22 | her şeyi gören gözler. kısım 1

Màu nền
Font chữ
Font size
Chiều cao dòng

0022. BÖLÜM YİRMİ İKİ

— her şeyi gören gözler. kısım bir

───── Kelime | 6797 ─────

Birkaç saat... sadece birkaç saat uyuyabilmişti Sherlock. Bu, onun için büyük bir durumdu. Elinde, özellikle zihnini fazlaca kurcalayan bir dava varken uyumak yapacağı en son eylemlerden biri bile değildi. Dışarıda bir katil elini kolunu sallayarak gezerken nasıl rahatlıkla uyuyabilirdi ki diğer insanlar gibi? Böyle durumlarda, sadece bazı istisnalarda uyuyordu ve o istisnaların sebebi; Bayan Hudson ile yaşayan, inatçı bir genç dedektifin ta kendisiydi. Melora'nın zorlamasıyla, çay diye yutturduğu o tuhaf tattaki içecekleri içerek iyi uyku çektiğini yalanlayamazdı. Neyse ki o şeyleri doğru vakitte önüne seriyordu. Her zaman ama her zaman doğru zamanda doğru adımı atmaktaydı. Genç kadına belki de sinirlenememesinin nedeni buydu Sherlock'un.

Gardırobundan çıkarmış olduğu günün takım elbisesini üzerine geçirmişken, ayna karşısında üstündekilere çekidüzen verdi. Siyah takımının altına açık mavi renkte gömleklerinden birini giymeyi uygun bulmuştu. Aynadaki yansımasından kendini inceleyen mavileri, sessizlikle saçlarına odaklandığında; uzun ince parmakları, her bir yana dağılarak özgürlüklerini ilan etmiş siyah kıvrımlı saçlarına rota çizdi. El alışkanlığından olsa gerek onları, olduğundan daha çok dağıtmıştı. Saçları en son ne zaman tarak yüzü görmüştü?

Saçlarını karakterize etme işlemini bitiren Sherlock, daha fazla oyalanmanın bir başka vakit kaybı olacağı düşüncesiyle saati yoklamak istedi. Yatağının yanı başındaki komodine yaklaşıp, yatmadan önce çıkarıp da bırakmış olduğu kol saatini kavradı. Henüz saat 6 civarıydı. Scotland Yard'a varması ve Dedektif Barton'a durumu anlayabileceği şekilde izah etmesi, belki ikna etme işlemiyle birlikte birkaç saat daha harcanacaktı. Bayan Annunzio bu süreçte uyanmış olurdu.

Kol saatinin siyah deri kayışlarını bileğine sarmalayıp her zamanki bilek ayarını verirken Sherlock, odasından çıkmıştı. Bakışları son kez, önünden geçmekte olduğu mutfak masasının üstündeki dosyalara kaydı. Artık yeni bir teorisi vardı ve bu teorisini destekleyen en temel kanıtlar dosyaların üzerinde yazan şarkı başlıklarıydı. Aşk her zaman insanlığın en büyük tehlikelerinden biriydi. Birçok destan, birçok hikâye yazılmıştı bu duygunun üzerine ve ne geliyorsa insanın başına, aşktan geliyordu. Dünya'nın en güçlü ve en ölümcül zehri denebilirdi.

Ama söylemeden edemezdi, yeni teorisinde Melora'nın da parmağı vardı. Genç kadınla olan dün geceki konuşmalarının ardından, dosyalardaki şarkı adlarının üzerinde daha farklı bir bakış açısıyla durmuştu. Kadının deyişiyle 'ortağı' ve komşusu olan Melora'ya belki teşekkürde bulunabilirdi. Onun, 'eski bir tanıdık' durumu sayesinde aklındaki sorulara ışık tutulmuş; Bay Annunzio'nun asistanının neden suçu üstlendiğine dair güzel bir açıklama bulmuştu.

Hızlı adımlarla indiği merdivenleri geride bırakırken, elinin altındaki mavi atkısını boynuna el çabukluğuyla bağladı. Atkısının dışarıda kalan uçlarını paltosunun iç kısmına özenle sıkıştırdı. Genellikle takmayı sevmediği ama kış şartlarından dolayı zorunda kaldığı eldivenlerini paltosunun cebinden çıkaran Sherlock, istemsiz olarak omzunun üstünden Bayan Hudson'ın dairesini kontrol etti.

Davadan sorumlu dedektif, Sherard Barton olduğundan edindiği yeni bilgileri onunla paylaşması gerekiyordu. Bu süreçte Melora'nın kendisine eşlik etmiyor oluşu, Sherlock'un keyfini bir hayli kaçırmaktaydı aslında. Dün gece genç kadının söylediği son cümle aklına geldiğinde, istemsizce derin bir nefes alıp önüne döndü. Kadının halletmesi gereken başka işleri vardı. Problem etmeyecekti. Kadın ne kadar çok ilgilenirse bir o kadar çabuk kurtulacaktı ve Sherlock, Melora'nın bir an önce o işten kurtulmasını istiyordu. Kendisinden gizlemeye çalışsa da gergin olduğu aşikardı.

Şu an için bile gergin olmalıydı. Uyanık olduğunu biliyordu. Yatağından kalktığı sıra, dış kapının açılıp kapanma sesini duymuştu. Çok nadir aksattığı sabah koşularının birinden yeni döndüğünü böylelikle anlamıştı Sherlock. Olduğundan daha erkenci davranacağını dünden haber vermişti, Brixton Hapishanesine uğrayacağını söyleyerek.

Girişteki dar koridorun sonundaki kara kapıya vardığında, kapıyı kendine doğru çekip adımlarını doğruca evin dışına attı. Londra'nın kış rüzgârı 'günaydın' dercesine adamın yüzüne çarpmıştı. Mavileri, henüz kalabalıklaşmamış Baker Sokağını baştan aşağı süzmüş, boş bir taksinin sokaktan geçip geçmeyeceğini yoklamıştı. Nitekim de Sherlock'un şansına sokaktan araç bile geçmemekteydi o sıra.

İstediği boş taksiyi bulmak için, sokağın başına, caddeye doğru yürümek durumunda kaldı adam. Geçen birkaç araçtan sonra bulduğu taksiyle, Scotland Yard'ın yolunu tutmuşlardı. Tahmin ettiği gibi ne kısa ne de uzun süren araç yolculuğu sonucunda taksiciye ödemesini yapıp, bir kez daha Londra'nın soğuk havasına adımını attı.

Esen kuru rüzgârın rahatsızlığıyla, paltosunun yakasını dikleştirdi Sherlock. Nemli beton basamakları hızlıca tırmanıp, kendisini sıcak polis teşkilatının içerisine attı. Sabahın ilk saatleri, binanın içerisi olduğundan daha az kalabalık ve daha az uğultuluydu. Bazı çalışanlar yaptıkları mesaiden ötürü nöbet değişikliğine giderken, onların dışında kalan sınıf ise ellerindeki işlerle uğraş içerisindeydi.

İçeri girer girmez birtakım gözler adamın üzerine sabitlenmişti. Memnuniyetsiz bakışları her zamanki gibi umursamayan Sherlock, sadece işine odaklı biri olarak doğruca, uğramaktan mimarisini ezbere bildiği binanın koridorlarına geçiş yaptı. Melora ve Sherard'ın çalıştığı ofis alanı birkaç kat üstteydi ve oraya çıkmak için asansör yerine merdivenleri kullandı.

O sırada; sarışın adam kahve makinasının önünde, kahvesini beklemekteydi. Bu bekleme sürecinde boynunu esnetmek için başını soldan sağa ve geriye doğru olabildiğince gergin bir şekilde yuvarlattı. Üstündeki sabah yorgunluğunu atmaya ve vücudunu, çevre koşullarının izin verdiği kadarıyla esnetmeye çalışmaktaydı.

Gece güzel bir uyku çekemediği için keyifsizdi. Teşkilata yakın bir apartmanda yaşıyordu ve olduğu katta onun dairesi dışında iki daire daha bulunmaktaydı. Dairelerden biri henüz birileri tarafından tutulmamıştı. Bunun için sevinip sevinmemesi gerektiğini bilmiyordu Sherard. Yan komşusu gibi saatten haberi olmayan bir başka gürültücü komşuya başı kaldıramazdı.

