пять

Màu nền
Font chữ
Font size
Chiều cao dòng

2 Hafta Sonra:

Jooheon, üzerindeki doktor önlüğünü çıkarıp çalışma masasına bırakırken uykusuz kaldığı için şişmiş gözlerini ovuşturuyordu. Evde onu bekleyen sevgilisini görmemek için 2 hafta boyunca düzenli bir şekilde gece nöbetlerine adını yazdırmıştı. Bu sayede eve sadece haftada iki kez gidebiliyordu. Sevgilisi ise o yorgun olduğu için hiçbir şey diyemiyordu.

Kendini odasındaki koltuklardan birine attı ve iki haftadır aklından bir türlü çıkmayan Yüzbaşı Changkyun'u düşündü. Onu en son birlikte kahvaltı yapmaya gittiklerinde görmüştü. Onu reddetse bile bir ihtimâl yarasını temizlemek için hastaneye geleceğini düşünmüştü fakat o, hiçbir zaman gelmemişti.

Changkyun'u reddettiği için pişman değildi çünkü bir sevgilisi varken bir başkasının aşkını kabul edemezdi. Fakat sevgilisini de terk edemiyordu. Sevgilisi, onun için çok emek vermişti ve Jooheon, ilişkisini nasıl bitereceğini bile bilmiyordu.

Düşünceleri onun rahat etmesine izin vermezken bulunduğu odanın üzerine doğru geldiğini hissediyordu. Daha fazla odasında durmak istemediği için askıdaki ceketini giydi ve hızla odasından çıktı. Bir şeyler içip kafasını dağıtmak istiyordu.

Hava soğuk olduğu için ceketinin fermuarını tamamen kapatırken hastane kapısından çıktı ve soğuk havayı hissetmemek için hızlı adımlarla otoparktaki arabasına ilerledi.

Tam arabasına binecekken arkasından gelen ve "Bay Lee! Acile gelmeniz gerekiyor." diye bağıran asistanının sesini duydu. Kapısını açtığı arabanın kapısını kapadı ve tombul yanaklarını şişirerek asistanına döndü. "Benden başka doktor yok muydu acilde?" diye sorarken, ayakları çoktan ona ihanet ederek acile doğru ilerlemeye başlamıştı.

"Doktor Kim var fakat hasta özellikle sizi isteyince ikna edemedik başka doktorlar için." diyen asistanına karşı Jooheon, adımlarını hızlandırıp acile girerken gördüğü karmaşa ile bir süre duraksadı.

Hemşirelerin çoğu bir köşeye sinmiş ağlarken doktor arkadaşları ise hemşirelerin önünde onları gizliyordu. Hastane güvenlikleri ise ellerindeki elekrikli şok tabancasını hastane kabinlerinden birine doğru doğrultmuştu.

"Ne oluyor burada?" diye kendi kendine fısıldarken yavaş adımlarla hastane güvenliğinin yanına adımladı. Onu gören insanlar derin bir nefes alırken güvenlik görevlileri ise biraz geri çekilerek ona yer verdiler.

Jooheon, sonunda hasta kabininin önüne geldiğinde gördükleri karşısında fazlasıyla şaşkındı. Yaralı bir hasta bekliyordu fakat karşısında dikilen kişi gayet sağlıklı duruyordu. Üstelik elindeki silah ile kendisine bakıyordu. Silahlı saldırganın yüzü fazlasıyla tanıdık gelse de bir türlü tanıyamamıştı.

"Siz de kimsiniz?" diye sordu Jooheon. Karşılığında ise alaylı bir gülümseme eşliğinde "Geçen hafta öldürdüğün Kim Donghyuk'un abisi Kim Jeehyuk'um ben." diye bir cevap aldı. Jooheon'un şaşkınlığı iyice artarken Jeehyuk'u sonunda tanıyabilmişti fakat ortada büyük bir yanlış anlama vardı. Donghyuk, daha 17 yaşında genç bir çocuktu fakat arkadaşları tarafından darp edilip ezildiği için intihar etmişti ve Jooheon'a hasta olarak getirildiğinde çoktan bitkisel hayata girmişti.

"Onu ben öldürmedim. Bana getirildiğinde zaten bilincini kaybetmişti." diye kendini savunurken Jeehyuk'un çıldırmış gibi silahını kendisine doğru doğrultması ile susmak zorunda kalmıştı Jooheon.

"Kes sesini! Kardeşim buraya geldiğinde yaşıyordu. Bilincini açabilirdiniz. 6 seneyi ne için okudunuz siz?" diye bağırmaya devam ediyordu Jeehyuk.

Jooheon, içinden sabır cümlelerine sıralarken ne yaparsa yapsın bu adamı sakinleştiremeyeceğini biliyordu. Bu yüzden gözlerini bir süre etrafta gezdirerek asistanını bulmaya çalıştı. Asistanı, sekreter masasının arkasında saklanırken bir süre sonra göz göze geldiler.

