I. BÖLÜM: ADALET ÇIKMAZI

Màu nền
Font chữ
Font size
Chiều cao dòng

Herkese merhaba! Nasıl başlayacağımı bilemiyorum fakat çok heyecanlıyım, ufak bir girişten hemen sonra sizi bölümle baş başa bırakacağım. Kör Diller Wattpad üstünde yayımladığım ilk kitap olmasa bile kurgusuna ve karakterlerine özenle kafa yorduğum, üstünde uğraşlar verdiğim ilk kitabımdı. Yaklaşık iki sene önce kurgusunu yapıp yazmaya başladığımda hem çok acemiydim hem de kitabın kendini gösteremediğini düşünüyordum ve bu yüzden yayımdan kaldırmıştım. Bu zamana kadar hem kendi kalemimi hem de kurguyu sağlamlaştırıp Kör Diller'i yeniden yayımlamayı istiyordum.

Şu an okuyacağınız kurgu bir önceki kurgudan temel iskeleti dışında tamamen farklı, bir önceki kitabı okumuş olan varsa aranızda gönül rahatlığıyla yeniden bölümlere başlayıp devam edebilir. Ayrıca uzun soluklu bir hikayeye başlıyoruz, şu an planladığım kadarı ile kitap iki sezon şeklinde ilerleyecek. Karakter ve kurgu gelişimine çok önem verdiğim için kafanızda kitap bittiğinde hiçbir soru işareti kalmaması adına her detayı yavaş yavaş ve sindire sindire vereceğim, üstünkörü karakterler ve olaylar okutmamaya çalışacağım.

Hikayede pek çok tema ön plana çıksa da suç ve romantizm alanında bir roman olacak, adalet ve vicdan kavramları pek çok kez karşımıza çıkacak ve önümüze birbirinden farklı yollar açacak. Endişelenmeyin, bunların hepsi karakterlerimizin kararları doğrultusunda gelişimlerini izlememizi sağlayacak ve bize ,inanıyorum ki, soluksuz bir hikaye okutacak. Bu yüzden hepinize bir çay, bir kahve eşliğinde güzel okumalar diliyorum, yolumuz açık olsun.

Başladığımız tarihleri buraya alabilirim, Kör Diller başlıyor. <3

KÖR DİLLER | I. BÖLÜM
"Adalet Çıkmazı"

Playlist:

Sezen Aksu - Kaybolan Yıllar
Mabel Matiz - Boyalı da Saçların
Ecem Erkek - Olmasa Mektubun

Gecenin rahmini yarıp karanlığın içine sızan ayın ışıkları, çakıl taşlarıyla bezenmiş ve asfaltı aşınalı yıllar olmuş yolun üstünde yürüyen çıplak ve küçük ayakları göz önüne seriyordu. Kendi cüssesini aşan hızıyla ve ufak parmaklarının arasına giren kumlarla birlikte arkasına bile bakmadan koşuyordu.

Ciğerlerini emaneten ziyaret eden nefesleri ve başını döndüren yorgunluğu yüzünden az sonra yere düşüp bütün yüzünü kanatacağından korkuyordu, yine de bu düşünceleri hızını bir an bile kesmiyor aksine durmadan arttırıyordu. Bir anlığına ayağı takılıp düşecek gibi oldu, bedenini saran korkuyla tökezledi fakat düşmedi. Yine de ensesinden yakalayan o sert ve güçlü parmaklardan kaçamamış, yine kurtulamamıştı.

"Bu kaçıncı kaçmaya yeltenişin? Hâlâ anlamadın mı? Bu arsa, bu duvarlar, bu çitler... Hepsi zindan sana Efkan, istesen de gidemezsin buradan."

Zayıf yanaklarını ıslatan gözyaşları küçük ve kıvrık çenesinden süzülerek tişörtüne ulaşırken kirli avuç içleriyle hızla yanaklarını sildi. O büyük adamdı, annesinin büyük adamıydı. Ağlamak yakışmazdı, erkek adam nasıl ağlardı? "Bir dahakine daha hızlı koşacağım, göreceksin, yetişemeyeceksin."