Onu rahatsız etmekte olan siyah kravatını çekiştirip, boynundaki sıklığını azalttı. Evden o sinirle nasıl çıktığını ve iş yerine nasıl geldiğini hatırlamıyordu. Ama umuyordu ki burada rahatlayacaktı. Kahvesini alıp masasına geçecek, birkaç yudumla uykusu açılacak sonra da iş arkadaşı Melora'yı görecek, tüm derdi ve tasası yatışacaktı. Evet, her şey bu kadardı Sherard için, bu kadar basit. Ardından işinin başına dönecek ve suçluları içeri tıkmaya devam edecekti.

Kahve makinasının hazır oluşuyla, yanında getirdiği beyaz kupasına istediği o kahveyi doldurdu sarışın dedektif. Planının ilk adımı tamamdı, sıra ikinci adımdaydı. Çevresindeki insanlarla sözlü iletişim kurmak yerine sadece başını sallayarak selamlamakla yetinen Sherard, doğruca masasına ilerledi. Sandalyesini çekip oturduğunda, köşeleri yukarı kıvrılmış dudaklarına çarpan kahve buharıyla iç çekti. Aldığı büyük bir yudumla, sert tadı ağzının dört bir yanına yedirmişti. Şu an için emin olduğu bir konu varsa, bardağın dibini gördüğünde kendine geleceğiydi.

Beyaz kupanın ardındaki yeşilleri, planının sıradaki aşaması için harekete geçmiş ve doğruca genç kadının masasının yolunu tutmuştu. Masasının dağıtılmamış ve bilgisayarının açılmamış olması, henüz gelmemiş olduğunun bir işaretiydi. Gözlerini bu sefer koridora bakan kapıya çevirmişti ki içeri giren kişiyi görmesiyle gözlerini kaçırması bir oldu.

Sherard, berbat başlayan yeni günde göreceği ilk yüzlerden birinin Melora'nın olmasını dilemişti sadece. Büyük bir dilek değildi, olasılığı düşük bir dilek de sayılmazdı. Kadın, gününü güzelleştirecekti güler yüzüyle. Üstündeki güzel enerjiyi çevresine yayacaktı. Evet, üstündeki enerjiyi yayan bir tek Melora değildi. Sherlock da bunlardan biriydi. Genç kadının yaydığı güzel enerjilerden yaymıyordu sadece çevresine. Belki de gerçekten bir kâbusun içerisindeydi Sherard...

Elindeki kupayı masanın üstüne bırakıp, henüz ne olduğunu bilmediği dosyaya yüzünü gömdü. Görmemiş gibi davranırsa yanından geçip gideceğini umuyordu. Büyük ihtimal Annunzio soruşturması için Müfettişle konuşmaya gelmişti ve oturduğu yerin hemen arka tarafında kalan ofisine uğrayacaktı. Sadece bilmediği bir şey vardı ki Sherlock'un, Müfettiş Lestrade henüz gelmemişti.

İçindeki merak duygusunu bastıramayan Sherard, dosyaların ardından göz ucuyla Sherlock'un hareketlerini izlemeye koyuldu. Adam, ofise girer girmez etrafı yoklamıştı. Adımları istikrarlıydı ve nedenini bilmediği bir sebepten ötürü Melora'nın masasına ilerledi. Masanın üstünde kadının ilgilenmekte olduğu bazı dosyalar duruyordu, Sherlock da hiç çekinmeden onları kurcalıyordu. Evde de kadının eşyalarını böylesine bir rahatlıkla kurcalıyor mu, diye içinden geçirmişti Sherard. Aynı daireyi paylaşmadıklarını biliyordu fakat yakın olduklarını da biliyordu.

Adamın mavileriyle kendi yeşilleri kesiştiğinde, Sherard hızlıca bakışlarını kaçırdı ve başını gömdüğü dosyalara geri döndü. Sherlock'un hareketlendiğini rahatlıkla anlamıştı. Adımları, olduğu masaya doğru yaklaşmaktaydı. Görmezden gelmeye ne kadar devam etse de sarışın dedektif, masanın üstüne bırakılan belgeyle irkilmişti.

"Bayan Annunzio ile Bay Annunzio'nun asistanı Bay O'Brien'la gizli bir ilişkileri var." Sherlock, şarkıların yazıldığı belgeleri masanın üstüne bıraktığı gibi konuyu uzatmadan açıkladı. Evdeki kopyaları yanında taşımak istememişti. Melora'nın masasına, kadının bakması için belgelerin bir başka kopyasını bırakacaklarını düşünmüştü ve yanılmamıştı.

"Sana da günaydın, Grinch." Burun buruşturmakta kendine engel olamazken elindeki dosyayı yavaşça indirdi. Böylelikle  bıkmış yüzünü, başında Azrail edasıyla dikilen adamdan gizlememişti. Memnuniyetsizdi ve öyle de kalacaktı. Sabahın erken saatlerinde, böylesine kötü bir günde, tek isteyeceği şey Sherlock'la muhatap olmamaktı.

Yeşillerini, kendisini bakışlarıyla öldürebileceğine oldukça inanmış Azrail'inin mavilerine sabitlemeden önce adamın çevresine bakındı. Hâlâ bir umut Melora'nın köşeden bir yerden çıkmasını ve olaya el atmasını bekliyordu. Sherlock'la dün yeterince uğraşmıştı hem de tek başına.

Melora'yı tekrardan görememiş olmanın verdiği hayal kırıklığı ve pes edişle, 'yine ne var' dercesine adama odaklandı. Sorusunun karşılığında mimik olarak bezmiş bir göz devirmesi alırken, Sherlock belgelerde yazan yazıların altına parmağıyla görünmez çizgiler çekti. "Sana anlayacağın şekilde açıklayacağım, Dedektif. Buradakiler aşk şarkıları."

"Evet Bay Kendini Çok Zeki Sanan, orada yazan şeylerin aşk şarkıları olduğunu anlayabiliyorum. Dün de anlayabiliyordum." Oturduğu sandalyeye sırtını geri yaslarken, sözleriyle Sherlock'u iğnelemişti. Belgelerdeki yazanları okuyabiliyordu ve şarkıları hiç bilmese bile başlıklarından aşk temalı oldukları çıkarımını bile yapabilirdi.

Sherlock, sarışın adamın yüzüne öylece baktı. Tanıdıkça Sherard'ın, Anderson'dan daha zeki olduğunu düşünmeye başlamıştı. Çok değil, minik farklılıklarla IQ üstünlüğü vardı öbür dedektiften ama belki de sabahları sarışın adamda kısa süreli beyin ölümü gerçekleşiyordu. "O zaman daha fazla kafanı çalıştırman gerekiyor..."

Bayan Annunzio, söylenenler üzerine bakışlarını karşısındaki sarışın dedektife dikti. Anlattıklarının doğru algılayıp algılamadığını sorguluyordu sessizliğiyle. Bu iki adam kapısını çaldığında, onları bu kadar erken saatte görmeyi beklemediği için bir hayli şaşırmıştı. İçeri geçme isteklerini geri çevirmeyerek salona buyur etmiş ve söyledikleri, daha doğrusu sarışın dedektifin söylediği her şeyi olabildiğince dikkatle dinlemişti. Katili bulduklarını düşünüyordu ve bunun haberini onunla paylaşacaklarını fakat bambaşka şeyle karşısına çıkmışlardı.

"Özür dilerim, ama kafam karıştı. Bay O'Brien'la benim bir ilişki yaşadığımızı mı düşünüyorsunuz?" Usulca sorusunu karşısında dikilen ikiliye yöneltti genç kadın. Kahvelerini yeşillerden ayırarak, yanlarından kısa süreliğine uzaklaşmış olan mavilerin sahibine çevirdi. Geldiğinden beri sessizliğini koruduğu için sıradaki sözcüklerin ondan çıkmasını bekliyordu.

Kadının anlam karmaşası yaşıyormuş gibi davranmasına Sherlock, dudaklarını birbirine bastırdı ve kafasını iki yana hafifçe salladı. Doğru sözcükleri bulabilmek adına vakit kazanmaya çalışıyordu genç kadın. Ne kadar fazla vakit, o kadar doğru yalanlamalar. Kadının itirazlarının bu saatten sonra işe yaramayacağını göstermek adına, raftan aldığı CD'lerle yanlarına yaklaştı. CD'lerin kaplarında, siyah keçeli kalemle kadının ismi yazarken ayrıca aynı el yazısıyla şarkıcılarıyla birlikte şarkı adları da yazılıydı. Ne büyük tesadüftür ki Bay O'Brien'ın satın aldığı şarkı listesiyle birebir aynı.

