küçük bedensel temas iki tarafı da rahatsız etmemekteydi. Ve Sherlock kadın için şunu söyleyebilirdi ki, sandalye ve koltukların oturma yerlerini kullanmak yerine; masalara ve koltukların kol kısımlarına veyahut sırt kısımlarına oturmayı daha çok tercih ediyordu.

Bakışlarını tekrardan önüne çektiğinde, Melora'nın getirmiş olduğu karton bardağı iki eliyle kavramıştı. Karton bardağın dışarıya yaydığı ısıyla, soğuktan buz kesilmiş avuçlarını ısıtmayı amaçlıyordu. Tıkalı burnu yüzünden koku algısı, zorlamadığı sürece işlevsiz kalmıştı. Yine de burnuna çarpan sıcak buhar adamı biraz daha iyi etmişti. İçini ısıtmak adına, daha fazla beklemeyerek kahvesinden büyük bir yudum aldı. Fakat algıladığı tuhaf tatla yüzünü hızla buruşturmuştu.

"Bu-bu da ne? Ben kahve istemiştim."

"Kahve istemiştin ama çay geldi." Melora, dudaklarının yukarı kıvrılışını gizleyebilmek için elindeki karton bardağa sığındı ve kahvesinden art arda yudumlar aldı. Adamın, durumlara karşı gösterdiği mimiklerini gerçek anlamda seviyordu. Çoğu insanın umurunda olan mimiklerin duruşlarını bozacağı düşüncesi, Sherlock'un pek de umurunda değildi. Belki de Sherlock'a bu kadar çabuk ısınmasının nedeni buydu, adamın doğallığı hoşuna gidiyordu. Asla diğer insanlar gibi sahte gelmiyordu.

Sherlock, Melora'dan aldığı geri dönüşe karşı bu sefer de burun buruşturmuştu. Bardağı dudaklarından birkaç santim uzaklaştırıp içerisindeki sıvıyı inceledi. Sıvının acımtırak bir tadı vardı ve tüm ağzına yayılmıştı. İçilemeyecek derece de keskin değildi fakat keyifle içilecek bir içecekte değildi. Bilindik bir çay olmadığından, Melora yine kendi bildiğini okuyordu. "Hayır, ben İngiliz'im... böyle çay olmaz."

"İçinde bazı geleneksel Çin şifalı otları var. Çin mahallesinde sizi beklerken biraz etrafa bakındım. Kanada'da yaşadığım zamanlarda, ben hastayken pek sevgili karşı komşumun yaptığı çayın içerisindeki bitkileri buldum."

"Peki, pek sevgili karşı komşuna saygısızlık etmek istemem ama daha çok bilimsel açıdan kanıtlanmış bir şeyler tercih ederim." Dalıp gittiği bardağa karşı mırıldanmıştı Sherlock. Adama göz kenarıyla bakmakta olan Melora, bardağı dudaklarından çekerek en az ellerindeki içecekler kadar sıcak bir gülümseme sundu. Sözlerini onaylarcasına usulca başını aşağı yukarı küçük hareketlerle oynattı. Düşüncelerine katılıyordu ama gözden kaçırdığı bir nokta vardı ki adamın, şifalı bitkiler de bilimsel açıdan onaylanmıştı. Önüne gelen ve ne olduğunu bilmediği şeyleri Sherlock'a pek tabii ki içirmezdi. Henüz onu öldürmek isteyecek kadar sinirlendirilmemişti.

"O çaydaki şifalı bitkilerin nötrofillerin hareketlerini engellediği, koruyucu hücrelerin fonksiyonlarını güçlendirdiği ve daha uzun ereksiyona fayda sağladığı bilimsel olarak kanıtlanmış."

"Pek sevgili komşun tarafından mı?" Duruşunu ve hoşnutsuzluğunu koruyarak göz ucuyla Melora'ya, onaylamıyormuşçasına baktı. Aslında genç kadınla biraz uğraşmak istiyordu sadece, çünkü hoşuna gidiyordu. Melora'nın öfkesi her zaman görmeye değerdi.

Sherlock'un tavrına gözlerini devirdi Melora. Gün içerisindeki tüm olumsuzluklar yetmiyormuş gibi bir de Sherlock'un hasta mızmızlanmaları eklenmişti üstüne. Günü bir an önce bitirip, gün içerisinde olanları geride bırakmak istiyordu sadece. Yüzündeki gülümseme solarken, adamın bacağına bacağıyla uyarırcasına hızla vurdu. "Sherlock, yalnızca sus ve iç."

Aralarına normal olmayan bir sessizlik çöktüğünde bundan Sherlock da rahatsızlık duymuştu. Göz ucuyla, sessizliğe gömülen Melora'ya baktı. Keyifsiz olduğu zamanlarda yaptığı gibi bakışlarını her yerden kaçırıyordu. Görünümünden ödün vermemiş olabilirdi Sherlock ama eğlence de bir yere kadardı, kadının kendi içerisinde yaşadığı sıkıntıyı görebilmekteydi. Ve bu durum, bir şekilde Sherlock'un da keyfini kaçırıyordu. Melora'nın herhangi bir şeye takılıyor olması, hayat akışlarında da bir aksaklık olacak demekti artık. Takıldığı şeyin üstesinden gelmeliydi. Bugün her ne yaşadıysa, ondan kaçınmamalıydı. Bir kez daha kendine bunu yaşatmamalıydı ve Sherlock, buna izin vermeyecekti.

Melora'nın, onun için özel olarak hazırlamış olduğu çayı tüm mızmızlanmalarına rağmen elinden yine de bırakmayan Sherlock, masanın öbür ucunda duran dosyayı aldı. Sükunetini hiç bozmayarak dosyayı doğruca kadına uzattı. Beklemediği bir anda kendisine uzatılan dosyaya, ne olduğunu anlamak için uzaktan inceledi Melora. "Bu da ne?"

"Eski tanıdığın Miles Byrnes'ın tutuklandığına dair dosyalar." Kahve bardağını bırakıp uzatılan dosyayı merakla alan Melora'yı izlerken mırıldanmıştı adam. Elaların öfkeli parıltılarını üzerinde bekliyordu ve beklediği gibi de olmuş, mavileriyle kesişmişti. 'Sarı çizgi' kuralını tekrardan çiğnediğini biliyordu fakat Sherlock'a göre, Melora buna izin vermişti.

"Sana adını söylememiştim." Mırıltısının sitemli çıkışına mâni olamamıştı Melora. Miles dosyasını tamamen aklında kapamak istiyordu ancak her şey bu kararına karşı çıkıyordu. Anıları, Miles, karakteristik yapısı, polis kimliği ve son olarak da Sherlock. Neden bu konuda bu kadar yardımsever olmuştu ki ona karşı?

"Bana suçunu, işlediği tarihi ve cinsiyetini söylemiştin. İsteyerek veya istemsiz, bunları bir araya getireceğimi biliyordun."

Adamı başıyla usulca onayladı fakat durması için '1 dakika' dercesine parmağını kaldırmıştı. Evet, Sherlock'un tüm bunları bir araya getirebileceğini biliyordu fakat o an sadece ve sadece susması için söylemişti. Sözlerinde herhangi bir şey ifade etmemişti adama karşı. Bilgileri alınca bırakacağını düşünmüştü, çünkü ilgi alanına dahi girecek bir konu değildi. Üstünde bu kadar çok durması kadını ayrı bir şaşırtmıştı. "Yardımını istemediğimi söylemiştim."

"Aslında henüz yardım etmedim." Acımtırak tadı olan çaydan ufak bir yudumda bulunurken dalıp gittiği noktadan, kadının karmaşaya uğramış yüzüne çevirdi mavilerini. "Daha ana hatlarını bile çözmedim. Yalnızca bu konuda her şeyi bilmeyi istersin diye düşündüm."

"Ne için?" Sonunda pes ederek yorgunlukla sorgulamıştı kadın. Neden çabalıyordu, neden bu kadar üzerinde duruyordu? Sherlock'tan artık bu sorularının cevabını almak istiyordu, kafasında dönüp durmalarından sıkılmıştı. Basit bir trafik kazasıydı, herhangi bir karmaşası yoktu. Miles tanıdığı biri bile değildi adamın. Zorlasa en fazla, ortak noktaları; genç kadınla, uyuşturucu bağımlılığı olabilirdi. Sherlock'un bu dava üzerindeki kazancı ne olabilirdi ki?

