PERİ'DEN |1|

Màu nền
Font chữ
Font size
Chiều cao dòng

   Bitkin adımlarla Mısra'nın odasına girdiler. Yatağın üstündeki deftere baktı her ikisi de girer girmez. Önceden anlaşmış gibi yatağa oturup duvara baktılar. Uzun uzun sanki bir başkasının gözünden son iki saatlerini izliyorlarmış gibi kıpırdamadan duvara baktılar. Elbiselerinin koluyla birkaç göz yaşını silip tekrar duvara bakmaya devam ediyorlardı. Birbirlerinin umurlarında dahi olmadan içlerinde aynı fırtına ve kafalarında aynı deli sorular vardı. Mısra, Fedua'ya döndü. "Acaba sabah ona..." "Şşşt! Alakası olmadığına eminim."  her ikisi de bir süre daha sustular. "Rüzgâr'ın ağlaması, evini bilmesi, gitmesi... Sence neden?" "Umurumda değil Fedua. Hiçbir şey umurumda değil. Bugün umurumda olmayacak da ama belki yarın ben de bunu düşünürüm. Belki..." arkasındaki deftere uzattı elini. İlk sayfasını açtı ve okudukları paragrafa hızla göz attı. Fedua'da Mısra'ya yaklaştı.



"...En sondan mı başlasam yoksa en baştan mı? Sanırım en başından anlatmam daha iyi olacaktır.



     Zengin bir ailenin tek çocukları olarak dünyaya gelmek bana pek bir katkı sağlamadı. Sanki koskoca bir dünyada yalnız yaşıyormuşum gibiydi. Babamın suratını öyle az görürdüm ki... Uykulu gözlerimi araladığımda, hayal meyal beni severken. Annem. O benim hiçbir zaman annem olmadı. Kendi gibi samimiyetsiz arkadaşlarıyla buluşur, partilere falan giderdi. Beni kızıymışım gibi sevmedi ya da ilgilenmedi gerçekten. Hani bazı insanlar evcil hayvan edinirler ya? Bir süre sonraysa çok sıkılırlar. Onlarla ilgilenmekten, bakmaktan... Sorumlulukları ağır gelir onlara... Ama ayrılamazlar da çünkü var olduklarını bilmek isterler. Gitmesin ama oralarda bir yerde dursun işte. Sadece görmeye alıştıkları için, yeniden bir düzen kurmakta zorlandıkları için ya da işte bir başkası ne der derdinden. Sevdiklerinden değil ama alışkanlık olduğundan. İnsanlar alışkanlıklarını terk etmekte hep çok zorlanmışlardır Mısra. Hiç sevmeseler de... Zarar görseler de... Ya da hiçbir zarar görmeseler de. Ben de annem için böyle bir şeydim işte. Alışkanlığıydım. Hiç sevmediği ama bozamadığı düzeniydim. Hani birinden hiç haz etmezsin, hatta nefret edersin ama öldüğünde en çok senin canın yanmış gibi hissedersin ya? Mesela şuan senin yaşadığın gibi. Annem için böyle bir etki yaratmıştım.



     Okula başlayınca benim için her şey daha iyi oldu. Bir sürü arkadaşım oldu. Yalnız olmadığımı, başka hayatlar olduğunu anlamaya başladım ama evimize döndüğümde çok yalnız kalırdım. Annem bir gün arkadaşlarıyla dışarı çıkacaktı. Babam iş için gezideydi ve annem böyle zamanlarda geç saatlerde dışarı çıkardı. Ben bir ara uyumuştum. Sonra ağlayarak uyandım. Sanırım gecenin geç saatleriydi. Çocukların uyumuş olması gerektiği o saatlerdi. Yatağımızın altında canavar olduğuna inanıp da geceleri uyanmaktan korkardık ya? Canavarlarımız yatağımızın altında ya da gece de saklı olmayabiliyorlar Mısra. Canavarlarımız bize görünür olabiliyorlar. Biz onları görmek istemiyoruz sadece. Onları yataklarımızın altına, gecenin uğultusuna biz gizliyoruz. Görmeyince korkmuyoruz çünkü. Benimkini ben gördüm ama. Ağlayarak uyanınca annemin yanına gittim. Dışarı çıkacağını hazırlanmasından anladım. Oysa arkadaşlarımın annelerinin üstünde gecelikleri, yüzünde uykuları ve ellerinde masal kitapları vardı. Ben masalsız büyüdüm biliyor musun? On dakikalarını bana ayırıp da kimse masal anlatmazdı. Ben prenseslere imrenerek yetişmedim. Evet, çocuklar düşe kalka büyür ama çocuklar kendi kendilerine de büyüyemezler. Kucaklarına sevgiyi, iyiliği, doğruyu, adaleti, güzellikleri dolduracak birilerine ihtiyaç duyarlar. Dahası düştüklerinde onlara bir el uzatılmasını beklerler. Çünkü çocuklar her şeyi tam anlamıyla anlayamazlar. Onların iyileri doğruları yoktur. Anne babalarının yaptıkları onlar için doğru olandır, iyi olandır.