Babasının onu küçümseyen fakat tüm sertliğine rağmen kendisine saygı duyduğunu hissettiği bakışları altında yenilgiyi hazmedemese de aldığı mağlubiyetle ışıkları yanan eve doğru yürümeye başlamıştı. Az sonra omzuna dokunan ve az önce sanki ensesinden yakalamamış gibi omzunu sıvazlayan parmaklarla adımlarını hızlandırıp babasından uzaklaşmış ve yeniden koşmaya başlamıştı. Bu kez kaçmak için değildi koşuşu, bu kez annesinin kollarına sığınmak istemesindendi.

Işıklar alnına dökülen ve terden ıslanmış saçlarını aydınlatırken gözlerini hafif kısarak parlaklığından şikâyet ettiği lambanın altından geçti, hafif aralık kalan kapıyı tek ayağıyla ittirerek içeri girdi ve yavaşça arkasından kapattı. Koşmaktan yorgun düşmüş bedeni ağır ağır merdivenleri çıkarken usulca annesinin odasına doğru ilerledi, içeriyi ağır bir koku ve loş bir ışık kuşatmıştı.

Midesinin bulandığını hissetti fakat annesinin yüzünü görüp koynuna girmek için bunu aklından çıkarmaya çalıştı, bir iki adım atmıştı ki annesinin ağlamaktan kısılmış sesini işitti. "Yaklaşma oğlum, ayağına cam batmasın." Efkan ise zaten taşlar yüzünden kan revan kalmış ayaklarını umursamadan annesine doğru ilerleyip kollarını boynuna doladı. 

"Çok acıdı mı?" Güçlü fakat çocuksu sesine karşın annesinin nazik parmakları saçlarını kuşatmıştı. Bu kez saçlarını okşayan parmaklardan kaçmak istememiş aksine daha da sokulmuştu annesine. "Hayır, acımadı." Annesinin yalan söylediğini bildiği halde gülümsemeye çalışıp burnunu çekti.

"Biliyor musun anne, bugün demir kapıya ulaşmama dünkünden daha az kalmıştı." Narin parmaklarını usulca oğlunun zayıf yanaklarına indirip gözyaşlarını sildi. "Aferin benim oğluma, gün geçtikçe hızlanıyor benim bebeğim." Efkan rahatsız olmuşçasına kaşlarını çatıp küçük ellerini annesinin omuzlarına indirdi. "Bebek değilim ben anne, ben büyüdüm, büyük adam oldum."

Annesinin kısık gülüşüne daha da çatılan kaşlarıyla sanki onu ikna etmek ister gibi dizlerinde doğrularak gözlerinin içine baktı, loş ışıkta belli olmasa da hayal ettiği morluklara bakmak istemezcesine dümdüz yeşil gözlerine daldı.

Tam altı yaşında olduğunu söyleyecekken babasının sert ve bir bıçak gibi keskin sesiyle irkildi. "Firuzan!" yeri sallayarak inleten adımlar saniyeler geçtikçe daha da yaklaşırken korktuğunu belli etmek istemeyen annesinin gözlerinden gözlerini çekmeyen Efkan, küçük kalbinin üstündeki endişeleri bir balonun içine doldurmaya başlamıştı. Firuzan oğlunu yavaşça üstünden çekip ayağa kalktı, sırtında ve belinde hissettiği ağrıları umursamadı, eğilerek oğlunu kucağına aldı. 

"Sen benim bebeğimsin, istediğin kadar büyü."

Ardından tabanlarına batan cam kırıklarıyla kapıya doğru ilerledi. Adım sesleri hafiflemiş ve kapının önüne geldiğinde kesilmişti. "Yine de bir tanem," oğlunu sanki bir yerini incitecekmiş gibi yavaşça yere bırakırken karşısındaki öfke ve kin kusan gözlere aldırış etmeden oğlunun ıslak alnını öptü.

"Bir gün büyüyüp büyük adam olacağına eminim. Ama hayır, şimdi değil." Efkan annesine nazaran katbekat sert bir şekilde geriye doğru kendisini çeken babasına direnemedi, annesinin kolunu kavrayıp canını yaktığından emin olduğu bir şekilde içeri itişini izledi ve kapı sertçe suratına kapandı.

Az sonraysa annesinin sırf kendisinin duymaması için içine attığı boğuk çığlıkları işitti. Sırtını duvara yaslayıp bacaklarını karnına doğru çekti, küçük başını dizlerinin üstüne koydu ve aynı annesininkilere benzeyen yemyeşil gözleriyle karşısını izledi.