"Birisinden umudu tamamen kesmek biraz zordur. Özellikle kötü bir geçmiş geçirmiş olmana rağmen bozguna uğramadığını düşünürsek daha zordur." Durakladı ve derin bir nefes aldı aralık dudaklarından. Hastalıktan dolayı kızarmış, masumane bakan gözlerini Melora'nın üstünde bir süre tutarak kadının almış olduğu gardlarını indirmesine vesile olmuştu. Fakat, Melora'yı olması gerektiğinden daha fazla düşünmeye başladığını fark ederek bakışlarını hızlıca çekti. Çayına sığınarak, omuzlarını silkti ve hızla eski haline geri döndü. "Yalnızca emin olmak isteyeceğini düşündüm."

O kadar mızmızlandığı çayına geri dönmüş olan adamı sessizce izledi bir süre Melora. Böyle düşünüyor olması hem şaşırtmış hem de içini ısıtmıştı. Normalde Sherlock'tan beklenilen ince bir davranış değildi bu yaptı. Evet, hâlâ kızgındı burnunu soktuğu için sınırlarına ama bunu yapıyorsa, özellikle bu derecede, bir bildiği vardı.

"Dedektif Phoenix." İçtiği kahveden dolayı nemlenmiş dudaklarını, Sherlock'a bir şeyler söylemek için aramıştı genç kadın fakat söze başlayamadan yanlarına yaklaşmakta olan meslektaşı tarafından kesintiye uğratılmıştı. Durumdan hoşnutsuz kaldığından araladığı dudaklarını birbirine bastırarak genç polise döndü. İkilinin yanına varan polis genç, Sherlock ve Melora arasındaki yakınlığa istemsiz olarak göz gezdirmişti. Ne kadar uzak kalmak istese de her iş ortamında var olan dedikodulardan kaçış olmazdı ve bu dedikodulardan biri ikili hakkındaydı. Doğru olup olmadığını merak ediyordu.

İkilideki gezdirdiği meraklı bakışlarını Melora'nın sorgulayıcı elalarıyla çakıştığında hızla kendini toparlayıp elindeki dosyayı kadına teslim etti. Aynı zamanda, sorgu odasında sorgulanması gereken bir şüphelinin olduğunu ve Lestrade'in sorgu için onu beklediği bilgisini de dedektif kadınla paylaşmıştı. Genç meslektaşını başıyla onayladı ve böylece önden ilerlemesine olanak sağladı Melora.

Ela gözleri, tutmakta olduğu iki dosyanın üzerine düştü. Adamın bakışlarını üzerinde hissederken oturduğu yerden kalkmıştı kadın. Sherlock'un vermiş olduğu Miles'ın dosyasına sessizce baksa da hiçbir şey söylemeden biraz önce oturmakta olduğu masanın üstüne bıraktı. Gitmesi gerektiğini her ikisi de bilerek birbirlerine bakmışlardı ki Melora uyarırcasına adamın bardağını işaret etti. Bu, onu içmesi için ufak bir uyarıydı sadece.

Genç kadın yavaşça uzaklaşırken, Sherlock bir kez daha dakikalar önceki masa başı yalnızlığına geri dönmüştü. Melora yanındayken çevreye yansımakta olan enerji bir anda değişmişti. Tekrardan 'bana yaklaşmayın' sinyalleri yayarak mavilerini bilgisayar ekranına çevirdi. Fakat gözleri, bir anlığına Melora'nın geride bıraktığı dosyaya gitmişti. Dediği gibi, henüz ana hatlarına girmemişti. Şu an dosyaya erişimi oldukça rahattı ama hayır, Melora geri döndüğünde bu dosyayı alacaktı ve bakacaktı. Ona en azından bunu tanıyabilirdi, anlatacağını umuyordu.

"Hey." Melora'nın masasına doğru ilerlerken sarışın dedektif, düşünceli görünen Sherlock'un dikkatini üzerine çekebilmek için seslenişte bulundu. Enerjik ve keyfi yerindeydi, sonunda davalarında bir gelişme yakalayabilmişlerdi. Hızla adamın yanına varırken, elindeki kâğıt parçalarını adama uzattı. "Sonunda fotoğraflardan bir şey çıkarabildim. Raul Ramirez. Pentonville hapishanesinde tecavüz ve silahlı soygun suçlarından yatmış. Birkaç adamımız Peckham'daki evine doğru gidiyor."

"Bu görüntü..." Elindeki çıktıyı siyahi gencin önüne bıraktı sarışın adam. Melora'nın da daha sonradan aralarına katıldığı son Çin kumarhanesi ziyaretinde, elde ettikleri kamera kaydından alınmış bir kareydi sayfanın üzerindeki. Şu anda sorgusunu yürüttükleri adamla, görseldeki adamın yüzü birebirdi. Fotoğraftaki kişinin kendisi olmadığına dair itirazlarda bulunması boşa bir çaba olurdu, odadaki iki dedektifi de kör veya aptal değildi. "... senin için pek parlak gözükmüyor, Raul."

Sherard, fotoğrafı adamın önüme bırakmış olduğu gibi masanın üstündeki oldukça büyük olan kanıt torbasının ağzını açma işime girişmişti. Raul'u yakaladıkları an merkeze getirmişti ekip. Sorgu işlemini direkt olarak davadan baş sorumlu olan Sherard üstlenirken, sorgulama işlemine kendi adını da yazdırmıştı Sherlock. Her iki adamında tercihi tabii ki birbirlerinden yana olmasa da buna mecbur kalmışlardı. Yanlarında olmasını diledikleri Melora ve bir başka onlar için alternatif olan Lestrade, bir başka davanın gelişmesiyle ilgilenmekteydi. İsteseler de istemeseler de birbirlerine kalmışlardı adamlar...

Sorgulama işlemi sırasında herhangi bir karmaşıklık yaşamamak adına anlaştıkları üzere sorgulama işleminin temel yapısını Sherard üstlenmişti. Kanıtları sunarken işi ağırdan almak istemiyordu, yeterince vakit kaybetmişlerdi. Açtığı kanıt torbasının içerisindeki, daha küçük kanıt torbalarına yerleştirilmiş büyüklü küçüklü cüzdanların tümünün masanın üstüne dağılmasını sağladı. Tüm bu cüzdanlar o gün, o kumarhanede bulunan kişilere aitti. "Bunlar Majhong kumarhanesinden çaldığın cüzdanlar. Bunları çöp kutunda bulduk. Oh ve tabii ki, bir de bu... Trent Annunzio'nun cüzdanı, onun kurumuş kanı ile sıvanmış."

Masanın yanı başında ayakta dikilen Sherard, otoriterliğini koruyarak ellerini lacivert ceketinin iç cebine attı. Diğer cüzdanların yanına bizzat koyulmayan, özel olarak incelenen Annunzio'nun cüzdanını herkesi görebileceği bir şekilde ortaya çıkarıp havada hafifçe salladı. Ardından, güvenlik kayıtlarından aldıkları görselle, masanın üstündeki bir yığın cüzdanı parmağıyla işaretledi. Her şeyin noktası olduğunu vurgulamak içinse Annunzio'nun cüzdanını, Raul'un önüne denk gelecek şekilde masanın üstüne fırlatmıştı.

"Gez, göz, arpacık." Takımına uygun renkteki ince kravatını düzeltip, halen daha sessizlik içerisinde kalarak olup bitenleri gözlemleyen Sherlock'un yanındaki boş sandalyeyi çekti oturmak için. Sandalyenin çelik ayakları, zemine sürtmeden dolayı kulak tırmalayıcı bir ses yankılanmıştı sessiz odada. Sesten rahatsızlık duyan adamlar, direkt olarak yüzlerini buruşturmuşlardı hoşnutsuzluklarını belli etmek için.

Raul, sese olan rahatsızlıktan hızla toparlanan kişi olmuştu. Derin bir nefes aldı. Karşısındaki her iki adama keskin bakışlarda bulunarak, görünüşlerini gözlemlerken ellerini göğsünün üstünde kavuşturmuştu. Böylece geldiğinden beri rahat görünümünden hiç ödün vermemişti. Gözleri, iki adamın üzerinden doğruca önündeki kanıtlara indi. Kanıtları incelemesi uzun sürmemişti, çünkü hepsi bildiği şeylerdi. Bu işten kurtuluşu kesin olarak yoktu ama cezasını hafifletebilirdi belki. "Ya size birisini ele verirsem? Bir çeşit iyi hali göz önünde bulundurma durumu alır mıyım?"