"Bu karışık CD'ler üstünde sizin isminizin yazdığı..." Sessizlik yeminini sonunda bozan Sherlock, CD kaplarının üstündeki yazıları odadaki her iki kişinin görebilmesi için çevirdi. Özellikle de bizzat kadının karşısına geçmeyi seçerek söyleyeceklerinden sonraki tepkisini keyifle gözlemlemek istiyordu. Elde net bir şekilde var olan bu kanıtları nasıl yalanlayacağını oldukça merak ediyordu; insan doğası yalanlamayı pek severdi. "... geçen gece bunların tamamen son birkaç ay içinde Bay O'Brien tarafından satın alınmış şarkılardan oluştuğunu fark ettim. Neredeyse tamamı aşk şarkıları."

Jun, kendisine uzatılmış olan CD'leri bakışlarını kaçırırken hızlıca aldı. Beyaz teni, bahsedilenler hafif hafif kızarmaya başlamıştı bile Asyalı genç kadının. Hüzünlü ve utanmış aşık gibi gözlerini parmaklarının arasındaki CD'lere odakladı. Ara sıra yüzük parmağındaki alyansa göz attığında derince iç çekmişti. Ne söyleyeceğini ya da ne söylemesi gerektiğini bilemiyordu, işeri daha da batırmak istemiyordu sadece.

CD'leri verdikten sonra boşalan ellerini paltosunun ceplerine soktu Sherlock. Duruma biraz daha açıklık getirmek ve kadının neyin içerisinde olduğunu farkına varması adına sözlerine devam etti. "En iyi romantik jestlerden birisi değil belki ancak Asistan maaşı ile size pahalı mücevherler alamazdı. Polis onu Trent'in cinayeti ile suç ortağı yapan telefonu bulduğunda yüzündeki ifadeyi görmeliydiniz. Donup kalmıştı. Sebebi ise muhtemelen o telefonun evinde olduğu konusunda hiçbir fikri yoktu."

Asyalı kadın bakışlarını kaldırıp şaşkınlık ve telaşla karşısında dikilmekte olan adama odakladı. Son gelişmelerden haberi yoktu, O'Brien'ın tutuklanmış olduğunu yeni öğreniyordu. Sherlock ise kendisine bakmakta olan kadını, hiç şüphesiz parmağıyla işaret etti. "Telefonu oraya siz koydunuz, değil mi?"

"Telefon hakkında hiçbir şey bilmiyorum!" Adama olan tavrı netti ve sesi öfkeyle yükselmişti Bayan Annunzio'nun. Salonda, onlarla birlikte kızının da olduğunu fark ettiğinde, dudaklarını birbirine bastırarak sessiz olması gerektiğini kendine hatırlattırdı. Kadının itirazı, Sherlock'u düşüncelerinden caydırmaya yetmemişti.

"Hâlâ kafamı kurcalayan bir şey var. Neden suçu itiraf etti? Beynimin limitlerini zorluyorum. Aklıma iki muhtemel cevap geliyor. Birincisi, bir buluşmanız sonrasında telefonu yanlışlıkla bıraktığınızı ve geri gelip telefondan kurtulacağınızı düşündü, polisin telefonu önce bulacağını düşünemedi. İkincisi, inanılmaz derecede aptaldı. Sizin ona tuzak kurduğunuzu fark etti ancak sizi o kadar çok seviyordu ki suçu yine de üstlenmeyi düşündü. Her iki durumda da onun için sonuç pek parlak değil."

Genç kadın dudaklarını birbirine sımsıkı bastırmaya devam etti. Sherlock'un söylediği her söz canını yakmaktaydı. Adama bağırıp çağırmak, 'hiçbir şey bilmiyorsun' demek istiyordu. Ama küçük bir kızı vardı ve yanlış yapmak istemiyordu.

"Lütfen, burayı terk etmenizi istiyorum." Ağlamamak için sarf ettiği çabayla başını iki yana sallamış ve sessizleşen dedektife çevirmişti yüzünü. Sarışın adam diğer adama nazaran daha sakin ve daha nazikti. İsteğini geri çevirmeyeceğine inanıyordu.

Sherard, kadında bir terslik olduğunu sezmişti. Bildiği bir şeyler vardı ama söylememek için kendini tutuyordu. Yıllardır bu işin içerisindeydi ve insanların vücut dillerini kısmen çözmüştü. Birkaç adım atarak samimiyetle genç kadına yaklaştı ve güven bağı kurmak istercesine gözlerinin içine baktı. Elindeki bilgi her ne ise onların yararlarına olabilirdi. "Eğer bize söylemeniz gereken bir şey varsa ne kadar erken söylerseniz o kadar iyi. Yalnızca Brendan O'Brien için değil, aynı zamanda sizin için."

Adamın yeşillerinin içine baktı Jun. Sessizdi, düşüncelere gömülmüştü. Bir karara varmalıydı; ya şimdi ya da asla. Ellerinin tersiyle, akıp gitmekte olan sessiz gözyaşlarını sildi ve dönüp, koltukta oturan, her şeyden habersiz oyuncaklarıyla oynayan çocuğuna baktı.

Sükûnetini hiç bozmadı. Dedektiflerin kendisini takip edeceğini bilerek doğruca Trent'in evdeki çalışma alanına yönelmişti. Sürgülü kapıyı açtı ve hiç girmek istemediği odaya girdi. Küçük bir alandı ama oldukça iyi değerlendirilmişti. Duvarları boydan boya kaplayan kitaplıklar ve kitaplığın içerisine gömülü olan bilgisayar masası bulunuyordu.

Burnunu içine çekip, kararından caymamak için hızlı adımlarla kitaplığa yaklaştı Asyalı kadın. Bilgisayar sandalyesini, ulaşımına engel olabileceği için çekip az öteye itti. Kısa boylu olduğundan ötürü üst rafa uzanması zor olmuştu ama istediği kitabı en sonunda elde etmişti.

"Bu Politik Çin polislerine verilen bir kılavuz." Parmaklarının arasındaki gri kapaklı kitabı, artık elinde tutmak istemiyormuşçasına, biraz daha yakın hissettiği sarışın dedektife hızla teslim etti. İnsanların Annunzio'nun gerçeklerini bilmesi gerekiyordu. Hikayedeki kötü karakter kendisi veya Brendan değildi...

Sherard herhangi bir şey söylemeden kadının uzatmış olduğu kitabı aldı ve sayfalar arası seri geçişler yaparak inceledi. Kitaba el koyabilecekleri için sonrasında daha özverili bir araştırma yapabilirdi. Şu an için konunun nereye gideceğiyle ve nasıl bağlanacağıyla ilgileniyordu.

Jun sözlerine devam ederken, Sherard kitaba bakmak isteyeceğini düşünerek yanında duran Sherlock'a uzattı. "... Bir şüpheliyi iz bırakmadan nasıl dövebileceğinizi öğretiyor. O, beni incitmek için bu yöntemleri kullandı. Ayrıca bana bazı şeyler yaptırdı... Çok kötü, cinsel şeyler yaptırırken videoya çekti."

Asyalı kadın sesini kaybetmemek ve aynı tonda tutabilmek için sertçe yutkundu. Bakışlarını adamların üzerinden ayırmasa da huzursuzca parmaklarıyla oynamaktaydı. Sherlock, elindeki kitabı tekrardan Sherard'a teslim ettiğinde sadece kadını dinlemeye odaklanmıştı. Olayın içerisine girmeye çalışıyordu ve bunu yapan sadece kendisi değil, sarışın dedektif de aynı eylemi göstermekteydi.

Duyduklarına karşı dudaklarını sıkıntılı bir şekilde birbirine bastırdı Sherard. Bayan Annunzio'nun söyledikleri doğruysa, olayların gidişatı hiç hoşuna gitmemeye başlamıştı fakat duygusal düşüncelerine yenik düşemezdi adam. Ortada bir cinayet vardı ve cinayetten asıl sorumlu olan katil elini kolunu sallayarak etrafta geziyordu. Yakalanmamış oluşu, katilin daha fazla suç işlemesine teşvik edecekti. Ayrıca böyle bir durum söz konusuysa, neden daha önce söylememişti ya da polise gitmemişti. Bay Annunzio'dan korkmuş olabilirdi ama adam öldükten sonra durumdan bahsetmemişti. "Size inandığımızı varsayalım, Bayan Annunzio bu durum cinayeti haklı çıkarmaz."

"Ternt'in ölümü ile bir alakam yok." Sonunda sinirlenen Jun, kaşlarını çatarak sarışın adamın iddialarına karşı çıktı. Yaşadığı bir anlık öfke patlamasından dolayı İngilizcesinde ufak bir kırılma yaşanmıştı ama söylediklerini her iki adam da rahatlıkla anlamıştı.