     Benim bir bakıcım yoktu. Babam buna kesinlikle karşıydı. Beni annemin yetiştirmesi gerektiğini söylerdi. Zavallı böyle olacağına inanırdı. Bir yardımcımız vardı ama erken saatlerde giderdi. O bana annemden daha yakın davranırdı. Annem uyandığımı görünce çok sinirlendi. Neden uyandığımı sordu. Kötü bir rüya gördüğümü söyleyince kocaman bir kız olmama rağmen korktuğum için azarladı ve benimle ilgilenmekten bıktığını falan söyledi. Beni odama götürdü ve yatağıma yatırdı. Benim uyuduğumdan emin olmadan çıkmak istemiyordu belli ki. Bense o zamanlar beni sevdiğinden beklediğini sanırdım. Annem sıklıkla babam yokken çıkardı işte. Çoğu zaman gecenin bir yarısı uyandığımda annemi ya da başka hiç kimseyi bulamazdım ve ağlardım Mısra. Karanlıktan korktuğum için değil ama. Annem çıkacağı zaman evin tüm ışıklarını açardı. Belki de o da benim için değil de hırsızlardan dolayıdır. Ben yalnızlıktan korkardım. Ben yalnızlıktan çok ürkerdim. Annem bunu bilmez ve yanımda olmazdı. Allah'a dua ederdim böyle zamanlarda. Yalnız kalmak istemediğimi söylerdim.



     Ben uyumayınca annem çok sinirlendi. Gözlerim kapalıydı ama sırıtıyordum ve arada bir gözlerimi açıp annemi yokluyordum. Uzunca bir süre uyumamı bekledi. Uzunca dediğim bu süre on beş dakika bile değildi aslında. Uyumaya niyetimin olmadığını anlayınca kalın dudakları öfkeyle gerildiler. Canımı yakacak bir şey söylemek için hazırlandığını bilmiyordum."Seni en çok ne zaman seviyorum biliyor musun?" diye sordu gülümsemeden. "Ne zaman?" diye sordum sevinçle. Hatta zafer kazanmışım gibi. Çünkü en çok ne zaman seviyorsa öyle olmalıydım. "Uyurken. Bir ölü gibi saatlerce uyurken. Ayağımın altında dolaşıp beni rahatsız edemiyorsun." diye bir yanıt alınca yanaklarımın yandığını hissettim utançla. Oysa utanması gereken kişi ben değildim, oydu. Ben daha annemin ilk cümlesinin ben de yarattığı dehşet duygusunu atlatamadan "Ama nefes aldığını da biliyorum. Biliyor musun? Seni galiba sadece uyurken seviyorum." diye ekledi kırıcı cümlesine. Evet, annem beni doğurduğunda henüz 21 yaşında genç bir kadındı ama ben, beni dünyaya getirmesini istemedim ki beni azarlasın. Annem bana bunları söylediğinde henüz sekiz yaşımdaydım. Anneme sırtımı döndüm. Yastığımla yüzümü kapatıp ağladım. Hiç saklamaya çalışmadan, sesli bir şekilde ağladım. Belki söylediğinin çok kırıcı olduğunu fark edip özür diler ve yanıma uzanıp beraber uyuruz diye düşünürken gitti. Ben o zaman beni pek bir kimsenin sevmediğinin farkına vardım. Ben de kendi kendimi çok sevmeye karar verdim. Neyi istiyorsam almalıydım, kimi istiyorsam yanımda tutmalıydım. Kendimi çok sevmem ödüller de vermemi de gerektiriyordu.