"Sanırım, bu değişir..." Durumu düşüneceği vurgusunda bulunarak omuzlarını silkti ve sandalyesine doğru geri yaslandı. Yeşilleri bir anlığına yanındaki adama kaymış, her ikisinin de aynı düşündüğü sonucuna vararak, siyahi adama geri dönüp sorusunu yöneltmişti. "Kimden bahsediyorsun?"

"Beni kiralayan adamdan."

Raul'un cevabı bir kurşun etkisi yaratmıştı, sessizliğe gömülmüş sorgu odasından. Oldukça sıkıcı başlayıp aynı sıkıcılıkla süren sorgulamada sonunda ilgisini çekecek noktalara gelinmişti. Dudaklarını aralarında kısılan sesini zorlamaya gerek duymadı Sherlock, zaten sessiz olan ortamda mırıltısı oldukça net işitilmekteydi. "Yaptığın şey için kiralandın mı?"

Sherlock, konuşmasının ardından birkaç öksürükle boğazını temizleme ihtiyacı duymuştu ve o süreçte adamın geri dönüşünü büyük bir merakla bekledi. Birinin onu bu iş için kiralamış olduğuna inanabilirdi, çünkü Annunzio'nun öldürülme şekli kişisel bir durumdu. Eğer sadece soygun için orada bulunan biri olsaydı Raul ve birini öldürmek zorunda kalsaydı, Annunzio'nun kafasına veya iman tahtasının çevresine hedef alırdı. Doğruca hedef alacağı yerler asla iki göz olmazdı.

Karakteristik bakımdan sert ve ağır durmaya çalışan ama o kadarda rahat takılan Raul, hayatının çoğunu sokaklarda geçirdiğini vücut siliyle bas bas bağırmaktaydı. Burnunu içine çekip, elinin tersiyle de yüzeyine sürttü. Oturmakta olduğu sandalyede hafifçe dikleşmişti sonunda. "Bakın, geçen hafta bir gece eve geldim, tamam mı? Kapımın altından bir zarf atılmıştı. İçine baktım. Nakit olarak bin sterlin vardı. Aniden telefonum çalmaya başladı. Telefonun ucundaki şahıs beni bu çevrede oturduğum için tanıdığını söyledi, sabıka kayıtlarımı filan bildiğini de. Sonra, bana dokuz bin sterlin daha vereceğini söyledi."

"Eğer Trent Annunzio'yu öldürürsen..." Doğru anladığını anlamak adına, asıl olayın altını vurgulama yaparak çizdi Sherard. Arayan bu kişinin başka bir şey isteyip istemediğini bilmek istiyordu, tabii bu arama mevzusu doğruysa.

"Yalnızca öldürmek değil." Başını sağa ve sola sallayarak sarışın adamı duraklattırdı Raul. Hiç tereddüt etmeden elindeki bu olayla ilgili bilgileri aktarmaya hazırdı. Zararına değil, yararına dokunacaktı çünkü. "... İki gözünden de birer defa vurarak."

"Neden gözlerinden vurmanı istediğini söyledi mi?" Geriye doğru yaslı bir şekilde otururken öne doğru hareketlenmişti Sherlock. Parmakları, alışkanlık olarak doğruca dudaklarına giderken beklentili mavileri karşısındaki adama sabitliydi. Raul, Sherlock'tan bakışlarını çekip başını tekrardan iyi yana olumsuzca sallamıştı.

"Onu yarın gece ofisten çıkıp arabasına giderken vurmam gerekiyordu. Şöyle ki... Birkaç gündür onu takip ediyordum. Onu kumarhaneye kadar takip ettim. İçerinin para dolu olduğunu gördüm. Eğer tekrar oraya giderse diye düşündüm, bir taşla iki kuş." Raul, planından oldukça normal bir plan anlatırmışçasına doğal davranışlar sergilemişti. Omuzlarını silkti ve alt dudağını dışa doğru kıvırdı.

Karşılarındaki adamın konuşma tarzına karşı iki adam da şaşkın değildi. Raul gibi çok fazla suçluyla karşılaşmışlardı. Bu kişilerin kaybedecek bir şeyleri olmazdı, kendi ömürleri hariç. Az ceza alabilmek için polislerle iş birliği yapmaya her zaman açık olurlardı. Ama onun ne kadar doğru söyleyip söylemediğini şu an için bilemezlerdi. Fakat söyledikleri doğruysa Raul'un, Annunzio'yu öldürmek isteyen bu kişi her kimse profesörü çok iyi tanıyan biriydi. Öldürmesini istediği gün, adamın ofisten gece çıkacağı bilgisine sahipti.

Dikkati üzerine çekmek için boğazdan gelen küçük birkaç öksürük bırakıp, ellerini masanın üstünde kenetlendi ve öne doğru eğildi. Bu sayede Raul'un daha net görebilmesini sağlamıştı kararlı yeşillerini. "Hiç seni kiralayan adamı gördün mü?"

"Yalnızca aradı ya da mesaj attı. Telefondaki sesi de oldukça anlaşılmazdı." Siyahi adam bir kez daha omuzlarını silkti. Elindeki bilgilerin tamamı anlattığı kadardı. Ne fazla ne de eksik. Sıra şimdi polislerdeydi, sözlerini tutup cezasında yardımcı olmaları gerekiyordu. Sessizlik tekrardan sorgu odasına çöktüğünde sarışın adamın başını yana yatırmasıyla, anlattıklarına pek inanmıyor oluşunu dışa yansıtmıştı. Daha fazla rahat görünümünü koruyamayan Raul, ellerini masaya sertçe vurarak öfkeyle öne çıkıştı. "Telefonumu kontrol edin, bana gönderdiği fotoğrafları görürsünüz."

"Yani diyorsun ki, birbiriyle bağlantılı bu iki cinayet." Lestrade, yanındaki kadına meraklı bir şekilde sözlerini yöneltmişti. Kendi sorgularından çıkalı henüz birkaç dakika olmuştu. Melora'yla tekrardan fikir alışverişinden geçip ellerindeki teorileri minimuma indirmeyi amaçlamaktaydı. Fakat genç kadın ortaya bambaşka bir teori atmıştı.

"Bakmaya değer olduğunu düşünüyorum." Müfettişin bakışlarını üzerinde gördüğünde omuzlarını silkti. Adamın geniş masasına dağıttığı dosyalara eğilip, aralarından seçmiş olduğu bazı belgeleri, diğer belgelerin üstüne bilhassa koyup yan yana dizmişti. "Yani, kadının şu geçmiş dosyalarına bir bak. Şu ana kadar hayatının bir parçası olmuş tüm erkekler hayatını kaybetmiş. Kimi başını sadece masaya çarpmış ve güya hastanenin ihmalkarlığı yüzünden ölmüş, kimi herhangi bir sebebi yokken intihar etmiş. Kadının pompalıyla vurduğu erkek arkadaşını da unutmamak gerek. Daha sayayım mı? Bu kadın, birilerini öldürmeye açık."

Lestrade, kadının anlattıklarıyla sıkıntılı bir nefes verdi. Elini, daha bu sabah tıraş ettiği çenesine götürüp düşünürcesine kaşıdı. Melora'nın teorisi üstünde de durmaları gerekiyordu, mantıklı ve oturaklı bir teoriydi. Ama bu teori geldi diye diğerler teorileri öylece silip atamazdı. Ellerini masaya yaslayıp, dosyaların üzerine eğildi. Ofis tekrardan sessizleşirken Melora, Lestrade'e biraz izin tanımıştı. Adamın yorgun olduğunu görebilmekteydi, bildiği kadarıyla oldukça çılgın bir hafta geçirmekteydi.

Dinginlik neredeyse odaya çökmek üzereydi ki bir anda ofisin kapısı açılmıştı. İzinsiz odaya teşvik eden Sherlock, kapının ardından görünmüştü. Herhangi bir sözcük bile kullanmadan, odadaki müfettiş ve Melora'nın şaşkın bakışları altında doğruca sandalyelerden birine geçti. Sherlock'un hemen ardında, kapıda dikilen sarışın adam Sherlock'un yaptığı saygısız hareketine yeşillerini devirmeden edememişti. Onun yerine kendi, açık ahşap kapıyı çaldı ve odaya girdikten hemen sonra kapıyı kapadı. Böylece odada konuşulacak konular odada kalırken, dışarıdan da içeriye herhangi bir rahatsız edici kişiler ve sesler gelmeyecekti. Tabii, başka bir Sherlock yoksa binada.