Jooheon, Jeehyuk'a kısaca bir göz atıp yeniden asistanına döndü ve ellerini arkasına saklayarak el hareketleriyle ona polisi aramasını söyledi. Daha sonra kafasını hafifçe çevirdi ve asistanından bir baş sallama hareketini aldıktan sonra rahatlayarak tamamen Jeehyuk'a döndü. Polisler gelene kadar onu bir süre oyalamalılardı.

○●○●

Changkyun, önündeki dosyalarla uğraşırken aynı zamanda odasındaki Shownu ve Minhyuk'un fingirdeşmesini görmezden gelmeye çalışıyordu. Arkadaşları, Changkyun'un sert mizacı yüzünden kimsenin odasına gelmeyeceğini bildiğinden tüm gün orada kalıyorlardı. Normal zamanlarda Changkyun buna göz yumup odadan çıksada bugün komutanı tonla iş vermişti, bu yüzden odada kalmak zorundaydı.

Changkyun "Daha fazla dayanamayacağım! Artık ayrılsanız mı? Midem daha fazla bu görüntüyü kaldıramayacak yoksa." diye sinirle konuşurken aynı zamanda önündeki dosyanın kapağını kapatıyordu.

Minhyuk, Shownu'nun kucağına iyice yayılırken, Shownu'nun omzundan Changkyun'a baktı ve "Senin sevgilin yok diye bize mi bulaşma kararı aldın? İşlerden biraz başını kaldır da etrafındaki senin için pervane olan insanlara şans ver." diyerek yeniden önüne döndü.

Changkyun, Minhyuk'un kendisine attığı lafı daha sindirememişken, bir de Shownu'nun "Terfi için bu kadar uğraşacağına biraz hayatını yaşa." demesiyle iyice bozulmuş ve sinirle homurdanırken odasından çıkmıştı. İşinde en iyisi olmanın neresi suçtu, anlayamıyordu.

Sinirli adımlarla koridorlarda dolaşırken, ona selam veren askerlere kısa bir baş selamı vererek askeri üssün bahçesine çıkmıştı. Üniformasının iç cebinden küçük sigara paketini çıkarırken havanın soğuk olması ona hiç işlememiş gibiydi.

Banklardan birine oturup sigarasını yakarken aynı zamanda subayların eğitimini izliyordu. Tüm günü bu üste geçtiği için bu tür manzaralara zaten alışkındı.

Ailesi ile aynı ülkede bile değildi, bu yüzden hafta sonları arkadaşları dışarı çıkarken o hep evde ders çalışır ve daha iyisi olmaya çalışırdı. Küçüklüğünden beri insanlarla arası hiç iyi olmamıştı Changkyun'un, sert bir karakteri ve sürekli çatılı kaşlarıyla insanları korkutur, yanına yaklaştırmazdı.

Hep tek başına olduğu içinse başarısını engelleyen kimse olmamıştı, bu yüzden hep en iyisi olmuştu. Üniversite zamanı babasının izinden gitmek istemiş ve askeri üniversiteye başlamıştı. Şimdiyse yine babasının izinden giderek işinde en iyisi olmak istiyordu. Daha yaşı gençti, babası gibi Orgeneral olmak için daha çok çalışması gerekiyordu fakat kimse onu anlamıyordu. Hoş, Changkyun bunu umursamıyordu bile.

Sigarasından derin bir nefes çekerek, dumanını soğuk havaya doğru üflerken, cebinde tireyip duran telefonunu çıkararak aramayı açtı. Arayan yakın arkadaşı Kihyun'du. "Evet?"

"Bence hemen haberleri açmalısın. Jooheon'un hastanesinde silahlı bir saldırgan olduğu tespit edilmiş." diyen Kihyun'a karşı Changkyun, bir an nefes alamadığını hissetti. Telefonu zorlukla kapatırken sigarasını yere fırlattı ve odasına ilerlemeye başladı.

Attığı koca adımlar koridorlarda tok bir ses oluştururken onu ilk defa bu hâlde gören düşük rütbeli askerler, çoktan aralarında fısıldaşmaya başlamışlardı. Aynı hızla odasının kapısını açtı ve hâlâ dip dibe olan Shownu ve Minhyuk'u umursamadan lüks televizyonu açtı.

"Evet sayın seyirciler, gördüğünüz gibi Başkent Seul Hastanesinde silahlı bir saldırgan olduğu tespit edildi. Tüm birimler olay yerine giderken içeride yaralı insanların olduğu düşünülüyor. Saldırganın ne amaçla içeri girdiği ya da içerideki insanların esir alınıp alınmadığı ise hâlâ bilinmiyor."