     Yalnızlığımı en az okulda ve Antalya'daki yazlığımızda kuzenlerimle birlikteyken hissederdim. Doksan dokuz depreminde amcam ve eşi vefat edince iki erkek kuzenim de bizimle yaşamaya başladılar. Annem bu durumdan her ne kadar yakınsa da ben çok mutluydum. Her yerde yanımda olan iki tane kardeşim olmuştu birden bire. En büyük kuzenim çok dalgın ve üzgündü. Benden üç sınıf öndeydi. Her şeyi anlayabilecek yaştaydı tabii. Küçük kuzenim de ondan iki yaş küçüktü ama olanları daha çabuk atlattı. Ben büyük kuzenimle daha çok konuşur ve anlaşırdım. Liseye geçince annemin de onlardan rahatsızlık duyduğunun farkında olduklarından iki yıl arayla ikisi de Antalya'ya gittiler. Annem varken ferah ve büyük evimizde yaşamaktansa iyi bildiğin bir şehirde yurtta kalmak daha iyiydi. Ben de liseye geçince Antalya'ya gittim. Hem kuzenlerimde oradaydı. Babam benim için bir ev ayarladı. İstanbul'daki evimizde yıllarca çalışan yardımcımız da benimle geldi. Annemden uzaklaşmış olmam daha iyi olur diye düşünüyordum ama yeni okulumda da beni sevmesini beklediğim insanlar tarafından sevilemedim. Sınıfa girdim. Sizi gördüm... Lara ve seni. Lara'nın mavi saçlarından gözlerimi alamadım. Ona baktıkça ne yalan söyleyeyim içimi bir huzur kaplıyordu. Onunla, seninle ve Fedua ile arkadaş olmayı çok istemiştim. Sizin yanınızda, eşsiz grubunuzda kendimi de hayal ederdim. Daha önceden tanışıyordunuz besbelli. Gülüşmelerinizden, birbirinize olan tavrınızdan bunu rahatlıkla anlayabildim. Uzaktan uzağa imrenerek bakardım size. Özellikle sana ve Lara'ya. Bir ikizinin olması ne büyük ayrıcalıktı gözümde! Kimse olmasa bile birbiriniz vardı yanınızda, derdinizi anlatacak biri vardı. Derdinizi anlayacak birisi vardı. Kısa bir süre sonra Doğanay ile sevgili oldun. Grubunuz onunla birlikte melankolik bir hâle gelmişti. Sen yine espiriler yapıyordun... Siz yine gülüşüyordunuz ama kasvetli bir ortam getirdiği hemen göze çarpıyordu Doğanay'ın. Senle Doğanay'ı çok kez birlikte ağlarken gördüm. İçin için, acı çeke çeke... Oysa biliyordum. Ağladığınız her şey Doğanay'ın derdiydi ama sen onun derdini öylesine benimsemiştin ki çok kıskandım. Ne ben birine derdimi anlatmıştım ne de başka biri bana. Ne ben biri için ağlamıştım ne de başka biri bana. 



     Sonra sizi gülerken gördüm. Dudaklarınızla değil sadece... Ellerinizle, ruhunuzla, tüm benliğinizle gülüyordunuz. Saçma sapan şeylere bile gülerken, o gülmenin hakkını vererek gerçekten, samimiyetle gülüyordunuz... her biriniz. Sizi öyle gülerken görünce çok farklı hissettim. Öyle güzel gülüyordunuz ki... Eve gittiğimde hemen aynanın karşısına geçtim. Dudaklarımı gerdim. Gülümsedim. Kendimi hiç gülerken görmemiştim. "Ben nasıl gülüyorum acaba?" diye düşünüp kendime hiç bakmamıştım. Ben güzel gülüyordum Mısra. Gülücüğü dudaklarıma, suratıma çok yakıştırmıştım. Kendimi öyle görünce içten bir şekilde gülümsedim. Sonra kahkaha attım yansımama. Çok iyi hissetmiştim. "Sen çok güzel gülüyorsun Peri. İnsanlar seni gülerken görmeli. Sen gülmelisin." dedim.