Sarışın dedektiften umut bulamayacağını fark eden genç kadın, yardım isteyen bakışlarını doğruca Sherlock'a çevirdi. İlk başta üstüne gelen o'ydu ama gerçeklerle fikrinin değişeceği düşüncesindeydi. "Brendan'ın da bir ilgisi olduğunu düşünmüyorum. Trent'in katili ile görüşülen telefon Brendan'ın dairesine nasıl girdi bilmiyorum ama bildiğim bir şey varsa, o asla birini öldürmez."

"Saygısızlık etmek istemem Bayan Annunzio, kocanızın sadist ve sapık olduğunu bize söylüyorsunuz. Bunun doğru olduğunu varsayalım, bu konudaki görüşlerinize nasıl güvenebiliriz?" Sherlock sakinlikle, ses tonunu kadının ses tonuna nazaran alçak ve tutarlı tutarak yöneltmişti sorusunu. Doğru söylüyor olabilirdi kadın ama iyi bir oyuncu da olabilirdi. Birkaç timsah gözyaşları akıtmaktan daha zor ne olabilir ki elindeki bilgileri kullanarak. Sonuçta Bay Annunzio ölüydü, hakkında söylenenleri doğrulayamaz ya da yalanlayamazdı.

Kadın, Sherlock'a baktı bir süre. Ortamda birkaç saniye sessizlik oluşmuştu ve her iki adamda neyin gelebileceğini az çok görebilmekteydi. Sertçe yutkundu ve kuruyan dudaklarını ıslatarak araladı. "Trent benim kocam değildi. Yıllar önce onunla İngiltere'ye gelmemi istediğinde evleneceğimize dair söz verdi. Ancak buraya geldiğimizde bu sözünden vazgeçti. Durumumu açığa vurmadan polise gidemeyeceğimi biliyordu. Sınır dışı edilebilirdim."

Sherlock ve Sherard durumdaki karmaşıklığa tepki olarak iç çekti. Ortada sadece cinayet yok, bir dolandırılma mevzusu da vardı... hem kadın için hem devlet için. Fakat Sherlock'un ilgi alanlarında dolandırılma davaları yer almadığı için, 'dolandırılma' mevzusunu Sherard'a teslim etmişti. Odaklanması gereken saçma bir aşk üçgeniydi, cinayetin işlenme nedeninin asıl merkezi. "Brendan bu duruma ne zaman dahil oldu?"

"Bir gün Trent'e bir şey vermek için evimize geldi. Beni ağlarken buldu... ve bana destek oldu. Zamanı geldiğinde Trent'i terk edecektim ve Brendan'la ben evlenecektik."

"Bize dediniz ki..." Sherlock, kafası karışmış bir şekilde parmaklarını sertçe dudaklarına sürttü. Tüm o saçmalığın içerisine dahil olmaya çalışıyordu ama ortaya sürekli yeni şeyler atılmaktaydı. Kimin doğru kimin yanlış olduğunu şu an net bir şekilde karar veremiyordu. Herkes bu kadar masumsa, adamı kim öldürmüştü o zaman? Kim olduğunu bilmiyordu ama biri aklını oldukça iyi kullanıyordu. "Geçen gün bize yalan söylediniz. Size şu an neden inanalım?"

Kadının başka kanıt göstermesi için atağa geçirmeye çalışmıştı Sherlock, başarılı da olmuştu. Kadına gerçekten inanıp inanmayacağını bilmiyordu fakat yeni bir kanıt her şeyi değiştirebilirdi.

"Beni videoya çektiği görüntüler..." Bir süre düşündü Jun, söze devam etmeden önce. Tereddütlü tavrına anlayış göstermelerini bekliyordu. Sesiyle eş değer titreklikte olan parmaklarıyla bilgisayar sandalyesini kendine çekip oturdu ve bilgisayarın başına geçti. "Hepsini bu bilgisayarda saklıyordu... Beni dövdüğü bir video bile vardı."

Odanın içerisindeki tüm gözler bir anda kadına ve açılmakta olan bilgisayara odaklanmıştı. Sherard bir ara yeşillerini Sherlock'un olduğu tarafa sürükleyerek adamın olanlar hakkında ne düşündüğünü anlamaya çalıştı. Sabahın köründe bir teoriyle çıkmıştı karşısına. Ne söylediyse, olayın içerisindeki kadın tarafından kısmen onaylanmıştı ama şimdi yeni bilgiler eklenmişti.

Dedektiflere gösterebileceği bir kanıtı olduğu için buruk bir heyecan duyan Jun, bilgisayarın açılmasıyla videoların içerisinde olduğundan emin olduğu klasöre tıkladı. Fakat, klasör açılır açılmaz kadının heyecanı bir anda telaşa dönüşmüştü. İçi boş olan pencereyi kapayıp bir başkasını açtı ve sonra bir başkasını...

"Hepsi... Hepsi buradaydı."

"Bayan Annunzio, sanırım geri kalan şeyleri merkezde halletmemiz gerekecek."

Sarışın adamın özenle kurduğu cümleleri başıyla onaylamış olsa da gözyaşlarını artık tutamıyordu kadın. Bu saatten sonra kendisini neyin beklediğini ne biliyor ne de bilmiyordu, çaresizdi. Başında dikilen ve bir şeyler görmeyi beklemiş olan iki adam; onun deli veya yalancı olduğunu düşünüyor olmalıydı. Annunzio ile evli olmadığı da ortaya çıkmıştı sonunda ve ülkeyi terk etmesi gerekiyordu ama kızından ayrılamazdı. Bir anneyi kızından ayıramazlardı, değil mi? Sadece, gerçek Annunzio'yu görmelerini istemişti.

"Gerçekten anlamıyorum. Nelere bakmam gerekiyor?" Sessizlikle iç çekip mırıldandı kumral adam. Bakışları saniyelik, karşısında oturan genç kadına kaymaktaydı. Geldiğinde, her zamanki gibi güzel görünmekle yanı sıra, yanında birtakım belgeler de getirmişti. Masanın çelik yüzeyine belgeleri özenle yayıp herhangi bir şey söylemeden karşısındaki sandalyeye oturmuştu. Geçen ki görüşmelerine nazaran çok daha içine kapanıktı ve Miles, ilişkilerini bu aşamaya indirdiği için kendine çok daha kızdı. O sözleri asla sarf etmemeliydi, özellikle de Melora'ya. Ne düşünmüştü öyle, o sözleri sarf ederken.

Kendisine yöneltilen soruyu işittiğinde dalıp gitmiş olduğu yerden kendini toparladı Melora. Elalarını doğruca karşısındaki adama, onu sevimli kılan çilli yüzüne çevirdi. Kurumuş ve birbirine yapışmış kızarık dudaklarını, dili yardımıyla nemlendirdi ve sessizliğini sonunda bozma kararı aldı. Açıkçası, son yaşananlardan sonra adamla uğraşacak gücü kalmamıştı. Ufak da olsa kalmış olan enerjisi ve anlayışı bir çöp gibi kenara atılmıştı büzüştürülerek dün. Yardım ediyor olması insanlığından ve geçmişlerindeki o güzel her şey içindi. "Olağandışı herhangi bir şey."

Aralarındaki var olan durgunluğa sertçe yutkundu Miles. Başıyla hızla kadını onaylarken gözlerini bir kez daha kaçırmıştı elalardan. Odağını, Melora'nın onun için getirmiş olduğu olay yerinden çekilmiş fotoğraflara vermeye çalıştı. Her bir fotoğraf karesinde, kaza yapan aracının hem dıştan hem içten olmak üzere farklı görselleri yer almaktaydı. Bir süre fotoğrafları inceledi fakat yapamadı, aklının odağında Melora vardı ve genç kadına karşı daha fazla sessiz kalamazdı. Kendini kötü hissediyordu, bunu bilmesini istiyordu. Bir şekilde affettirmeliydi kendini.

"Geçen gün sana söylediklerimden dolayı özür dilerim. Bana davranışların konusunda..."