Lestrade ve Melora, adamların ne hakkında konuşacaklarını az çok tahmin edebilmekteydi. Her ikisi de Bay Annunzio'nun katilinin sorgusuna girmişti ve Sherard'ın rapor vermesi gerekiyordu. Fakat Sherlock'un baskın yaparcasına çat kapı odaya girmesi işleri biraz tuhaflaştırmıştı. Sorgunun ve davanın nasıl gittiğini öğrenmek için fazla vakit kaybetmeden herkes yerlerine geçti. Melora, Sherlock'un yanındaki sandalyeye otururken adam için bir gülümseme verip onun yüzünü incelemişti. Hastalık adamı daha da soldurmuş gibiydi. Yine de ses çıkarmadı ve önüne döndü.

Lestrade, olduğu yerden ayrılma taraftarı olmayıp masasının köşesine oturur gibi kalçasını yaslamıştı. Sherard, her iki tarafında arasında kalmayı tercih etti. Böylece herkesin bakışları rahatlıkla üstünde olabilirdi. Sherlock'un konuşmaya şu an için çok sıcak bakmadığını bildiğinden her şeyi detaylıca kendi anlatacaktı. İlk olarak davadaki son gelişmelerden ve Raul ile yapmış oldukları sorgulamadan bahsetti. Raul'un anlattıklarının sırf kendini kurtarmak için uydurmuş olduğu bir yalan olmadığını ekleyerek, ellerindeki kanıtı çıkardı. Bu, Raul'un bahsetmiş olduğu kendi telefonuydu. İletişim kayıtlarını ve telefondaki görüntüyü açıp, Lestrade'e verdi.

"Ramirez'in anlattıkları şimdiye kadar doğru gözüküyor. Birisi ona iki gün önce mesaj attı. Annunzio'nun nereye park ettiğini de söylemiş." Sarışın adam, ensesindeki sarı tüyleri kaşıdı. Henüz net bir sonuca varamamış olsalar da ellerinde sağlam ipuçları vardı. Ve bu konuda, Sherlock'la aynı düşünüyordu, basit bir soygundan dolaylı adam öldürme değildi. Ya Raul gerçekten tutulmuştu ya da Raul'un onlara hâlâ daha anlatmadığı Annunzio ile bir bağlantısı vardı.

Lestrade, adamının her cümlesini başını aşağı yukarı sallayarak dinlemekteydi. Sonunda bakışlarını kanıt olan telefondan çekip dedektife döndü. "Onu kiralayan adamın kullan-at telefondan aradığını sanıyordum?"

"Evet, kontörlü bir hat. Arayan ve aranılan tek kişi Raul Ramirez."

"Tamam, eğer bu rastgele bir olay değilse Annunzio'yu öldürmesi için katili kim tuttu?" Müfettiş, bu sefer ortaya bir soru bırakmıştı. En iyi iki dedektifinin ve zorlu davalarda danışmaktan pek de çekinmediği danışman dedektifin, bu sorusuna cevap bulmasını istiyordu. Madem tek katil sorguladıkları bu adam değil, o zaman bu cinayette asıl parmağı olan kimdi?

Adamları sükunetlerine gömülürken elindeki telefona bakması için, ilk defa hasta olarak gördüğü Sherlock'a uzattı. Fakat Sherlock, telefonu aldığı gibi yanındaki sandalyede oturmakta olan Melora'ya vermişti. Herkesten önce telefona bakma fırsatı olmuştu, herkesin gözü önündeki ipuçları dışında başka ipucu yoktu. Konuşmadan önce birkaç sahte öksürükte bulunup, ses tonunun durumunu kontrol etti. Lestrade'in sorusu için belli başlı cevaplar bulunmaktaydı aslında. "Eğer bu fotoğrafı çeken kişi ise bir arkadaşıydı. Ya da aileden birisi, belki?"

Melora, Sherlock'un direkt olarak bakma sırasını ona vermesine tek kaşını kaldırsa da sorgulamadı. Sonuçta daha önceden incelemiş olmalıydı. Klasik dokunmatik telefonu Sherlock'tan teslim aldı. Ekranda, Bay Annunzio'nun gülümseyen bir görseli yer almaktaydı. Gözlerden kaçmış herhangi bir ipucu olup olmadığını merak ederek fotoğrafa daha dikkatli baktı. Görüşlerdeki gibi sıradan bir fotoğraftı. Tam kapatıp telefonu Sherard'da geri vereceği vakit dikkatini bir nokta çekmişti.

Melora'nın telefondaki görsele, ufak parmak hareketleriyle yakınlaştırıp kaşlarını çatarak bakması direkt olarak Sherlock'un dikkatini çekmişti. Bir şeyler genç kadını kıllandırmış olmalıydı. "Ne oldu?"

"Ee, hayır, yalnızca, bu fotoprafın sol alt köşesi ışığa doğru tuttuğunda, renkte bir bozulma, bir kare var." Önüne düşen kahvelerine elini atıp geriye doğru tararken telefonu Sherlock'a verdi. Adamın da daha net göre bilmesi için ona doğru eğilip fotoğrafta dikkatini çeken noktayı parmağıyla hayali bir dairenin içerisine aldı.

Melora'nın göstermekte olduğu noktaya, görseli yakınlaştırarak daha net baktı Sherlock. Fotoğraf, gerçek zamanda çekilmiş bir fotoğraf değildi. Görselde renk bozulmaları vardı ama en önemlisi görselin üstüne gölge düşmekteydi. Sherlock, sıkıntıyla tıkalı burnundan soludu ve kendi kendine mırıldandı. "Düşündüğümden daha hasta durumda olmalıyım. Bunu nasıl fark etmedim bilemiyorum... Şekline bakarsak, bu bir pencerenin yansıması. Bu da bunun bir fotoğrafın fotoğrafı olduğunu gösteriyor. Orijinali bir camın arkasındaymış. Çerçeveyi fotoğraftan kesmişler."

Telefonu, herkesin görebileceği şekilde çevirdi Sherlock. Ardından, neler olduğunu merak eden iki adam için durumu aydınlatması gerekti. Bu durumu gözünden nasıl olurda kaçırmış olduğunu gerçek anlamda bilmiyordu. Fakat ne olursa olsun güzel bir ipucu olmuştu. Olayların daha hızlı sonuca varılmasına, hatta belirli şüpheliler edinilmesine vesile olabilirdi.

"Evde çok sayıda çerçeveli fotoğraf vardı." Genç kadın, düşünceli bir ses tonuyla herhangi bir bilgiyi ortaya attı. Çok fazla çeşitli çerçeveli fotoğraf bulunduğundan, telefondaki görselle örtüşeni hatırlayamıyorum fakat bu, evdekilerden biri olmadığı anlamına gelmezdi. Eğer evdeki bir kareyse, katil ya o evde yaşayan biri ya da eve girip çıkmada sıkıntısı olmayan birisiydi.

Sherlock, genç kadının sözlerini onaylarcasına başını aşağı yukarı salladı. Fakat Melora'yla aynı düşünmüyordu, en azından elinde Melora'da olmayan bir başka ipucu daha vardı. "Bu fotoğraf evde çekilmedi. Şu şekli görüyor musun? Çemberin içinde bir kare."

Lestrade ve Sherard'ın bakmalarını umursamayıp telefonu doğrudan Melora'ya çevirdi. Genç kadın için, odaklanmasını istediği noktaya yakınlaştırdı görseli. Bu noktayı Melora da fark etmişti fakat ne olduğunu bilmiyordu. Sherlock ise o şeyin ne olduğunu biliyordu, oldukça yakından inceleme fırsatı olmuştu. "Bu Annunzio'nun ofisinde pencerenin arasında sakladığı uğurlu bir Çin objesi."

"Yani..." Lestrade uzanıp telefonu adamın elinden aldı. Fotoğrafa, önceki bakmasına kıyasla daha dikkatli inceledi. Çok detaylı bakılmadığı sürece dikkat çekmeyecek şekildeydi ama gözden kaçırmamış oldukları için mutluydu. Telefonu, yanındaki sarışın dedektife aldığı gibi geri iade edip, masasının çevresinden dolanarak koltuğunun başına geçmişti. "... Eğer Ramirez doğru söylüyorsa yapmamız gereken Ramirez'in yakınında oturup Annunzio'nun ofisine girebilecek birisini bulmak."

"Bu özel duruma uyan birisini biliyorum." Herkes yavaş yavaş araştırma için dağılmaya hazırlanırken Sherlock, peş peşe getirdiği bilgilerle tekrardan odak noktası oldu.

