BİNDE BİR

Màu nền
Font chữ
Font size
Chiều cao dòng

     Sennur, kapıyı açtığında Mısra ve Rüzgâr'ın beraber geldiklerini görünce yüzünde bir sevinç parıltısı oluştu. O kadar sevindi ki bu Mısra'nın ağladığını fark etmesini bile engelledi. Onlar salona geçip otururlarken onlar için çay ve yanında biraz kurabiye hazırlamak için mutfağa gitti. 

"Anne, babam ve Fedua neredeler?" diye bağırdı Mısra mutfaktaki annesine sesini duyurabilmek için.

"Baban arkadaşları ile öğleden sonra çıktı. Fedua ise siz beraber çıktıktan sonra hiç uğramadı. Anlayacağın cumartesi yalnız kaldım diyebilirim." dedi Sennur'un tüm evde neşeyle yankılanan sesi. Yalnızlıktan yakınmasına rağmen Mısra ve Rüzgar'ın birlikte geldiklerini görünce sevincine diyecek yoktu. Fedua'nın olmayışı Mısra'yı incitmişti doğrusu. Çok zor bir an yaşamıştı ve Fedua'da bunun farkındaydı. Bugün akşam yemeğine kadar Mısralar'da kalacaktı ama ortalarda yoktu. Tamam Mısra'nın büroda olduğunu bilmiyordu ama evde ne diye beklememişti ki?



     Mısra tekli koltuklardan birine Rüzgar'da ona en yakın olan koltuğun köşesine geçip oturdu. O adamın kim olduğunu sormak için doğru anı beklemeye koyuldu. Söze ilk giren Mısra oldu.

"Rüzgâr olanları annemlere söyleme lütfen." 

"Sen nasıl istersen tabii. Peki sakıncası yoksa o adam kimdi?" diye sordu merakını gizlemeye çalışıp öylesine bir soru niyetine.

"Ortaokuldan lise üçüncü sınıfa kadar aynı okulda okuduk. Birbirimizi ortaokuldan itibaren çok seviyorduk. Çıkmaya başladığımız zaman itiraf etmiştik birbirimize." dedi Rüzgâr'a doğru baktı dudaklarında beliren hoş bir tebessüm ile. Bir süre dalgın bir şekilde öylece durdu.

"Bana lise birinci sınıfken çıkma teklif etti ve ben de büyük bir sevinç ile kabul ettim teklifini. Ona kaçamak gözler ile bakmayacaktım. Düşünebiliyor musun? Ben onu izlerken birden bana bakınca gözlerimi utançla kaçırmam gerekmeyecek ve ellerini istediğim zaman tutabilecektim." dedi Rüzgâr'a, hâlâ biçimli ve dolgun dudaklarında bulunan tebessümü ile bakarken. Yere bıraktığı çantasına uzandı oturduğu yerden.

"Çıkmaya başladığımız ilk hafta beni kendine layık görmediğini anlatan bir şiir yazıp verdi. Ayrılmak istersem haklı olmamdan dolayı anlayış gösterecekmiş. Saçmaladığını söyledim. Kendinin benim için ne kadar kusursuz olduğunu anlayamıyordu." dedi çantasının içinden A5 boyutunda, yılların eskittiği dörde katlanmış bir kağıt çıkarıp Rüzgâr'a uzattı. Rüzgâr kendine uzatılan kağıdı aldı ve dikkatlice açtı. Kağıttan çok hoş kokular geliyordu. Tıpkı Mısra gibi kokuyordu. İçinde de bir şiir yazılıydı.

Sanırım sana göre değilim ben.

Sen saf ve masum,

Bense yalan ve dolanlarla

Kurduğum hayal dünyamda

Sen gerçek ve öz,

Bense benliğini kaybetmiş,

Onu aramaya dahi yeltenemeyen

Yalnızca korkağın biri.

Sen hayatın beyaz rengi,

Bense siyahının ta kendisi

Sen hep aydınlık ve sıcak,

Bense hep üşüyen bir ışık arayıcısı.

Sen düştükçe ısrarla,

Yeniden kalkabilen ve pes etmeyen biri,

Bense düştükçe düşen

Bir daha kalkmaya cesaret edemeyen

Güçsüzün biri.

Sen ağlayabilecek kadar insan,

Bense kendi gözyaşlarını

Kendinden bile saklayan

Yalancı ve yalnızın biri

Şiiri okuduktan sonra Mısra'ya uzatırken son bir kez daha süzdü kağıdı. Şiirin güzel olduğunu düşünüyordu. Hatta çok güzel.

"Güzelmiş." dedi dilinin ucuyla.