"Sorun değil." Devam etmemesi için sözünü kesti adamın. Kestirip atmış gibi olmuştu ama insanlar her zaman bunları söylerdi. Ezbere bildiği sözcüklerdi, tekrar duymaya ihtiyacı yoktu. Hatalar yap ve sonra özür dile, bir özürle geçtiğini düşün. Oysa 'özür' sadece bir sözcüktü. Yarayı sarmak için kullanılan sargı bezine benzerdi. Yaralandığında, yarayı iyileştirmek için sargı bezi kullanmak sadece bir adımdır, ne ilk adım ne de son adım. Yarayı onaran; o yaraya sürülen merhemlerdir, sargıyla sardıktan sonra gösterilen ilgi ve alınan önlemlerdir. Eğer sadece sargıyla yetinilirse yara oldukça geç iyileşir, iltihaplanma riski çok daha yüksek olur.

Melora tüm bunları oldukça iyi biliyordu. Yıllar içerisinde çok yara almıştı ve fazlasıyla özürlere boğulmuştu. Fakat, kimse açmış olduğu yaralara gerçek anlamda bakım yapmamış, onun yerine daha çok deşmişlerdi. Kimi yaraları zamanla iyileşmiş ama izi kalmıştı anılarında, kimi yaralarıyla da bizzat kendi ilgilenmeye çalışmıştı genç kadın. Bazılarını iyileştirebilmişti ama pek çoğu iltihaplanmıştı ve o iltihaplar, ara ara gün yüzüne çıkarak canını hâlâ daha yakıyordu. İnsanlardan uzak, çok fazla içli dışlı olmamasının bir başka nedeni de bu olabilirdi. Yorulmuştu çünkü.

"Hayır, sorun..." Elindekileri bırakarak bedeninin yönünü tamamen genç kadına çevirdi. Sözünü kesmesini ya da konuşmayı kestirip atmasını istemiyordu. En azından bu konuşmayı yapmasına izin vermeliydi yoksa vicdanen rahat hissetmeyecek, her gün parçalanacaktı. Hüzünle buğulanmış bakışlarıyla, masanın üstünden Melora'ya biraz daha yaklaştı. Elini tutmak istemiş ama geçen ki görüşmede olanlar aklına gelince bu fikirden hemen vazgeçmişti. "Yaptığım bazı şeyleri düşününce, ben..."

"Seni çıldırtıyor. Geceleri ağlayarak uyanıyorsun. Keşke hepsini başa sarabilsen her şey çok farklı olurdu. Bu konuşmayı daha önce de yaptık..." Burukça gülümsedi. Miles'ı, Miles'ın düşündüğünden çok daha fazla tanıyordu. Asla yanından ayırmadığı peluş bir tavşanı vardı, sevgi dolu annesinden geriye kalan tek şeydi. Seyahat ettiği her yere götürürdü, kendisini evindeymiş gibi hissettirirdi. Sokakta sohbet edebileceği herkesle sohbet edebilir ve ruhsal açıdan kötü bir durumdaysalar onu iyi etmek için kısıtlı dakikalarını bile harcardı. Diğer erkeklere nazaran çok daha duygusaldı. İzlediği filmlerde hüzünlü sahneler yaklaştığında bir bahane bulup ortalıktan kaybolurdu. Bir işi zorla yaptırmaz, yapabiliyorsa kendisi gönüllü olurdu. Hoşuna giden bir durum olduğunda dudağı genellikle sola doğru kıvrılırdı ve eğer ciddi bir iş üzerindeyse dudakları sağ yukarı doğru kayardı. Bir şeyleri sesli okumayı sevmez ve bu durumdan çoğunlukla kaçınırdı. Kelimeleri yutma alışkanlığına sahipti ve çocukken onu, okuma bilmiyor diye ezmişlerdi. Büyüdükçe bu tabusunu kırmış ve olabildiğince sosyalleşmeye kendini adamıştı... Miles'ı tanıyordu ama bağımlılığından önceki hoş gönüllü Miles'ı. "... Benden daha önce de özür diledin. Üzgün olduğunu biliyorum, olmasan neden özür dileyesin? Asla anlamadığım ise neden insanlardan özür dilemek zorunda kalmayacak şekilde davranmıyorsun?"

Melora'nın sarf ettiği sözcüklerin ardından ortamda oluşan keskin sessizliğe engel olamadı genç adam. Söylediği her gerçek vücuduna zehirli bir ok gibi saplanmıştı. Melora haklıydı, Melora her zaman haklı olmayı başarırdı; çünkü adam salakların önde gideniydi. Yaptığı ve kadının yüzüne vurduğu yanlışlardan ders çıkarması gerekirken bir kez daha aynı şeyi tekrarlıyordu. Sevdiklerini ve kendini zor duruma sokmaktan başka hiçbir şey elde etmemekteydi. Onları kırıyordu sonra onların kırılmışlığı kendisini de kırıyordu.

Geri adım atarak bakışlarını düşürdü kumral adam. Masanın üstündeki parmaklarını belgelerin üzerinde gezdirdi. Kadının buraya sadece işini yapmak için geldiğini kabullenip odağını fotoğraflara vermeye çalıştı. Aracının içinden çekilmiş karelerde turladı. Dikkatini, aracın anahtarlık kısmının çekilmiş olan kare çekmişti.

"Bana önceki yıllardan Noel'de verdiğin anahtarlık, burada değil." İnce dudaklarında buruk bir tebessüm can bulmuştu. Geçmişte kalan ve orada kalmaya devam edecek bazı güzel anıları depreşmişti ister istemez zihninde. Anahtarlarını bir yerlerde unutur ve sonucunda da kaybetmiş olurdu. Melora'ya her zaman kendi yedek anahtarlarını verdiği için sorunu çözüme ulaşmıştı ama bir süreliğine. İlişkileri boyunca, kadına en çok mızmızlık çektiği konu anahtarları olabilirdi.

Sorununa kesin çözüm getiren yine Melora olmuş, Noel hediyesi olarak oldukça ilgi çekici bir anahtarlık almıştı. Anahtarlıktan sonra sorunu kısmen çözülmüştü, bir yerlerde bıraksa bile geri dönüp bulabiliyordu. İlgi çekici olmasının artısı adamın da ilgisini çekiyor olmasıydı. İlişkileri bitmiş olsa bile, Melora'nın hediyesi olan anahtarlığı atamamıştı. Şimdi düşününce; genç kadının böylesine iyilik dokunuşları varken bir insan üzerinde, karşılık olarak ona hüzün vermekten başka hiçbir şey yapmamıştı. Melora'yı hiçbir zaman hak etmemişti.

"Emin misin?" Tek kaşı havaya kalkarken adamın bakmakta olduğu fotoğrafı daha dikkatli incelemek için masaya biraz daha yaklaştı. Kareyi biliyordu, dün o kare hakkında konuşmuşlardı Sherlock'la. Daha doğrusu kare içerisinde, olup olmadığı tartışılan anahtarlık hakkında. Melora, hediye ettiği anahtarlığı kullanıyor olabileceğini söyleyerek, değerli bir şey gibi göründüğünden hırsız tarafından çalınmış olabileceği fikrini öne sürmüştü. Sherlock tam tersini düşünme eylemini sürdürmüş, bir anahtarlığa çok fazla duygu yüklediğini vurgulayarak; bağımlı birinin duygularla işinin olmadığını, Miles'ın da onlardan biri olduğundan ötürü anahtarlıktan kurtulmuş olabileceğini söylemişti. Adamın bu tavrına cidden kızmıştı. Duygular üzerinde haklı olabilirdi ama 'duyguları' çok fazla başından savıyor ve konuya göre umursamıyordu.

Ama düşündüğü gibi, Sherlock'un haklılık payı vardı. O yüzden dün gece durum hakkındaki yorumunu çok uzatmamış ve kapamıştı. Hapishaneye, Miles'ın yanına geldiğinde de bu bulgularını dışarıya yansıtmamıştı. Suçlu olsun ya da olmasın, anahtarlıktan bahsettiğinde doğruca anahtarlığa sarınabilirdi. Kendisinin anahtarlığı fark etmesi çok daha iyiydi ve bu durum, Sherlock'un haksız oluşunun göstergesiydi. Genç kadının keyfi yerine gelse de dışarıya vurduğu ciddiyetini ve otoritesini bozmadı.

"Evet, eminim."

Derin bir nefes aldı ve bıraktığında oluşan ses, salonun ölüm sessizliğinde koca bir uğultuya dönüştü. Ortamın loşluğu, siyah kıvrımlarına düşmüş olan ışık–gölge oyunlarıyla, saç tutamlarının birbirinden bağımsız kıvrımlarını ön plana çıkarmaktaydı. Parmakları arasındaki tornavidanın sert plastik sapını alnına yaslamış, düşünceli bir şekilde, yere dizmiş olduğu parçalara dalıp gitmişti.