Arama emri çıkarttıkları gibi oldukça kısa bir sürede Annunzio'nun asistanı olan Bay O'Brien'ın evine varmışlardı. Arama ekibi evi incelemeye koyulurken, her bir odayı didik didik incelemekteydiler. Gözden bir şeyler kaçırmak istemiyorlardı. Salonda, koltukta oturmak dışında başka hiçbir şey yapamayan genç adam, neler olup bittiğini anlamaya çalışıyordu. Başında dikilen iki adam, bazı sorular sormaları gerektiğini söylemişti. Sarışın olanı hemen tanımıştı O'Brien. Bay Annunzio'nun ofisini incelemek için gelen iki dedektiften biriydi. Sarışın dedektifin yanında ise, geçen seferki genç adam yer almamaktaydı. Onun yerine, saçlarına kırlar düşmeye başlamış, orta yaşlardaki ve müfettiş olduğunu öğrendiği adam vardı.

O'Brien'ı ayak üstü sorguya çeken müfettiş ve Sherard'a katılmak yerine arka planda kalmayı yeğleyen Sherlock, giriş koridorundan sorguyu ve bazen evi araştıran polisleri sadece izlemekle yetiniyordu.

"Bu saçmalık." Oturduğu koltuğun ucuna doğru kayarken genç adam, suçlamalara karşı şaşkınlıkla gülümsedi. "Raul Ramirez diye birisini hiç duymadım."

Sherard, kuruyan dudaklarını ıslatıp ellerini önünde bağladı. Bakışlarıyla, yanında dikilmekte olduğu pencereden, görünen sokağı işaret etti. Ellerinde herhangi bir delil olmasaydı böylesine hızlı davranamazlardı. "Senden iki blok ötede oturuyor. Gittiğin spor salonu ile aynı blok içerisinde."

"Hangi spor salonuna gittiğimi nereden biliyorsun?"

"Anahtarlığın." Sorgulanan genç adam, anlamsızca Sherard'a bakıp sorusunu yöneltse de sonunda Sherlock sessizliğini bozmuştu. Kendi bulduğu bir ipucuydu, soruya da bizzat kendi cevap vermek istemişti. Parmağıyla, yanında durmakta olduğu komodinin üstündeki anahtarlığı işaret etti. "Annunzio'nun ofisine girdiğimiz zaman fark ettim. Şu çirkin deniz mavisi renkte olmasa onu hatırlamayabilirdim."

Sorduğu sorunun cevabını net bir geri dönüşle alan O'Brien, ilk gördüğünde de tuhaf karşıladı Sherlock'tan bakışlarını çekerek, başka bir soru için müfettişe döndü. Aralarında en yetkili kişiydi ve odadaki herkesten yaş bakımından daha büyük olduğundan, daha bilge biri olmalıydı. Spor salonu, katilin yaşadığı yerle aynı blokta olmasıyla suçlu görülmüş olunamazdı. "Bu civarda ne kadar insanın yaşadığını biliyor musunuz?"

"Trent Annunzio'yu kariyerini mahvetmekle suçlayacak çok kişi yok. Berkeley de çalışmak için iş başvurusu yaptığını biliyoruz. Üç hafta önce Annunzio'nun oradaki bölüm başkanlığına bir mektup yazdığını da biliyoruz. 'Her ne kadar Bay O'Brien, Horatio Alger gibi başarılı olacak bir görüntü sergilese de maalesef çalışmalarında gelişme göstermedi. Onun için referans olamam'." Lestrade, elindeki dosyada yazan belli bir kısmı, odadaki herkesin rahatlıkla duyabileceği şekilde okumuştu. Ardından, dosyayı eğip koltuktaki asistan gence baktı. "Kaç yıldır Annunzio'nun asistanı olarak çalışıyorsun?"

"Dört, ve..." Ellerini, gidişattan hoşnutsuz olduğunu yansıtırcasına dizlerinin üzerine koydu ve dizlerini ovuşturdu. Odadaki, ona bakmakta olan herkese bir bakış paylaşmıştı. "Beni kötülediği için tabii ki hoşnut değildim, ancak onu ben öldürmedim."

"Onun bilgisayarında kampüs güvenliğine gönderilmek üzere birkaç gün önce yazmaya başladığı bir şikâyet mektubu bulduk. Yazdığı kötü referans mektubunu öğrendiğinde bunu ona ödetmekle tehdit etmişsin." Ne kadar inkâr etmeye çalışsa da her şeyin onun aleyhine olduğunu belirtti Sherard. Genç asistanın, Profesör Annunzio'yu öldürmesi için sebebi vardı. Delillerle birlikte tek şüpheliydi. Bir anlık öfkeyle bile böyle bir işe kalkışmış olabilirdi. Oysa Sherard, genç adamı sevmişti. İyi birisine benziyordu. Ama sarışın dedektif işinden dolayı bir şeyin çok iyi bilincindeydi ki, çok iyi birisiymiş gibi görünen insanlar pek de göründükleri gibi çıkmayabiliyordu.

"Bu çok Kafkavari bir hikâye. Bizler akademisyeniz. Birbirimize kızdığımızda Paris Review dergisine nahoş mektuplar göndeririz. Kiralık katil tutmayız." O'Brien, başında dikilen iki adama bakarak suçsuz olduğunu ispatlamak adına bir kez daha atağa geçti. Fakat daha fazla devam edemeden, salona giriş yapan araştırma çalışanlarından biri, Dedektif Barton'ı çağırmasıyla çabalaması kesintiye uğratılmıştı genç asistanın.

Sherard, onu çağıran genç meslektaşını başıyla onaylayarak önden ilerlemesine izin tanıdı. Salondan, koridora çıktığı vakit Melora'yla denk gelmesiyle, genç kadın için samimi bir gülümsemede bulunmuştu. Bir kez daha jest yapıp, Melora'nın geçmesi için öncelik tanıdı ve ardından onu çağırmış olan meslektaşının peşinden giderek, genç adamın yatak odası olduğunu düşündüğü odaya girdiler.

Sarışın adamın yanından geçip giden Melora, koridordaki dağınıklığa küçük bir bakış attı. Elaları etrafta gezerken sonunda Sherlock'un üzerinde durmuştu. Derin bir iç çekti ve ellerini sarmalayan plastik beyaz eldiveni düzelterek, garip bir sessizliğe gömülmüş olan Sherlock'un yanına doğru ilerledi. Adamın mavileriyle, kadının yeşilleri bir anlık çakışmıştı bu süreçte. Selamlamak adına Sherlock'a göz kırptı. "Yanaklarının rengi yerine gelmiş. Artık solgun gözükmüyorsun. Ateşine filan bakmadım ama çıplak gözle bile daha iyi gözüküyorsun."

"Daha iyi hissediyorum. Düşündüğümden daha hafif bir nezle olmalı." Mavilerini kadından kaçırma gereği hissederek, çabucak önüne döndü. Melora'nın halen daha yüzüne baktığını hissedebiliyordu ama onun bu bakışlarını görmezden gelmeye çalışmıştı. Konuyu nereye getirebileceğini görebilmekteydi ve bu durum hoşuna giderken, aynı zamanda hoşuna gittiği için sinir bozucuydu.

Göz devirme isteğini bastırabilse de dudağının köşesindeki gülümsemesine engel olamıyordu genç kadın. Diliyle dudaklarını ıslatıp onları dişleyerek gizlemeye çalıştı. Adamın asla kabullenmeyeceğini biliyordu fakat ortada bazı gerçekler vardı ve bundan oldukça keyif almaktaydı Melora. "Ya da çay işe yaradı."

Sherlock, başını tekrardan çevirip elalara bir bakış paylaştı. Bunu söylemezse, içinde kalacağını biliyordu. Kadını onaylamıyormuşçasına gözlerini genişletip tekrardan önüne dönmeye çalıştı fakat önüne dönmeden önce, Melora'nın meydan okuyan bakışlarını yakalamıştı.

"Kullan-at bir telefon." Sarışın dedektif, bir anda evdeki tüm konuşmaları bölmüştü, koridordan geçerek salona giriş yaptığında. Elinde, tuşlu bir telefon bulunmaktaydı ve hiç kuşkusuz içeriğini kurculuyordu. Doğruca genç asistanın karşısına geçti. "Bay O'Brien, sizce Kafka bunu nasıl açıkladı?"

"Onu daha önce hiç görmedim." Genç adam, gösterilmekte olan telefona anlamsızca baktı. Olanlar o kadar şaka gibi gelmekteydi ki.