"Daha sonra üçüncü sınıfa geçtiğimiz zaman birdenbire ortadan kayboldu. Hiçbir şey söylemeden çekip gitti. Sıramın üstündeki bir not kağıdının üstüne 'Seni seviyorum Mısra'm' diye yazmış. O yıl sınıflarımız ayrılıyor diye üzülüyordum birde."

Gözleri dolmuştu ama gözyaşları süzülmesin diye habire göz bebeklerini yukarı doğru kaldırıyordu. 

"Aradan çok uzun yıllar geçmiş. Birbirinize olan aşkınızın da devam etmemesi çok normal değil mi? Bunun için üzülmemen gerekir. Lise ya da ortaokul aşkları devam etmezler ki zaten. Binde birlerdir." dedi Rüzgâr çekinerek. Tekrar ağlayacakmış gibi duran güzel yüzüne baktı kızın. Onu teselli etmek istemişti. Ama Mısra'nın şaşkın ve bir o kadar da kızgın görünen yüzüne bakılırsa yanlış kelimeler seçmişti. Daha dudaklarından döküldüğü anda pişman olmuştu.

"Biz o binde birdik işte." dedi Mısra fısıltı ile çıkan sitemkâr sesi ile. Bağırıp Rüzgâr'ı küçük bir çocuk gibi azarlayabilirdi ama mutfaktaki sesler kesilmişti ve buna rağmen Sennur yanlarına gelmiyordu. Bu da onları yalnız bırakmaya çalıştığı ve sanki iki günde aralarında bir şey olabilirmiş gibi bir düşünce ile onları dinliyor ve bir şeyleri öğrenmeye çalışıyor olabilirdi demekti.

"Evlenmek üzere bir başkası ile." dedi Rüzgâr son noktayı koymak isteyerek.

"Evleneceğini de nereden biliyorsun?" diye sordu Mısra şaşkınlıkla. Baştan beri onları mı dinlemişti? 

"Parmağındaki yüzükten. Aynısı sen de yok da." diye yanıtladı Rüzgar bilmiş bir ifade ile.

"Birbirimizi hâlâ çok seviyoruz ama bizi tekrar canlandıramayacak bu sevgimiz." dedi Mısra ümitsizlikle başını öne eğdi ve parmakları ile oynamaya başladı. Ev derin bir sessizlik içindeyken kapı çalındı ve buna Sennur'un ayak sesleri de eşlik edince büyük bir gürültü kopmuş gibi geldi. Fedua koşar adım oturma odasına girdi ve kendini görünce annesini ayrı kaldıkları zaman diliminden sonra çok özlemiş ve ağladı ağlayacak duruma gelen bir çocuk edasıyla ayağa kalkıp boynuna atlayan arkadaşına aynı şekilde karşılık verdi. Sennur fırındaki kurabiyelere bakmak için çıkar çıkmaz Fedua'nın omzunu ıslatmaya başlamıştı bile Mısra.

"Ya bi'tanem, yapma böyle beni çok tedirgin ediyor ve üzüyorsun."

"Fedua? Doğanay artık bütünüyle ayrıldı benden." dedi hıçkırıkları ve gözyaşları arasında kesik kesik çıkan kısık sesi ile. Kızın boynuna daha sıkı sarıldı.

"Sennur anne gelecek bak. Hadi sil gözyaşlarını bakayım. Sen çok güçlüsündür." dedi Fedua Mısra'nın omuzlarından nazikçe tutup ayırdı kendinden ve yüzünü şefkatle ellerinin arasına aldı. Güç vermek için gülümsemeyi de ihmal etmedi. Rüzgâr oturduğu yerden olanları sadece izleyebildi. Bir şeyler yapmayı ne kadar istese de şu an kendini fazlalık gibi görüyordu. Mısra gözyaşlarını sildi. Ellerini gözlerinin yakınında ileri geri sallayarak ağladığının belirtilerini silmeye çalıştı. Tekrar koltuğa gömüldü. Rüzgâr Fedua için biraz yana kaldı. Şimdi arkadaşının elini tutuyordu Fedua. 

"Buraya geldi biliyor musun? Konuşmak istedi benimle." dedi Mısra ve hemen ardından arkadaşına acıklı bir bakış göndermeyi de ihmal etmedi.

"Yüzsüze bak ya! O kız ne hakla senin ya..."

"Peri değil, Doğanay geldi." dedi Mısra kızın cümlesini tamamlamasını beklemeden. Fedua yalnızca "Aah!" diye küçük bir şaşkınlık belirtisi gösterip sustu. Sennur çay ve kurabiyeler ile girince sessizliğe devam ettiler. On beş dakika bile geçmeden Rüzgar evine gitti. Sennur'un tüm ısrarlarına rağmen akşam yemeğine de gelemeyeceğini söyledi. Mısra'nın bugün daha çok kafasını toplaması gerektiğini düşündü. Ailesiyle kalması daha doğru olurdu.