Başına herhangi bir baskı alırsa, beyninin çalışma fonksiyonunun tekrardan devreye gireceğini düşünürcesine plastik sapı, aşağı yukarı sertçe alnına sürttü. Sabahtan beri düşünüyordu. Aklındaki sorulara çözüm arayışındaydı ama hiçbir ilerleme elde edememişti. Sinirleri yeterince bozuktu. Melora'nın, yanına gelmesini bekliyordu sadece.

Genç kadının eve gelmesi birkaç dakika önce gerçekleşmişti. Sessiz ortamından kaynaklı, binanın içerisinde olup bitenleri sınırlı da olsa rahatça duyabilmekteydi Sherlock. Melora'nın eve gelişini de dış kapının açılıp kapanmasıyla anlamıştı. Her zamanki rutinini sürdürüp Bayan Hudson'a uğramıştı ilk. Merdivenlerden işittiği takırtılarla bakışlarını, salonun biraz sonra aralanacak olan kapısına kaldırdı. Genç kadının rutinlerindeki diğer adım ise, üst daireye çıkmaktı ve Sherlock, saatlerdir bunu beklemekteydi.

Umduğu gibi, salonun kapısı aralanmıştı. Melora'nın tebessüm barındıran yüzü ahşap kapıyı aştığında, mavilerini doğruca uzun zamandır görmediği genç kadının yüzüne sürükledi. Gün içerisinde sadece bir kere karşılaşmışlardı. Sherard ile teşkilata geri döndüklerinde, Melora da işinin başında elindeki dava için koşuşturuyordu. Yani, Brixton'daki işini halletmiş ve mesleğini yapmak için işinin başına dönmüştü. Birbirlerini uzaktan görmek dışında başka hiçbir iletişime geçememişlerdi o zaman.

Sherard ve Lestrade ile Annunzio dosyasındaki yeni gelişmeleri konuşup, aldıklarıyla evinin yolunu tutmuştu. O saatten sonra da evinde oturup, dosya hakkında birçok düşünceyle cebelleşerek Melora'nın evine gelmesini bekledi. Genç kadınla bir an önce konuşup, fikirlerini sunmak ve o fikirler üzerinde tartışmak istiyordu. Tartışmaların sonucunda elbet bazı şeyler netleşecekti. Fakat, pek de beklediği gibi geçmemişti saatleri Sherlock'un.

Melora, mesaisinin bitmiş olmasına rağmen her zamanki saatinde eve gelmemişti. Eve geç geleceği vakitlerde evden birilerine haber verirdi genç kadın, böylece kimseyi telaşa sokmazdı. Daha önce Bayan Hudson'ı arayıp, elindeki davada acil gelişmeler yaşandığı için eve geç geleceğini ve beklememesini söylemişti. Yaşlı kadında, kiracısı olan adama iletmişti bu bilgiyi. Bir başka eve geç gelişinin sebebi babasıyla olan akşam yemeğiydi ve o akşam yemeğinden de Sherlock'un haberi vardı, bir nevi kendi ayarlamıştı.

Herhangi bir haber alamadan, geç saatleri görmek Sherlock'u istemsiz telaşlandırmıştı. Melora'nın başının bir belaya girdiğini düşünse de sonradan bu düşünceyi çöpe attı. Genç kadının başı belaya girmezdi. Asıl belaya bulaşan, kadının karşısındaki kişi olurdu. Ayrıca, başını belalara sokan her zaman Sherlock olduğundan genç kadının ondaki bu durumu özeneceğini sanmıyordu.

Melora, daireye adım attığı gibi yerde bağdaş kurmuş bir şekilde, ölüm sessizliğiyle oturan Sherlock'la karşılaştı. Eve geldiğinde ilk, Bayan Hudson'ı görmüş ve onunla gün hakkında konuşmuştu. Aldığı bilgilerden birinde, Sherlock'un gün içerisinde olması gerektiğinden çok daha sessiz olduğunu öğrenmişti. Bu durumdan oldukça endişe duyduğunu söyleyen yaşlı kadın, endişesini Melora'ya da bulaştırmıştı. Duygularını dışarı yansıtmamaya çalışarak çantasından ve paltosundan kurtulduğu gibi rotasını yukarı çizmişti. Şimdi ise, ortalıkta yokken neler olduğunu merak ederek sakinlikle adama yaklaşmaktaydı.

"Melora... Günün nasıl geçti?" Sessizliği kirletmemeye özen göstererek mırıldandı. Her insanın yaptığı gibi, eve gelenin gününün nasıl geçtiğini soruyordu. Fakat Melora, Sherlock'un sorusunun 'normal' bir soru olmadığını kolaylıkla anlayabilmekteydi. Ona, gününün nasıl geçtiğini sormuyordu; ona, kendi gününün kötü geçtiğini ve ilerlediği yolda tıkandığını söyleyerek bir nevi yardım çağrısında bulunuyordu. Düz bir yardım çağrısı beklenemezdi adamdan, çözmüştü Melora.

Giydiği boğazlı kazağının yakasını düzeltip hiçbir sorun yokmuşçasına sakinlikle yaklaştı adama. Sorusunu(!) cevaplamak yerine karşısına çömeldi, böylelikle mavilerine daha çok yaklaşmıştı. Yüzünün önüne düşen kahvelerini kulağının arkasına sıkıştırdı ve Sherlock'un istediği yardım elini uzatabilmek adına zemine dizilmiş teknolojik parçalara baktı. "Bu kimin bilgisayarı?"

"Trent Annunzio'nun. Ödünç almıştım." Mavilerini, hayatının yavaş yavaş önemli bir parçası olmuş elaları, tekrardan yüzüne çekebilmek için genç kadının yüzüne sabitlemişti. İstediği gibi de olmuş, kadının loş ışıktan dolayı irileşmeye başlamış gözbebeklerinden kendi yansımasını yakalamıştı.

Gözlerini kısarken Melora, alışkanlık olarak dudaklarına küçük bir tebessüm yerleştirti. Başını sağa doğru hafifçe yatırırken, gözlerine odaklanan maviler arasında gidip gelmişti bir ara. Kuruyan dudaklarını, dilini kullanarak nemlendirip Sherlock'a, sormasını istediği soruyu ağırbaşlılıkla sordu. Emin olduğu düşüncelerini dışa aktaracaktı böylece. "Neden?"

"Çünkü..." Bakışları, kadının hareketlenen kızarık dudaklarına kaydığında derin bir nefes aldı. Elindeki tornavidayı başından çekerek parmakları arasında sallamaya başlamıştı o an. Reflekssen dikkatini başka yere çekmeye çalışıyordu. "Annunzio'nun karısına cinsel istismarda bulunduğunu kanıtlayan videoların önceden bu bilgisayarda olabileceğinden şüpheleniyorum."

Duruşunu ve bakışlarını bozmadan, parmaklarını yavaşça adamın eline doğru götürdü. Dikkat dağıtan tornavida sallama eylemini önlemek için uzun ince parmakların arasından tamir aleti parçasını çekip alırken, adamı sözlerini onaylarcasına başını usulca salladı Melora. Parmaklarının arasından kayıp giden tornavidaya kısa bir bakış atsa da genç kadının baş sallayışı, Sherlock'u konuşmaya biraz daha teşvik etmişti. Konunun daha da derinlerine girdi böylece. "Sabit diskinin değiştirildiğini düşünüyordum ancak öyle gözüküyor ki değiştirilmemiş."

"Bu sabah kadının, kocasını öldürtmek için Rauls Ramirez'i kiraladığını söylemişsin."

"Söyledim." Kadını bir kez daha onayladı, elalardan mavilerini çekmeyerek. Bakışlarıyla onu okumaya çalıştığını biliyordu ve Sherlock buna engel olmayacaktı. Yalan değildi, Melora iyi gelmekteydi ona. Adamı gerçek anlamda doğru okuyan tek kişiydi. Genç kadının etkisine son zamanlarda daha sık kapılsa da ki durumdan rahatsızlık duyuyordu ama hoşuna da gidiyordu. Kendini iyi ve keyifli hissediyordu. Çevrede sanki hiç saçmalık yoktu.