"Gerçekten mi? Çünkü bunu yatağınızın altında bulduk. Ve şimdiye kadar yalnızca bir numarayı aramış. Raul Ramirez. Bu sizi Raul'la suç ortağı yapıyor."

Dedektif Barton ve Asistan O'Brien arasındaki tüm sohbeti gözlemlemekte olan Sherlock, ortadaki garipliği fark etmişti. En başından beri bazı ufak tefek şüpheleri vardı ama son gelişme adamı oldukça derin bir şüpheye düşürmüştü.

"Affedersiniz, Müfettiş?" Salonun girişine yaklaşarak kısık bir tonla yakındaki Lestrade'e seslendi. Lestrade, çağrıldığını işittiğinde sesin gelmekte olduğu yöne doğru arkasına baktı. Adamın onu çağırıyor olmasına anlam vermediği için doğruca kaşlarını çatmıştı. Herhangi bir kanıt-ipucu bulmuş olabileceğini düşünüyordu fakat söyleyeceği şey beklemeliydi. Sorgunun tam olarak ortasındaydılar. "O her ne ise bekleyebilir mi? Adam suçunu itiraf etmek üzere."

"Bu konuda şüpheliyim. Annunzio'nun ölümü ile hiçbir alakası olmadığını düşünmeye başladım." Müfettiş, sorguyu dinlemek için odağını tekrardan toparlamaya çalışırken Sherlock, bir kez daha adamın dikkatini üzerine çekmeyi başarmıştı.

Lestrade, şaşkınlıkla adama döndü. Ne söylediğinin farkında mıydı? Onları buraya getiren Sherlock'tu, aklına gelen ilk şüphelisiydi ve şimdi adamdan şüphelenmediğini söylüyordu. Kanıt olarak sayacakları kullan-at telefon bile adamın evinden çıkmıştı. Eğer unuttuysa veya görmediyse hatırlatabilirdi. "Az önce Ramirez'i aradığı telefonu bulduk."

"Evet, ancak kullan-at telefonun amacı kullandıktan sonra 'atmak' değil midir? Neden onu saklamış ki?"

Lestrade, bir anda kendini Sherlock tarafından sorguya çekilirken bulmuştu. Kaşları otomatik olarak çatılırken, aklının sorgulanıyor olması sinirlendirmişti ve kısık tuttuğu ses tonuna da öfkesini ister istemez yansıtmıştı. "Çünkü hâlâ Ramirez'e ulaşması gerekiyordu. Çünkü salağın tekiydi, bu konuda aşırı düşünüyorsun. Herkes suç konusunda uzman değil."

"Evet, doğru, ancak öyle olsa bile adamlarınız yatak odasını aramaya gittiğinde hiç stres belirtisi göstermedi. Şimdi, telefonu saklayacak kadar salak olsa bile sakladığını unutacak kadar salak mı?"

İki adamın kendi aralarındaki fısıltılı tartışmalarına sessizce yaklaşan Sherard, bölmek amaçlı sahte birkaç öksürükte bulundu. Ne hakkında konuştuklarını anlamak için yeşillerini bir anlığına, birkaç metre uzakta kalmayı tercih eden genç kadına odaklamıştı. Fakat Melora omuzlarını silkmekle yetindi, çünkü ne konuştuklarını kendisi de bilmemekteydi. Kendini tamamen sorguya odaklamıştı.

Sherard, "İkiniz ne hakkında konuşuyorsunuz bilmiyorum ama asıl şovu kaçırdınız. O'Brien az önce her şeyi itiraf etti," dedi dikkatlerini çektiğinde ve ardındaki görüntüyü işaret etti. Genç asistan adam, telaşlı yüz ifadesiyle birlikte polisler tarafından elleri arkada birleştirilerek kelepçelenmekteydi. Lestrade gülümsedi ve Sherlock'a döndü. Sesinde, biraz önceki konuşmalarına net bir ima bulunmaktaydı. "Salak insanlar için Tanrıya şükürler olsun."

Televizyonda, O'Brien'ın sorgu kaydı bir kez daha başa sarmıştı. Daire bir tek televizyondaki video kaydın sesi doldurmaktaydı ve Sherlock, televizyonun önüne bağdaş kurarak oturmaktaydı. Önünde ve çevresinde sayısız çektirdiği fotokopiler seriliydi. Mavilerini bir saniye bile olsa ekrandan çekmemekteydi. Saatlerdir aynı şeyi izliyordu. Belli bir süre sonra sadece izliyor gibi görünmeye başlayarak sadece düşünceleriyle meşguliyetti.

"Bu, ayın on ikisinde oluyor?" Asistan O'Brien'ı sorgulayan adam, düz bir şekilde sorusunu yöneltmişti. Polisin karşısındaki sandalyede oturmakta olan genç, tekrardan başını aşağı yukarı sallayarak soruyu onayladı. "Evet, onunla ayın on ikisinde iletişime geçtim."

"Ve ona Trent Annunzio'yu nerede bulabileceğini söylediniz?"

Sorgulayan adam, cevabı aldıktan sonra sıradaki soruya geçmişti. Bu sırada Melora, Sherlock'un dairesine giriş yapmıştı elindeki belgelerle. Boştaki elini nemli kahvelerine atıp yüzünden çekerken, adamı koltuğunda aramıştı fakat elaları onu televizyonun önünde, yerde otururken bulmuştu. Sherlock yerine bir başkası olsaydı bu durumunu garipser ve televizyonun önünden çekilmesini söylerdi genç kadın ama sonuçta bu kişi Sherlock'tu.

"Evet, ona Trent'i nerede bulabileceğini söyledim." Genç, bir kez daha adamın söylediklerini tekrar ederek geri dönüşte bulundu. İlgisini çeken sorgulamaya yüzünü buruşturdu Melora. O'Brien'ın sorgusuna giremeyecek kadar yoğun bir gün geçirmişti, elindeki baş davada büyük gelişmeler yaşanmıştı. Eve yeni gelmiş sayıldı ve atıştırıp günün yorgunluğunu ve günün kirini üzerinden atmak için duşa girmişti. Çoğundan kurtulduğunu söyleyebilirdi, sadece duygusal yorgunluğu kalmıştı.

"Hey..." Elindeki belgeyi masanın üstüne bırakıp Sherlock'un yanına yaklaştı Melora. Ne olur ne olmaz diye geldiğini belirtmek amaçlı seslenmiş ve parmaklarıyla adamın omzuna değmişti. Fakat Sherlock, genç kadının geldiğini duştan çıktıktan sonra ezberlediği Hindistan cevizi kokusundan bile anlamaktaydı. Her yer buram buram Melora kokuyor diyebilirdi.

Sherlock'la aynı hizaya gelebilmek ve aklının nerede takıldığını anlayabilmek adına yanı başına çömeldi. Yüzünün iki yanına düşen nemli kahveleri arasından yeşilleri adamın mavilerini yakalamayı amaçladı. "Hâlâ bunu mu izliyorsun?"

"Yanlış bir şey var." Ellerini öfkeli bir şekilde siyah kıvrımlarına atıp onları sanki hiç dağınık değilmiş gibi daha da dağıtmıştı. Ardından mavileri, onu ilgiyle izleyen elalara çevrilmişti. Kadının bakışlarında saklı başka bir gizem daha vardı fakat Sherlock bunu fark edemeyecek kadar elindeki davaya odaklıydı. "Konuşmalarında destekleyen kanıtlar yok. Yalnızca suçlamalarda kendisine yöneltilen cümleleri tekrar edip doğruluyor. Bay O'Brien, Trent Annunzio'yu öldürmek için ilk önce devasa bir robot yapmaya çalıştınız mı? Evet, Trent Annunzio'yu öldürmek için ilk önce devasa bir robot yapmaya çalıştım."

Sherlock, sorgulayan adamı ve sorgulanan O'Brien'ı taklit etti, tamamen bağımsız olan bir konuyu vurgulayarak. Taklidi(!) beklemeyen genç kadın, şaşkınlıkla burun buruşturarak gülümsedi. Ne kadar berbat taklit(!) konusunda berbat olsa da iyi bir konuya değinmekteydi adam. Lestrade ile konuşmalarını daha sonradan öğrenebilmişti, O'Brien hakkında adamın ne düşündüğünü biliyordu. "Hâlâ onun öldürdüğünü düşünmüyor musun?"