     Akşam yemeğinin ardından Fedua ve Mısra bahçeye çıktılar. Bahçe sandalyelerine oturdular. Hemen önlerinde üstünde enfes kokusunu yayarak tüten sıcak çikolataları vardı. Fedua gri renkteki salaş örgü hırkasına sımsıkı sarılıyordu. Sonbaharın ortalarıydı. Antalya pek soğuk olmasa dahi Fedua akşamları serin olduğunu söylüyordu. Mısra'nın da üstüne zorla attığı mavi pike battaniyenin yarısı Mısra'nın omuzlarından kayıp sandalyenin aşağısına düşmüştü bile. 

"Mısra, ben Peri'nin kiminle nişanlandığını gerçekten bilmiyordum. Bilseydim... Aslında hep benim suçum. Biliyorum işte. Yıllar sonra o şeytanın bizimle neden buluşmak isteyeceğini tahmin etmem gerekirdi." dedi Fedua mahcubiyetle. Arkadaşının şuan ki depresif ruh halinden kendini sorumlu tutuyordu.

"Senin tüm bu olanların en masumu olmana rağmen kendini hatalı bulman ve onların ise kendilerini aklamaya çalışmaları o kadar komik ki!.." dedi Mısra sıcak çikolatasına bakarak. Fedua yarısını içmişti bile ama Mısra ne kadar çok sevse de tek bir yudum bile alamadı. Kendini çok yorgun hissediyordu. "Keşke dava almasaydım" diye geçirdi içinden. Tüm hevesi kaçmıştı.

"Kalmana çok sevindim. Neden ben geldiğimde evde değildin?" diye sordu ilgisizce. Konuşmak için konuşuyordu artık. 

"Sen gidince işte önce biraz dolaştım. Asafla konuştum biraz." dedi Fedua yavru bir kedininkini andıran bir sesle çıkmıştı ağzından çıkan son kelimeler. Başını kaldırıp yana çevirdi ve gökyüzü ile ilgilenir gibi gözükmeye çalıştı. 

"Abime söyledin mi yoksa?" diye sordu Mısra. Sesi daha canlı ama tehditkârdı. 

"Yıldızlar bugün sence de çok güzel değiller mi?" dedi Fedua Mısra'nın sorusuna kayıtsız gelerek. Mısra, Fedua sorusuna cevap vermiş gibi kıza şakınlıkla baktı.

"Demek böyle bir şey yaptın ha? Kızım o senin nişanlın, henüz kocan falan değil. Bense senin on beş yıllık arkadaşınım be! İstemeyeceğimi ve gayet sinirleneceğimi gayet iyi biliyordun." dedi Mısra her bir kelimeyi ayrı ayrı vurgulayarak. Fedua kafasını Mısra'ya doğru çevirdi.

"Ne yapayım? Sen öyle ağlayınca abinin bilmesi gerektiğini düşündüm." dedi Fedua  hâlâ yavru bir kedi gibi çıkan sesiyle.

"Ne dedi peki?" diye sordu Mısra daha sakince.

"Dedi ki 'O ... Doğanay zaten benim kardeşimi hiç hak etmedi. Mısra'ya söyle onun için ağlamasın.' dedi. Yanında durdu yani. Bir de onu gördüğü ilk yerde..." 

"Dövecek mi?" dedi Mısra dehşetle oturduğu yerde huzursuzca kıpırdandı ve ağzını kapadı.

"Hayır. İlk gördüğü yerde ona seni artık rahat bıraktığı için teşekkür edecekmiş. Zaten karşılaşmaları imkânsız gibi bir şey." dedi Fedua gülümseyerek. Mısra hiç gülmedi. Abisi de Doğanay'ı nedense hiç sevmiyordu.

"Doğanay her ağladığında ona eşlik eden benim omzum iken, ona yıllarca sadık kalıp beklemiş iken neden Peri?" diye sordu kafasını yukarı kaldırıp. Sorusunu sanki onlara sormuş gibi yıldızlara bakarak beklemeye koyuldu.

"O sarhoş, onu ve annesini devamlı döven, hiç ama hiç sevmediği babasını annesi öldürdükten sonra  benim ile hiç konuşmadan bir anda neden gitti? Tamam, çok ama çok zor bir durum ama yıllar geçtikten sonra neden aramadı?" diye bir soru sordu bir süre sonra.  Fedua arkadaşını üzülerek izliyordu ve sorduğu sorulara nasıl cevaplar vermesi gerektiğini düşünüyordu  ama hemen sonrasında beceremeyeceğini fark edince vazgeçti.


Bạn đang đọc truyện trên: Truyen2U.Pro