     Gözlerim devamlı olarak üzerinizdeydi. Lara'nın Doğanay'a aşık olduğunu da fark etmemem mümkün olmazdı bu yüzden. Sen Doğanay ile beraberken yanınızda duramıyor, uzaklaşıyordu. Kıskanç bir şekilde bakmıyordu işin garibi. Doğanay'a bakmamaya gayret ediyordu. Üzülüyordu. Belki inanmayacaksın bana ama ben de bu durumuna çok üzülüyordum. Çok zordu. Doğanay'dan kısa bir süre sonra Emir'in de aranıza katılmasına şahit olunca sevindim. Çünkü ondan sonra hep beraberdiniz. Lara sizden kaçmıyor, somurtmuyor, üzülmüyordu. Emir ile çıkmaya başladılar. Ben aranıza katılmak isterken kısa sürelerde başkalarının size katıldığını görmek tam anlamıyla hayal kırıklığıydı benim için. Benden hoşlandığınız söylenemezdi. Size her "Günaydın!" deyişimde canlı bir sesle, elimden geldiğince sevimli gözükmeye çalışırdım. Siz de beni pek umursamadan "Günaydın." derdiniz. Belki farkında bile olmadan. Lara hariç ama. O mutlaka yüzüme bakıp benimle gülümseyerek konuşurdu. Çok da uzun olmayan bir zamanda Doğanay'a aşık oldum. Senden iyiden iyiye nefret ettiğimden ya da sizi kıskandığımdandır o da belki de. Doğanay'ı senle gördükçe "Yanında ben olmalıyım." diye söyleniyordu iç sesim mutlaka. Israrla aynı şeyi söylüyordum. Doğanayla yakınlaşmalıydım.



     Sizin aranıza asla katılmayacağımı anlayınca başkalarıyla arkadaş oldum. Yalnızlıktan korktuğumu söylemiştim. Sizi pek de sevmeyen bir gruptu aralarına katıldığım kişiler. Durduk yere karışırlardı herkese. Aslında kimseyi de sevmezlerdi kendilerinden başka. Aralarına katıldım çünkü senden hoşlanmıyordum ve artık görünmez olmak da istemiyordum. Doğanay'ın beni fark etmesini istiyordum. Beni önceleri umursamayan sizler benden nefret ettiniz. Narsist de oldum sinsirella da. Ama görünmez değildim artık. Silik bir tip değildim.



     Kuzenlerim hafta sonları bana gelirlerdi ya da dışarıda birlikte vakit geçirirdik. Büyük kuzenime sizleri anlatırdım. İlk zamanlar karakterlerinizden, dış görünüşlerinizden, derslerinizden falan bahsederken sonradan sizden nefret ettiğimi anlatmaya başladım. Nedenini sorduğundaysa susuyordum. Çünkü nedeni çocukçaydı. Beni aranıza almıyorsunuz diye. Özellikle de seni kötülüyordum. Devamlı olarak kötü bir kız olduğunu söylüyordum. Örnek veremeden tabii. Kuzenim sizin tarafınızdan zorbalığa uğradığımı düşünüp son sınıf olmasına rağmen kaydını bizim okula aldırdı. Sıklıkla bana karşı olan davranışlarınızı gözetliyordu. Olumsuz hiçbir şey bulamayınca derdimi anladı. Sonrasında sana aşık olduğunu söyledi. İnanabiliyor musun? Kuzenim sana aşık oldu. Lara'ya değil de neden sana? Sonuçta ikizdiniz. Tek farkınız ufak tefek kişilik farklılıkları ve saç renklerinizdi o kadar. O, işte senin o ufak tefek farklılıklarına aşık oldu. İyi niyetine, gülüşüne, ağlayışına, zekana... Her şeyine. Bu benim işime de gelmişti açıkçası. Eğer kuzenimle yakınlaşırsan Doğanay'ın benimle olma ihtimali artacaktı. Kuzenim sınıfıma geliyordu teneffüslerde ya da kantinde olduğunuz zaman karşı masanıza oturuyorduk. Nereye giderseniz arkanızda bizim adımlarımız vardı ama sen kuzenimle tesadüfen bile göz göze gelmedin. Tek bir kez bile. Oysa çok yakışıklıydı. Seninle konuşmak için yalnız olduğun bir zamanı kollamaya çalıştı ama devamlı olarak Doğanay yanındaydı. Aranızı bozmak için konuşmak istediğini düşünme. Senin Doğanay'ı çok sevdiğini anlayınca en azından arkadaş olmak istemişti seninle. Kuzenimle çıkma ihtimalin olmayınca kendi çabalarımla Doğanay ile yakınlaşmaya giriştim. Kuzenim mezun olup gitmişti. Onuncu sınıfta pek bir şey  yapamadım. Biliyorum çok saplantılıydım. Dokuzuncu sınıfta hoşlandığım çocuğun peşini hiçbir zaman bırakmadım. Çok güzel bir geleceğim vardı ve ben onu yıkıp berbat bir gelecek hazırladım kendim için.