"Emin değilim." Eliyle yüzünü avuçladı ve kendine gelebilmek adına sertçe ovuşturdu. Emin olamamaktan nefret ediyordu. Tüm oklar asistan genci gösteriyor olabilirdi ama böylesine eğitimli, üniversitede asistanlık yapan birinin telefonu unutacak kadar salak olduğunu düşünmüyordu. Başka bir şey vardı ortada ve henüz görememişti.

Sherlock'un konu üzerindeki huzursuzluğunu çıplak gözle bile görebilmekteydi. Bir süre sessiz kaldı ve televizyon ekranındaki kaydı izledi. Ama, adamın da dediği gibi aynı şeylerin tekrarlanıp durmasıyla sıkılıp izlemeyi kesti. Yüzünün önüne düşen ve rahatsız eden saç tutamlarını, tek bir omzunun üstünden sarkacak şekilde topladı. Elaları, araştırmacı kimliğine bürünerek doğruca Sherlock'un önündeki belgelerle ilgilenmeye başlamıştı. "Bunlar da ne?"

"Bunlar Bay O'Brien'ın banka hesap bilgileri ve bazı postaları. Bu akşamüstü polis merkezinden çıkmadan önce Müfettiş Lestrade'in bana erişim sağladığı her şey." Melora önündeki fotokopilerin çoğunu alıp, hızla yazılara göz atmaya başladığında açıklamada bulundu kadın için. Sherlock, derin bir iç çekip ekrandaki kayda geri döndü. Kendince fısıldamıştı fakat yanı başındaki Melora'nın bu sözlerini rahatlıkla duyabileceğinin farkındaydı. "Adam hakkında bana daha fazla bilgi vereceğini düşündüm, ancak şimdiye kadar..."

"Yakın zamanda oldukça fazla müzik indirmiş."

"Yalnızca geçen ayda yüzden fazla. Hemen hemen hepsi çok kötü." Not düşme gereği hissedip, kadına baktı. Sherlock'un tavrına karşı belgelerden başını kaldırdı. Aynı orantıda tek kaşı da konuya anlam vermek adına yukarı hareketlenirken Sherlock, düşüncesini kanıtlamak istercesine belgedeki listeden bir şarkıyı parmağıyla işaretledi. "'My Heart Will Go On'"

Adamın özellikle seçtiği şarkıya kalbi kırılmışçasına ufak jest gösterisinde bulunmuştu Melora. Ama hemen ardından eğlence olması adına, Titanic filmiyle bir olmuş o unutulmaz aşk şarkısını mırıldanarak gülümsedi. Gözlerini deviren Sherlock, bir anda kadının elinden belgeleri kaptığı gibi oturduğu yerden kalktı. "Onu çürümeye terk etmem gerekir."

Adamın yaptığı şeye anlam veremeyerek öylece ardından baktı genç kadın. Davranışını kurcalama gereği duymaması gerektiğini kendine hatırlattıran Melora, klasik göz devirmesini sergilemişti. Dizlerinden destek alıp çömeldiği yerden kalktı ve adamı takip ederek mutfağım yolunu tuttu.

Elindeki belgelere fırlatırcasına masanın üstüne bıraktıktan sonra çekmeceden kahve kupasını çıkarmıştı Sherlock. Uzanıp, kahve kavanozunu yokladığı sıra peşinden kısa bir süreliğine ayrılan Melora'ya göz ucuyla baktı. Kadın, Sherlock'un davayla ilgilenmeye küçük bir ara vermiş olduğunu düşünerek, daireye getirdiği belgeleri kapının girişindeki masadan almak için geri dönmüştü. Gün içerisinde bakmaya fırsatı olmamıştı ama eve dönüş yolunda bindiği metroda, oluşan küçük boş vaktiyle bakma şansı elde etmişti. "Hey, seninle Miles hakkında konuşmak istiyorum."

"Şırınga-biraderim olan mı?" Kavanozdan kaşıkladığı kahve tanelerini, bardağına taşırken omzunun üstünden genç kadına baktı. Sherlock, ilk defa zararlı madde kullanımında kendini de katmıştı. Bundan önce net bir konuşmaları olmamıştı, daha doğrusu Sherlock hiç doğrudan bahsetmemişti kadına bundan.

"Evet..." Cevabından hoşnutsuz olsa da genç kadın, adamı onayladı. Elalarını kaçırıp, dosyanın içindeki belgelerle uğraşmaya döndü. Kağıtlar arasında göstermek istediğini bulduğunda, masanın üstünden Sherlock'a doğru iterek adamın ona doğru dönmesini sağlamıştı. "Senin verdiğin dosyalardan tutuklama ile ilgili olanı inceliyordum."

Sonunda kadının ona açılıyor oluşunu gördüğünde keyfi az çok yerine gelmişti Sherlock'un. Elindekileri tezgâhın üstüne yerleştirip, bakması için genç kadının ona izin tanıdığı dava dosyasına uzandı. Yazılanları okuduğu sürece de sessizliğini bozmamıştı. Aynı sessizlikte olan Melora, dosyanın içerisindeki olay yerinde çekilmiş fotoğrafları masanın üzerine sıralı bir şekilde dizdi. Geniş açıdan çekilen fotoğrafı işaret etmişti işini bitirdiğinde de.

"Bu Miles'ın arabası. Bu kadar hasarla büyük bir yaralanma olmasını beklerdim ama onu gördüğümde vücudunda bir çizik bile yoktu. Şimdi, eğer emniyet kemeri takıyor olsaydı göğsünde ve boynunda kemer izlerine rastlardım. Eğer emniyet kemeri takmadıysa başını ön cama ya da direksiyona çarptığından yaralanmış olurdu."

"Islington'da yaşıyormuş." Melora'nın anlatımları sırasında gösterdiği fotoğrafa bakmak için mavilerini elindeki belgeden çekmişti fakat daha sonra, belgedeki yazılanlara geri döndü. Adamın yaşadığı yerden birkaç olay işitmişti zamanında. "Oralarda bir dizi izinsiz araç çalıp gezme olayları oldu. Daha sonra hırsız aracı terk etti ancak içindeki değerli eşyaları çaldı."

Genç kadın, adamın tüm söylediklerini büyük bir ilgiyle dinledi. Hayatının tamamını Londra'da geçirmiş olduğu için, yıllardır Londra'da olmayan Melora'ya nazaran daha çok detaylı bilgilere sahipti. Genç kadının gözünden kaçmayan bir şey vardı ki; davayı konuşabilmek için genç kadını zorlayan Sherlock, sonunda bakmasına izin vermiş olmasına rağmen diğer davalardaki gibi pek coşkulu değildi. Fakat Melora bu ayrıntıyı görmezden geldi. Sonuçta adamın gerçekten ilgisini çeken o tarz dosyalardan değildi ve üstüne üstlük takılı kaldığı başka bir dava vardı.

"Sorun şu ki, çalınan araçların hepsi düz kontak yapılmıştı, Miles'ınki öyle değildi. Burada söylediğine göre anahtarlar kontağın üzerinde bulunmuş." Melora'nın uzattı bir başka okunacak belgeyi aldığında, okuduğu kısımdaki bilginin altını çizercesine ses tonuyla vurgulamıştı. Bir süre ikili birbirlerine bakmıştı. Oluşan sessizlikle sakince düşünme fırsatı yaratılmıştı.

Bakışlarını ilk kaçıran Melora olduğundan doğruca, masaya dizdiği fotoğrafların üzerine düşürdü elalarını. Sherlock da herhangi bir şey söyleme gereği duymayarak yeni belgeyi okumaya dönmüştü fakat genç kadın dikkati tekrar üzerine çekmişti. "Bazen anahtarları araçta bıraktığını söyledi."

Kadının bulduğu olasılığı başıyla onayladı. Anahtarları araçta unuttuğunu ele alsalar bile hırsızlık teorisini çürütecek başka bir tutarsızlık daha vardı. "Başka bir tutarsızlık ise araçtan bir şey çalınmamış ya da sökülmemiş."

Duraklamıştı Melora. Hırsızlık teorisi üzerinden gitmek kadına o kadar mantıklı gelmişti ki. Bir yanı hâlâ Miles'ı savunma derdindeydi. Fakat Sherlock'un sunduğu tutarsızlıklar da bir o kadar mantıklı durmaktaydı. Alt dudağını dişleyip fotoğraflara baktı. Herhangi bir şey bulmayı umuyordu, gözden kaçan bir şey. Elaları, sıraladığı görsellerden birinin üzerine geldiğinde aracın anahtarına baktı. Aklında bir anlığına ufakta olsa küçük bir anı canlanmıştı. "Biliyor musun? Bir sene Miles'a Noel hediyesi vermiştim. İçinde saat olan gümüş bir anahtarlıktı."