"O zaman neden ona yardımcı olacak kanıtlar arıyorsun?" Aralarındaki mesafe yakınlığından ötürü fısıldamakla yetindi Melora. Sherlock'un tamamen ona odaklandığını biliyordu, muhtemelen kullanabileceği her düşük tonu rahatlıkla algılayabilirdi. Yapmak istediği şey de tam olarak buydu. Sherlock dağılmıştı. Kafasını kurcalayan çok şey vardı. Onu bir şeye odaklamalıydı ve odak üzerinden yavaş yavaş kapıların kilitlerini açmalıydı. Burada odak noktası Melora'nın ta kendisiydi. Sorduğu sorular kilitli kapılardı, Sherlock'un cevapları ise o kilitleri açacak olan doğru anahtarlardı. Her bir cevapla kilitli kapıları açıyorlardı, sabır ve bilgelikle.

"Çünkü, kanıtlar nihai olarak incelenene kadar hatalı olduğuma ve istemeyerek Göçmen ve Gümrük Bürosunun masum bir anneyi çocuğundan kalıcı olarak ayırmasına neden olduğuma dair nedenlerim var."

Normal bir tonda başlayan sözcükleri, sonlara doğru Melora'nın da yapmış olduğu gibi fısıltıya dönüşmüştü. Mavileri önüne düşerken ilk defa bakışlarını kumral kadından kaçırmıştı. Sherlock'la aylarını geçirmişti ve adamın çoğu tepkilerini görmüştü. Görmediği duygulardan biri ise çekinmesiydi. İlk tanıştıkları zamanlarda, bornozla karşısına çıktığında bile ona karşı çekinmemişti.

Şaşkındı ama şaşkınlıktan daha çok içinde, Sherlock'a olan sıcaklık biraz daha büyümüştü. Herkes adamı robot olarak görüyordu. Bu görüşü sağlayan pek tabii ki Sherlock'un ta kendisiydi. Gerçekte de duygulardan yoksun, sadece mantıkla yaşayan biri gibi görünmek istiyor, öyle olduğunu düşünüyordu. Pekii, belki biraz öyle olabilirdi ama Melora, tam anlamıyla Sherlock'a katılmıyordu. Bir insan tamamen duygusuz olamazdı, duygularını gizlemekte oldukça başarılı olabilirdi anca. Adam da duygularını gizlemekte oldukça başarılı olan insanlardan biriydi sadece.

"Geçen gün yaptığın çay..." Sherlock, bakışlarını tekrardan genç kadına çevirmiş ve üzerindeki samimi bakışlara geri odaklanmıştı. Fısıltısı, her ikisinin sözcükleri duyabilmesi için yeterli tondaydı. "...ondan biraz daha yapabilir misin?"

Gelen rica üzerine başını usulca salladı genç kadın. Çömeldiği yerden doğrulurken, adama destek vermek istercesine omzuna dokunmuştu. Yukarı doğru kıvrılan kazağını aşağı çekiştirip düzelterek mutfağa ilerledi. Parmaklarını doğruca ışık anahtarlığına götürmüş ve alanı aydınlattırmıştı.

Mutfak masasının üstündeki karmaşaya aldırmadan gözüne kestirdiği kalemi yakaladı. Omzunun aşağılarına sarkan inatçı ve her şeye karışan saçlarını, göz önünden çekmek ve bir arada tutabilmek için gelişi güzel toplayıp, kalem yardımıyla birbirlerine sıkıştırmıştı. Hızlıca çay hazırlığına girişen Melora'nın ardından, Sherlock da bağdaş kurduğu yerden ayaklanıp kadının peşinden mutfağa geçti. Kendi için sandalyelerden birini çekerken, Melora'nın tüm yaptıklarını izlemek için yerini almıştı.

Aklında bir soru vardı; Melora neden diğer herkes gibi değildi?

Değinmek istediği kadının karakteri değildi, üzerindeki etkisiydi aslında. Aylardır bir arada olmalarına rağmen, bu sorusuna mantıklı bir cevap bulamamıştı. Ne oluyordu da ona, tüm bunları yapmasına olanak tanıyordu. Diğer kadınlar gibi istediğini, cilve yoluyla elde etmiyordu ya da şirinlikler yaparak... Bir şeyi amaçlıyorsa sadece konuşuyor ve yalnızca dinliyordu. Sonra istediği oluyordu. İnsanları hipnotize ettiğini düşünmeye başlayacaktı. Onu en çok endişelendiren husus ise; önceden etkisi altına girmemek için çabalarken şimdi, o etki istiyordu.

Sessiz geçen birkaç dakikanın sonunda hazır olan şifalı çayı, Sherlock'un önüne koydu. Üstünden buharı tüten içeceğe uzandığında, kadından küçük bir göz kırpması kazanmıştı. Adamın karşı çaprazındaki sandalyeyi çekip oturmadan önce, nemli ellerini kurulamak adına adamın oturduğu sandalyede asılı olan el havlusunu kaptı.

"Kendime sorup duruyorum..." Ortamın sessizlik yeminini bozduğunda çayından bir yudum aldı. Tadı keskindi ama ilk içtiği kadar değildi. Damağı alışmış olmalıydı. "Kanıtlayabileceğinden emin olmasa kocasının uyguladığı şiddetten bize neden bahsetsin?"

"Birisinin onları bilgisayardan sildiğini mi düşünüyorsun?" Kucağına düşen ellerini kurulama işine odaklıyken tek kaşını havaya kaldırarak, tekrardan biraz önceki yaptıkları soru-cevap oyununa dönmeleriyle Sherlock'un ona sormasını isteyebileceği tüm soruları kafasında sıralama koyulmuştu.

"Söylemesi zor." Başıyla kadını onayladığında, mavilerini etrafta veya Melora'nın üzerinde tutmak yerine bardağın içindeki sıvıya dikmişti... Belki de gerçekten çok hastaydı, hala iyileşememişti. İyileşemediği için daha önce yaşamadığı şeyler yaşıyor, hissetmediği şeyler hissediyor ve istemediği şeyleri istiyordu. "Son zamanlarda en iyi performansımda değilim."

"Miles konusunda haklıymışım, ona verdiğim anahtarlık çalınmış. Bu sabah bana söyledi. Mesai sonrası Islington'daki rehin dükkanlarında onu bulana kadar arayarak geçirdim. Dükkân sahibi getiren çocuğu tanıyormuş, polis çocuğu bulduğunda Miles'ı serbest bırakacaklar."

"İyi iş çıkardın, Melora." Kadını tebrik edercesine sallamıştı bu sefer başını. Bir başka yanılma daha, çok güzel! "Belki de Annunzio dosyasında dizginleri sen eline almalısın."

Uzun zamandır yapmadığı göz devirmesini, sonunda tekrar gün yüzüne çıkaran adama hediye etti. Hava olsun ya da 'sen kaybettin,, ben kazandım', diye söylememişti. Gelişmeleri bilmesi gerektiğini düşünüyordu ve çözülmüş bir dava olduğunu. Bir nevi eline tutuşturmuştu dosyayı, genç kadın ne kadar kaçınmaya çalışsa da. "Sana olayın hepsini anlatmamıştım. Miles eski bir tanıdık değil. O yalnızca...eski sevgilim."

Sherlock, yudumlamakta olduğu çayının ardından 'bunu biliyorum' dercesine tek kaşını kaldırarak baktı. En başından beri 'eski bir tanıdık' yalanını tutturmuş olsa da, eski bir tanıdığa sergileyeceği duygulardan daha fazlasını sergilemişti. Geçenlerde eski bir okul arkadaşıyla tanışma fırsatı olmuştu ve hiç bu tarz tepkiler göstermemişti Melora o zaman. Olayı çözdüğünde de Sherlock'un şaşırdığı konulardan biri olmuştu.

"Duvarların olmasına rağmen bilirsin, eldivenlerin vardı; ilk başlarda, cinsel anlamda birlikteliğinizin olduğunu düşünmemiştim bu yüzden."

Melora, Sherlock'un sözlerine karşı bir kez daha gözlerini devirecekti fakat bu eylemi gerçekleştiremeyecek kadar yorgun hissediyordu kendini. Göz devirmek yerine, susturmak amaçlı elindeki havluyu adamın omzuna, çayı devirmeyecek şekilde fırlattı. Evet, duvarları olabilirdi ama duygularının olmadığı anlamına gelmezdi bu. Miles açısından zor olduğunu her zaman biliyordu, ilişkileri hiçbir zaman cinsel birliktelik değildi. Duygusal olarak birlikteydiler ve Miles bu konuda son derece kibardı. Bir başkası olsaydı, belki genç kadının bu bedensel duvarlarını problem edip ayrılmış olurdu ya da daha kötüsünü yapıp ilişkileri sürecinde bir başkasıyla olabilirdi. Miles'a bu kadar değer vermesinin nedeni buydu, herkes gibi değildi. Duvarlarını aşması için ona yardımcı oldu ama hiçbir zaman genç kadını zorlamadı.