     On birinci sınıfta tüm cesaretimi toplamaya karar verdim. Çünkü son iki yılımız kalmıştı beraber. Zaten sınıflarımız ayrılmıştı ve bu benim için eksi puandı. Bu yüzden daha çok gözünün önünde bulunmalıydım. Bir şeyler yapmalıydım. Okul çıkışı saat altı civarında çantamı aldım ve Doğanay'ın evine gitmeye karar verdim. Beni çalıştırmasını isteyecektim. Bu salakça ve ergence planımın tutacağından o kadar emindim ki sevgili olduktan sonrasını düşünmeye başlamıştım. Onu birkaç kez evine giderken takip etmiştim. Yolu kafama iyice kazımıştım. Habersizce gidersem beni içeri davet etmek zorunda kalacağını biliyordum. Yanlış hatırlamıyorsam dört katlı, soluk sarı renkli bir apartmandı. Küçük demir bir kapısı vardı bahçesinin. En alt katta kalıyorlardı. Demir kapıdan içeri girdim. Yüzüme en sevimli gülümsememi takındım. Zillerini çalmak için hazır hissetmeye çalışıyordum. Planımda bazı terslikler oldu. Evine kadar gittiğim her seferinde bazı tartışma seslerine tanık olmuştum. Çok önemsememiştim. Her evde bazı tartışmalar olurdu sonuçta. Bu sefer çok daha büyüğüne... Birden bağrışma sesleri gelmeye başladı... çığlık sesleri... ağlayış sesleri... Haykırış sesleri gelemeye başladı. İki basamaklı merdivenden indim ve bahçenin yan tarafına geçtim. Demir parmaklıklı pencerelerden ilkine baktım; kimsecikler yoktu. Hızlıca ikinciye geçtim. Onları görebilmiştim. Doğanay'ın anne ve babası tartışıyorlardı. Babası, annesini duvara sabitlemiş art arda kadının suratına darbeler indiriyordu. Gözlerim an an fal taşı gibi açılıyorlardı, an an istemsizce görmek istemeyip kapanıyordu. Demir parmaklıkları tutan ellerim donuyordu ama çekemiyordum ellerimi. Tıpkı yüzümü de çekemediğim gibi. Etrafıma baktım. Kimi balkonlara çıkmış dehşetle seslere kulak veriyorlardı ama el vermiyorlardı. "Polisi aradım." "Adam manyak. Hepimizi öldürür. Polis gelene kadar kimse bir şey yapmasın." "Yine huzurumuzu bozdular baksanıza. Her gün her gün... Bıktık yahu!" diye bağırıyordu birkaç korkak insan sesi. Polis gelene kadar kadını kuşkusuz öldürecekti. İçeri baktım tekrar. Annesini kurtarmak için araya giren Doğanay, babasının tek hamlesiyle yere düştü.

"Kaçacak  mıydınız lan! O biletler ne?" dedi adam kadının saçından tutup yere yatırdı ve koca cüssesiyle üstüne oturdu.