Kim ne derse desin o altı yaşındayken bile büyük adamdı, büyümek zorunda bırakılmış annesinin biricik bebeği fakat bir o kadar da büyük adamıydı. Zira adı Efkan'dı, adını bizzat annesinin veryansınlarından almıştı.

*

Karanlığın ortasına dikilen ve kimseden habersiz büyümeye başlamış bir ağacın gölgesiydi hayat. Ruhumu kökleriyle sarıp sarmalamış, kaçmaya çalıştıkça daha da köşeye sıkıştırmış, tereddütlerimi alnıma yazı yapmış görünmez bir uğultuydu sadece. Gecenin karanlığına sahip bir tutsaklıktı, göğsümün üstündeki nefes alma ihtirasını hiçe saymamı isteyen bir yasaktı.

Özümde yaşayacak sebeplerimin, kaçıp sığınacağım hayallerimin veyahut alabora olmadan gemimi bağlayacağım limanlarımın tek seferde yerle bir olmasını sağlayabilecek kadar korkunç ve çabadan yoksundu.

Hayat, benim için sadece felaketleri ve acıları rahminde büyütüp dünyaya getiren kalpsiz bir anneydi.

Parmak uçlarım pürüzlü kağıdın üstünde ileri geri dolaşırken pencereden esen soğuk rüzgar terden ıslanmış saçlarımın arasında turluyordu. Bıkkın bir nefes dudaklarımdan içeri sanki bir polisin suçluyu yakalama şevki gibi hızla ve büyük bir aceleyle girerken gözlerimi sakince kapayıp koltuğumun başlığına yaslandım.

Alt üst olmuş bir hayatın gerçekliğini kaybedeli uzun bir zaman oluyordu, yalanların içinde boğulmamak için kulaç atarken asla duramayacağımı zira durursam o yalanların dibini boylayacağımı biliyordum. Dalgalar durmadan yüzüme gözüme çarparken istemsizce yuttuğum yalanlar genzimi yakıyor ve gerçekleri bulanık bir hayal gibi göstermeye çalışıyordu.

Sebeplerim de hayallerim de elimden merhamet bile dilememe izin verilmeden çekip alınmıştı.

Yaşamak benim için artık bir ödül değil, cezaydı; içime zulmün ortasında bağrı açık, kalbinden vurulmuş bir çocuğun acı çığlıkları gömülmüştü. Fakat içten içe; kollarım yüzmekten harap düşse de ciğerlerimi yalanlar kaplasa da veyahut bedenim o dibe çekilse de eninde sonunda bir gerçeğin var olduğuna inanıyordum.

Ölümün bir son olmadığını bile bile ölüme kucak açmış beklerken bir uçurumun kenarında hasbihal ediyordum, şeytanın ininde uyuyorken bile yanıma gizlice sokulmuş meleklerin ninnilerini dinliyordum. Belki hiçbir şey görmüyordum fakat benden uzaklaşan her şeyin nasıl katran yarası, nasıl yalan sarısı olduğunu biliyordum. Gelincik şafaklarının nasıl kan ağladığını, göğün nasıl ortadan ikiye yarıldığını ve yerin nasıl sarsılıp beni içine çektiğini biliyordum.

Gerçekleri bildiğin halde yalanların içinde başka gerçeklerin var olduğu ümidiyle yüzmekti ya benim kaderim, zulmün de umudun da en uç ve en acı yerinde duruyordum.

Kapı yavaşça tıklanıp açıldıktan sonra tanıdığım adım sesleri bana yaklaşırken koltuğumdan doğruldum ve "Niye bu kadar geciktin?" diye sordum. Uzun süren sessizliğimden ötürü boğuklaşan sesimde hiçbir sertliğin bilakis aslında hiçbir sualin tonlamalarına ait kırıntıların bulunmadığı aşikârdı.

"Sen önemli diyince hastalarımı Giray'a devretmem gerekti, gün ortasında beni çağıracağın kadar önemli ne oldu?" Sözlerine istemsiz homurdanıp gömleğimin üstten ilk iki düğmesini açtım, boğuluyor gibi hissediyordum. "Sabah tanımadığım bir numara aradı," sözlerime karşın kaşlarını çattığından o kadar emindim ki göremiyor oluşum bir şeyi engellemiyordu.