"Kanada'da hâlâ devlete bağlı çalışırken, bir dava sırasında tanıştık. Onun yanında bir bayanın çantası çalınmış. Bizim günlerdir peşinde olduğumuz suçlu... Adamı yakalamış, ancak suçlu kafasına şişeyle vurup kaçmış. Olay yerine geldiğimizde onunla benim ilgilenmemi istediler. Sorgusunu almadan önce hastaneye götürdüm, kafasına 39 tane dikiş atıldı." Geçmişi hatırlayarak dudaklarında küçük bir tebessüm oluşmuştu bir an için. "Tüm o süreçte benden randevu kapmaya çalışmıştı."

"O zaman uyuşturucu kullanıyor muydu?"

"Hayır." Bakışları kucağına düştü. Parmaklarıyla oynamaya başlamıştı ve tırnaklarının köşelerindeki etleri çekiştiriyordu. Güzel şeyleri hatırlamaya özen gösterse de kötü anılar her daim bir köşede var olmaya devam edecekti. "Hayır, o daha sonra başladı. Durumuna müdahale edip, onu rehabilitasyona götürdüm. Geri döndüğünde daha iyiydi ancak yalnızca bir süreliğine. Ondan sonra olan her şey olağan şekilde gelişti. Birçok yalan, kalp kırıklığı... Her neyse, iyi tarafı onun gibi insanlarla nasıl başa çıkacağımı öğrendim."

Sherlock'un telefonuna gelen mesajla, bildirim sesi aralarındaki yeni başlamış olan sohbeti kesmişti. Elindeki çay fincanını bırakıp, onun yerine telefonu aldı. Mesajın konuyu dağıtmasını fırsat bilen genç kadın, oturduğu yerden dikleşerek saçını bir arada tutan kalemi çekip almıştı. Dalgalar halinde omzuna çarpan saçlarıyla ilgilenirken Sherlock da gelen mesajı okudu. Mesajda yazanlar ilgisini fazlasıyla çekmiş olmalıydı ki birtakım sesler çıkararak Melora'nın dikkatini üzerine çekmişti.

"Trent Annunzio'nun otopsi raporu. Adli tıp, mide içerisinde kurumuş kasımpatı ve dut yaprakları bulmuş."

"Onların ikisi de..."

"Şifalı Çin bitkileri... Evet, farkındayım. Özellikle bu karışım göz ağrılarının tedavisinde kullanılıyor." Telefon ekranından hafif sola kaydırdığı bakışlarını Melora'ya sabitledi. Belki birazcık, genç kadın ortalarda yokken boş durmak yerine araştırma yapmış olabilirdi. Sonuçta, Trent Annunzio'nun bir Çin sevdası vardı. Bu dava sürecinde hem sarışın dedektiften hem de genç kadından bir şeyler kapmıştı, şimdi kendi marifetlerini göstermeliydi.

"Bunları nereden biliyorsun?"

"Bana verdiğin şifalı bitkiler iyileşmemde olumlu rol oynadığı için Çin alternatif tıp ilaçlarının yararı hakkında biraz araştırma yapmış olabilirim." Elindeki telefonun ekranını Melora'ya çevirerek yazılanlara odaklanması istercesine telefonu salladı. Yaptığı araştırma üzerinde çok durmak istemediğinden doğruca asıl önemli konuya dikkat çekti. Yoksa Melora'nın 'ben söylemiştim' bakışlarına maruz kalacaktı. "Her neyse, demek istediğim, iki gözünden vurulması ve göz ağrısı için ilaç alması tesadüf olamaz."

Adamın her bir söylediğini dikkatlice dinledi, olaylar hakkında yaptığı birleşimini makul bulmuştu. Kulağa oldukça bağlantılı geliyordu ve daha da net bağlantılı yapacak elinde sağlam bir bilgi vardı onlar için. Açıkçası önemli olmadığını düşünerek fark ettiği ayrıntıyı kendine saklamıştı. "Evindeyken bir şey fark ettim. Öğrencileri ile beraber bir fotoğrafı vardı. O hariç fotoğraftaki herkesin gözü, kamera flaşından dolayı kırmızı çıkmıştı. O zaman üstünde çok düşünmemiştim, ancak bir ihtimalle bir şey gözündeki tapetum lucidum tabakasını engellemiş olabilir. Retinanın parlayan kısmı."

"Ne gibi?" Sherlock, Melora'nın anlattıklarını biraz daha açmasını istedi, kaşlarını yukarı kaldırarak. Sonuçta genç kadının tıp bilgisi, kendisinden biraz daha fazlaydı. "En iyi tahminle melanoma hastalığı."

"Adli tıp memurunun ofisine gitmeliyiz. Sanırım Trent Annunzio'nun cinayetini kimin ayarladığını biliyorum."

Yazım yanlışlarım varsa affola.

Küçük yıldıza dokunmayı,
konuşma balonuna tıklayıp düşüncelerinizi paylaşmayı unutmayın.

Ne kadar etkileşim,
o kadar mutlu pofuduk...

01. Söyleyin bakalım özlediniz mi; beni veya Sherlock'la Melora ikilisini? Burada özlem giderebilirsiniz, hem benimle hem sherlora'yla. 

02.Evet, bölüm yayınlamayalı oldukça uzun, çok uzuuuuuuuuuuuuun zaman oldu. Neden böyle olduğu hakkında bir açıklama yapmayacağım, tamamen kendi dikkat dağınıklığım deyip geçeceğim. Yazımımda bir düşüş gerçekleşmiş olabilir.

03. Bölümü baştan sona 89328402 kez tekrar yazdığım için isyan etmeden geçmeyeceğim. Artık bir ritüelimiz var. Eğer bu ritüeli gerçekleştirmezsem bilin ki bir problem var... Hem de çok büyük bir problem var.

04. Aslında amacım bu bölümü kısımlara ayırmamak, tek bir bölüm olarak yayımlamaktı fakat isyanlarıma isyan kattım. Kendime koca bir 'HAYIR' diyerek bölümü sizlere saldım gitti.

ben 1: ama aslında bölüm bitmedi
ben 2: hayır
ben 1: ama sanki kısa gibi
ben 2: hayır
ben 1: sanki bölümde hiçbir şey olmamış gibi
ben 2: hayır
ben 1: ama...
ben 2:HAYIR
ben 1: ama...
ben 2: HAYIR ULAN, HAYIR

**ilk başta başkalarına sonra kendinize hayır demeyi öğrenin

05. Bölüme ilk defa şarkı koydum ve bu şarkı sadece bu kısımda değil diğer kısımda da olacak... malum bölümü böldüm ya ben 2 zoruyla. Strange Brids çok sevdiğim bir şarkıdır ve her dinlediğimde bana Sherlock'la Melora'yı hatırlatır. Şarkıdaki sözler ilişkilerini özetler nitelikte. Bu yüzden çevrilmiş versiyonunu bölüm görsellerine ekledim. Strange bird bildiğim kadarıyla genelde tuhaf karakterleri olan güzel insanlar için kullanılan bir nevi terim.

06. Umarım bu bölümde Sherard'a karşı herhangi bir kin beslememişsinizdir. O kötü bir karakter değil, Sherlock ile zıt düşse bile bir olay olduğunda Sherlock'un tarafında olabilecek bir karaktere sahip. Rakipler ama asla düşman değiller. Bunları söyleme gereği duyuyorum çünkü Sherard'ı cidden seviyorum.

07. Grinch; ne olursa olsun mutlu olmayan, huysuz ve suratı asık kişi demek. Aynı zamanda Sherlock'u canlandıran Benedict'in seslendirdiği Grinch'e gönderme yaptım. Bilmeyeniniz için bilgilendireyim dedim. Ve yılbaşı yaklaşıyor, Grinch yılbaşından nefret eder. Sanırım bu yıl ona eşlik edeceğim.

*Tapetum Lucidum: Gözde korioidea üzerinde yer alan, hayvanların karanlıkta daha iyi görmelerini sağlayan, madensel parıltılı ve ışığa duyarlı bölge.

*Uveal melanoma: Gözün orta tabakasında bulunan Uvea tabakasının bir çeşit kanser Melanoma hastalığı taşıması.

08. Umarım okurken sıkılmamışsınızdır. Lütfen yorum bırakmayı unutmayın, yorumlarınız ciddi anlamda yazarken benim için motivasyon kaynağı.

Bạn đang đọc truyện trên: Truyen2U.Pro