"Çalınan bir şey olduğunu mu düşünüyorsun?" Adamın merakla sorduğu sorusuna başını kısmen 'evet' dercesine yana yatırmıştı. "Pahalı bir şey gibi gözüküyordu ama değildi. Belki aracı çalan kişi pahalı olduğunu sanmıştır."

Garip bir durum olduğunu biliyordu fakat hayatı boyunca, oldukça zengin bir insan olup zengin hayatı yaşamamayı tercih eden Melora'ydı. Önemli hususlar olmadığı sürece de parasını konuşturmazdı. Her insan gibi toplu taşıma kullanarak seyahat edip, ihtiyacı olduğu kadar alışverişlerini gerçekleştirirdi. Bu kararı bazen insanlar tarafından yanlış karşılanır ve boş dedikodulara neden olurdu ama Melora'nın umurunda değildi, artık insanların düşünceleri.

"Belki de onu Miles'ın atmış olabileceğini vurgulamazsam kendimi eksik hissederim." Elindeki belgelerle işi bittiğinden doğruca Melora'ya geri uzatmıştı. "Bildiğin gibi biz bağımlılar çok da duygusal değiliz."

Sherlock'un imasına herhangi bir şey söylemeden kendisine uzatılan belgeleri aldı. Tekrardan adamın mavileriyle bir süre bakışmıştı. Sherlock'u anlayabildiğini düşünürken bir anlığına yolunu kaybediyordu. Her açıdan duygusal biri olmadığını söylüyordu ama genç kadın pek de öyle olduğunu düşünmüyordu. Sanki bu bilgi parçacığının ardına sığınıyor gibiydi adam. Sherlock'un sesini işittiğinde dalıp gittiği düşüncelerden kendini çekip almıştı. Dağılan saçlarını kulağının ardına sıkıştırıp kendini toparlamak için vakit yaratarak gerçekliğindeki Sherlock'a geri döndü.

"Sana bir şey sorabilir miyim? Miles'la birlikteliğiniz başlamadan önce ne kadar süredir birlikte çalışıyordunuz?" Ses tonunu ne kadar düz tutmaya çalışsa da merakını tam olarak gizleyememişti ve gizleme gereği de duymamıştı. Mutfak tezgahına geri dönüp, hazır olan kahvesine sıcak su doldurdu. Genç kadından herhangi bir geri dönüş alamamıştı ve meraklanıp ardında ki kadına baktı.

İlk başta soruyu algılamakta güçlük çekmişti Melora. Sherlock'un genel anlamda sorduğunu düşünmemekteydi soruyu. Sözlerindeki alt mesajı yakaladığında ise konuşmayarak masanın üstündeki tüm Miles'ın davasına ait kâğıt parçalarını toplamaya başlamıştı. Sherlock, Melora'nın sessiz sedasız toparlanıyor oluşuyla yanlış şeyler söylediğinin farkına varmıştı. Bir anlık Melora'yı kendisinden uzaklaştıracağı paniğine kapılırken sözlerini hızla toparlamaya çalışmıştı fakat işleri daha da karıştırmaktan başka hiçbir yararı olmamıştı.

"Geçen gün onun hakkında yaşadığın hayal kırıklığı... fazlaydı. Kuşkusuz, daha önce iş birliği yaptığı 'tanıdık' hafif suçluların tekrar suç işlemeye başladığını görmüş başarılı bir dedektife göre... Şimdi de ona yıllar önce verdiğin hediyenin kayıp olduğunu fark ettiğin için... Yargılamıyorum. Yalnızca meraktan."

"Yarın sabah ilk olarak Brixton Hapishanesine gideceğim. Birkaç saat bensiz yapabilir misin?" Masanın üstündekilerini toparlama işlemini bitirdiği gibi karşısındaki Sherlock'a baktı. Söylediklerini görmezden gelerek umursamaz tavrını takınmıştı genç kadın. Miles konusunu daha fazla konuşmak istemiyordu. Şu an için istediği tek şey, yatağına yatıp berbat günü bitirmekti.

Sherlock, kadının sorusuna şaşkınlıkla ama tebessümle onayladı. Melora, başka bir şey söylemeden dairen çekip gitmişti. Kadının çıkması ardından yüzündeki tebessüm de saniyesinde kaybolmuştu. Melorasız birkaç saat geçirmekten pek tabii ki memnun değildi. Ama en önemlisi son mevzuda kadını üzüp üzmediğini düşünmeye başlamıştı Sherlock. Eğer üzmüş olsaydı ağzının payını verirdi Melora. Sonuçta meraktan sormuştu sorusunu, yanlış bir şey yoktu.

Melora'yla alakalı düşüncelerle dolmaya başlayan zihnine kaşlarını çatmıştı. Hızla kendini genç kadın hakkındaki düşüncelerden uzaklaştırıp, zifiri renkteki kahvesine iki şeker attı. Çekmeceden aldığı kaşıkla şekerin sıvıyla bütünleşmesini hızlandırırken masanın üstüne bıraktığı belgelere baktı. Kuruyan dudaklarını kahvesinden yudum alarak nemlendirmişti bu sırada.  Melora'dan hızla aldığı, O'Brien'ın şarkı listesiydi. Neden hepsi berbat aşk şarkılarıydı ki? Ve bu şarkıları nereden anımsıyordu?

Yazım yanlışlarım varsa affola.

Küçük yıldıza dokunmayı, konuşma balonuna tıklayıp düşüncelerinizi paylaşmayı unutmayın.

Ne kadar etkileşim,
o kadar mutlu pofuduk...

*sonlara doğru çok saçmaladım ama pff*

01. Genelde, bu kısımda bölüm hakkında konuşurum. Ama bu sefer konuşmasam?

02. Aslında bölüm hazırdı, son iki kısmı yazmak kalmıştı ve tabii genel bir temize çekme işi... Yani en son paylaştığım bölümden yaklaşık bir hafta sonra net yayınlayacaktım. Fakat içime sinmemişti anlatış biçimim ve bölümü temize çekerken düzeltirim bazı şeyleri dedim. Dedim demesine de, temize çekmeye başladığımda bölümü tekrardan baştan yazmaya başladım. Öyle bir şey oldu ki, tekrar tekrar başa sarmaya başladım ve bu bir 5 kez olunca doğal olarak bölümden soğudum. Yanlış anlaşılmasın, kitaptan değil bölümden soğudum. Ne zaman bölümü açsam 'ıgh, hayır hayır. hazır değilim,' deyip kapıyordum. Bölümlerin uzun olması da bir etken sonuçta bu duruma. Yaz yaz bitmiyor...

03. Neyse, bu süreçte fazlaca yeni kurgular düşündüm ve bazı yenilikler yaptım. İlk öncelikle bu hikayenin cast kısmını güncelledim ki bir kez daha güncelleme gelecek o kısma. İkinci kısmın bölüm düzenlemesini kafamda oturttum. Kötü haber, bölüm sonu sürprizleri olmayabilir ama iyi haber daha fazla görsel içerik yer alacak bölüm içerisinde... Önceki bölümleri de güncellemek istiyorum ama sizlerin o güzelim pasaj yorumlarınızın gitmesini istemiyorum. Arada açıp okuyorum çünkü :')

04. Ve geçen bölümlerde sizlere Doctor Strange ile Melora'yı bir araya getirmek istediğimi, uygun bir kurgu oluşturursam yazacağımı söylemiştim. Bunu buraya yazıyorum çünkü Benedict = Stephen = Sherlock + Melora. Marvel hikayelerimi 'Dark Serisi' adı altında yayınlayacağım ve Stephen ile Melora'nın buluşacağı kitabın adı da 'Dark Blood'. Ta-daaa! Her neyse, tasarım kitabımdan hikayenin şu anki kapağına ulaşabilirsiniz belki bir fikriniz olur kurgu hakkında. Ki pek sanmıyorum, düz bir kapak sonuçta xjdjdnd [hikayedeki konu, Doctor Strange filmiyle Thor: Ragnarok filmi arasındaki o zaman diliminde geçecek. Hoş giderse ikiliyi diğer filmlerde ve dizilerde(?) de devam ettiririm hikaye içerisinde.]

05. Benim paragraflarım daha da mı uzamaya başladı? Ah pofuduk, daha kısa paragraf daha rahat okuma konforu, lütfen unutma bunu...*

06. Umarım okurken sıkılmamışsınızdır.

Bạn đang đọc truyện trên: Truyen2U.Pro