Changkyun, haber muhabirini tüm dikkatiyle dinlerken daha fazla ayakta kalamamış ve masasının karşısındaki sandalyeye yığılmıştı. Shownu ve Minhyuk ise telaşla Changkyun'un yanına ilerlerken "Kötü bir şey olmamıştır, merak etme. Ben hemen şimdi komutana gidip bizimde o operasyona katılmak istediğimizi söylüyorum." demişti Shownu.

Changkyun, hâlâ zorlukla nefes alırken, Shownu'nun dediklerini umursamadan ayağa kalkmış ve çekmecesindeki silahını çıkararak, "Komutanı bekleyemem ben. Gidiyorum hemen, sen söylersin." diyerek odadan bir hışımla çıkmıştı.

Shownu, Changkyun'un arkasından "Kahretsin! Emir almadan silahını kullanacak. İşinden mi olmak istiyor bu?" diye mırıldanmış ve Minhyuk'a dönerek "Sen burada kal. Ben komutana haber vererek Changkyun'un peşinden gideceğim." dedi.

Changkyun, tüm hızıyla arabasına binip yola çıkarken kaza yapmamak için büyük bir efor sarf ediyordu. Trafik sanki ona yardımcı oluyormuşçasına tamamen açıkken yolun açık olması Changkyun'un daha hızlı araba sürmesine yol açıyordu.

Yolu olabildiğince kısa tutmuş ve sonunda hastaneye ulaşmıştı. Hastanenin etrafı tamamen polislerle kaplıyken üst rütbeli bir polis elindeki hoparlör ile içerideki saldırgana sesleniyordu.

Changkyun, bu kalabalıkta içeri giremeyeceğini düşündüğü için kimseye görünmemeye çalışarak hastanenin acil çıkış kapısını aramaya başladı. Fakat acil çıkış kapısında da gördüğü birkaç polis ile sinirle homurdandı ve hastanenin etrafını dolaşmaya devam etti.

Etrafta dolaşırken açık pencere arıyordu bu sefer de. Tam umudunu yitirmiş bir şekilde yolun ortasında dururken gözüne çarpan kamyonet ve ikinci katın açık penceresi ile tüm vücudu rahatlamıştı. Yüzündeki gülümseme ile kamyonetin kasasına çıktı ve kasasına bağlı olan demirlere tırmanarak sağ elini açık pencerenin zeminine attı.

Biraz zorlansa da sonunda sol elini de pencerenin zeminine yerleştirio kendisini yukarı doğru çekerken sızlayan yarasını umursamamaya çalışıyordu. Tamamen kendini yukarı çekip içeri doğru atladığında bulunduğu odaya bir süre bakarak kapısını bulmaya çalıştı.

Bulunduğu odada yığınla eşyayı bir kenara fırlatıp kapıyı bulmaya çalışırken küfretmemeye çalışıyordu. Polislere güvenip Jooheon'un kurtarılmasını bekleyebilirdi fakat sorun şuydu, o polislere güvenmiyordu.

Odanın kapısından dışarı çıkarken birazdan göreceği manzaraya karşı kendini hazırlıyordu. Yaralanan kişinin sevdiği insan olmamasını istemesi onu kötü biri yapar mıydı? Eğer yapacaksa evet, Changkyun kötü biriydi.

Adımlarını merdivenlere doğru yönlendirirken beline yerleştirdiği silahını çıkararak içindeki kurşunları saydı. Tam tamına 5 kurşunu vardı. Saldırgan için yeterli olacağını düşünüyordu.

Silahını yeniden beline yerleştirme gereği duymadı ve merdivenlerin sonuna geldiğinde ses çıkarmamaya özen göstererek acil bölümünün olduğu koridora ilerledi. Birkaç bağırış sesini duyduğunda ise sakin olmaya çalışarak silahının emniyetini açtı. Eğer sakin olmazsa esir alınan insanların, özellikle Jooheon'un, başına bir şey gelebilirdi.

Koridorun sonundaki kolona doğru yürüdü ve arkasına gizlenerek gözleriyle etrafı taramaya başladı. Tüm insanlar bir köşeye doğru büzüşerek saklanmaya çalışırken onun Jooheon'unu bir türlü görememişti.

Her çalışanın yüzüne bakarak Jooheon'u görmeyi umut ederken sürekli karşısına çıkan yabancı yüzler ile aklına doluşan kötü fikirlerden kurtulmaya çalışıyordu. Fakat korktukları ile yüzleşmesi gerekirdi, değil mi?

Saldırganın esir olarak aldığı kişi Jooheon'dan başkası değildi.

"Bütün yıldızlar, kanlı bir kırmızı ile parlar mı?"

"Bana uzak durmanın yollarını söyle."

○●○●

Finale son 2 bölüm.

Oy vermeyi unutmayın, lütfen.

Bạn đang đọc truyện trên: Truyen2U.Pro