"Gördüm, gördüm. Kimsin sen ha? Kaçacaktın bir de!" diye bağırdı tekrar ve elleriyle zavallı kadının boğazını kavradı. Doğanay karşı çıkmaya çalışsa da güçlü darbelerle tekrar yeri boyluyordu. Sesi öyle gür çıkıyordu ki babasının... İçeri girip yardım etmek istiyordum ama daha gözlerim görmeye dayanamıyordu ki ayaklarım oraya gidebilsin. Tam anlamıyla donakalmıştım. Bir karabasan üstüme çökmüş gibiydi. Doğanay yerden kalktı. Görüş alanımdan çıktı ve sadece saniyeler içinde elinde bir bıçakla geri döndü. Öfkeli bakıyordu önündeki manzaraya. Çok net hatırlıyorum olanları. Gözlerini kapattı, bıçağı yukarı doğru kaldırdı ve güçlü bir darbeyle babasının sırtına sapladı. Bıçağı çekti ve sırt üstü yere yığılan babasının bu sefer tam Mısra, tam sol göğsünün üzerine art arda sapladı... Çekti... Tekrar sapladı... Tekrar  çekti. "Anneme dokunmayacaktın baba!" diye de haykırıyordu babasının ölü bedenine. İçim ürperdi. Doğanay kendinden geçmişti. Ellerim çığlıklarımı bastırıp içinde tutmak için ağzımı kapadılar. Annesi zar zor nefes alıp verirken sürüklene sürüklene Doğanay'ın yanına gitti. Doğanay babasından uzaklaştı. Sanki ne yaptığının hâlâ farkında değildi. Sanki onun yerine başka biri yapmış gibiydi her şeyi o an için. Annesi, babasının nefes alıp almadığını kontrol etti; onca bıçak darbesine rağmen baktı. Nabzına baktı; dehşetle oğluna baktı. Kalbinin atıp atmadığını kontrol etti; dehşetle oğluna baktı tekrar. Defalarca kontrol etti saniyeler içinde. Göğsünde saplı halde duran bıçağı güçlükle çekti ve kıyafetiyle sildi her yerini. Her tarafına dokundu. Sonra tekrar kocasının göğsüne sapladı titreyerek. Oğluna döndü ve bir şeyler söyledi. Ne söylediğini duyamadım. Doğanay yerde oturmuş, bacaklarını göğsüne kadar çekip kollarıyla sarmıştı. Polisin, ambulansın siren sesleri gelmeye başlamıştı uzaklardan. Bacaklarım titriyordu Mısra. Nasıl oldu da orayı terk ettim bilmiyorum.  Diğer insanlar kulaklarıyla işittiler ve o şekilde yaşadılar. Ben gözlerimle yaşamıştım. Canlı canlı... Korkunç bir filmin en ürkütücü sahnesini izleyen bir izleyici gibi, titreye titreye, ağzım açık, gözlerim donuk bir şekilde evime gittim. Evden günlerce çıkamadım. Yardımcım halimden endişelenip babamı arayınca ayağa kalkmam gerektiğini hatırladım. Yaşamalıydım. Onlar, o sahnenin baş rolleriyken ben sessiz bir görgü tanığından ibarettim Mısra. Ben cesed değildim... Çaresizce cinayet işleyen katil değildim... Yüzü, gözü kanlar içindeki acınası biri değildim... Ben yalnızca olayların çok dışında, yanlış zamanda yanlış yerde olan bir görgü tanığıydım o kadar. Ben en kötüsünü yaşamamıştım.



     Okula gittim. Herkes aynı konuyu konuşuyordu tabii ki. Doğanay'dan, babasının annesini nasıl acımasızca dövdüğünden, annesinin de dayanamayıp, son olayda patlayıp babasını öldürmesinden. Annesi oğlunun suçunu üstlenmişti. Zaten kadın öyle çok şiddete maruz kalmıştı ki yıllardır, sorgulanmadan hayatını kaybetmişti bile. Açık bir şekilde ismi verilmemiş olsa da Doğanay'dan bahsedildiğinden emin olduğum bir haberde sorgulandığını daha sonra akrabalarına teslim edildiğini ancak kabul edilmeyince yetimhaneye verildiği açıklandı.

     Doğanay'ı cinayet işlerken görünce ürperdim, evet. Ondan uzun zaman boyunca çok korkmuştum. Sonra zaman ilerledikçe yaşadıklarını anlamaya başladım. Bulunduğu durumu anlıyordum. Annesini her gün döven bir babası vardı. O birçok şeyden yoksun büyümüştü tıpkı benim gibi. Ben Doğanay'ı hâlâ seviyordum. Hatta artık çocukluk hisleriyle de değil. Sadece sevmekle de değildi aşkım. Onu anlıyordum en önemlisi. Buna rağmen büyük yanlışlar yaptım. Pişman da oldum ama." Mısra defterin kapağını çabucak kapattı. Gözlerinden süzülen yaşların yazıları dağıtmasını istememişti. Fedua'da ondan farksızdı.



Bir aydır bölüm yayımlamıyordum ve bu bölümü artık yazıp yayımlamam gerektiğinin farkındaydım. Günlerdir bu bölüm için uğraşıyordum. Umarım heyecan verici bir bölüm olmuştur  sizler için. Tesadüf gibi görünen birçok olayın aslında bir nedeni ve geçmişi olduğunu öğrenmiş olduk. Peri'nin yaşadıklarını, düşüncelerini onun ağzından okumak da bence Peri'ye karşı bakış açınızı değiştirmiştir. Gelecek bölümde Mısra'ya yazdığı mektubun devamı olacak. 


Bạn đang đọc truyện trên: Truyen2U.Pro