"Planlarımı öne çekmem gerekiyor Asaf, birileri yeniden bu gerçeği örtmeye çalışacak ve bu kez buna izin vermeyeceğim." diye devam ettim.

Mümkün olsa soluk borumu ellerimle genişletip nefes alışımı kolaylaştıracaktım, sanki dakikalar önce ciğerlerime girmek için can atan o hava şimdi girmemek için direniyordu. "Arayan kimmiş, ne söyledi?" sorusu üzerine  başımı yavaşça sola eğdim.

Soğuk ve ciddiyetin damlalarına ev sahipliği yapan sesi bir rüzgar gibi yüzüme çarpıp sert bir darbe bırakmışçasına sadece bir anlığına ciğerlerime inmeyen havayı arkasından iteklemiş gibi derin bir nefes aldım. "On altı sene öncesiyle artık ilgilenmemem ve yoluma bakmam gerektiğini söyledi, tahminimce orta yaşlı bir adamdı. Sesini tanımıyorum fakat dava açıp olanları öğrenmemin sadece zarar getireceğini ve sonunun iyi bitmeyeceğini ekledi. Çok kısa sürdü, iki dakikadan az konuştuk."

Ardından pantolonumun sol cebindeki telefonumu Asaf'a uzattım. "Numarayı araştırmamız lazım, görüşmeyi kaydedemedim."

Asaf elimdeki telefonu aldıktan sonra tahminimce numarayı kendi telefonuna geçirmişti. "Olcay'dan yardım alalım, hiç değilse numaranın kime ait olduğunu bulabiliriz ve," derin bir nefes alıp boğazını temizledi. "Evrakları hazırladıysan çıkalım mı? İşe dönmem gerekiyor, öğleden sonrasına randevum var."

Sorusu üzerine hafifçe gülümsedim ve sanki yıllardır bu anı beklemiyormuş gibi büyük bir soğukkanlılıkla yerini ezbere bildiğim masanın çekmecesini açıp hemen en üste koyduğum dosyayı Asaf'a uzattım. "Hazırladım." Asaf dosyayı elimden aldıktan sonra içini açtığını kıvrılan kağıtların sesinden anlamıştım. "Şu an için yeterli olacaklar mı?"

Gömleğimin kol düğmelerini açıp dirseklerime kadar sıvadım. "İlk aşama için evet, soruşturma ve takip dosyalarını inceledikten sonra daha fazlasına ihtiyacımız olacak." Bu dediğim üzerine hafif bir ıslık eşliğinde güldü. "Vay be, Avukat Efkan Beyoğlu demek ha?"

Nüktesi ile gülüşüm daha da geniş bir hal alırken yine de her şeye rağmen gergin ve heyecanlı hissediyordum. Üstümde yılların getirdiği bu ağrının verdiği yavaşlık ve bıkkınlık hissini tek seferde silip atamazdım, içimdeki çocuğun cesedi hala kalbimin en uzak noktalarında öylece uzanmış bekliyordu.

"Olcay işbirliğini kabul edecek mi peki?" İçime bir nebze olsa da düşen şüphe kırıntıları sanırım Asaf'ın beni yatıştırmak istemesine sebep olmuştu. "Biliyorsun, Olcay çok yakın bir arkadaşım ve yaşadıklarımızın büyük bir kısmına da aşina. Bizi yüzüstü bırakmayacağından eminim, elinden gelen her şeyi yapacaktır."

Dedikleri doğruydu, Olcay Asaf'ın liseden arkadaşıydı ve görüşmeyi hiç kesmemişlerdi. Altı yıldır da savcılık yapıyordu, pek çok açıdan bize yardımcı olabilirdi.

"Yine de bildiğin gibi Asaf, ben bir avukatım o da bir savcı. Her ne kadar intikam gözümü bürüse de yasal olmayan her şey eninde sonunda bize karşı kullanılabilir. Bu yüzden dikkatli davranmakta fayda var." Ardından hafifçe yutkunup devam ettim. "Hata yapmak istemiyorum." İçimden kendi kendime fısıldadım, hata yapmaktan korkuyorum.

"Yasalardan anlamam ben Efkan, sadece bu işin peşini bırakmayacağımızı ve sonucunda ne olursa olsun gerçeği ortaya çıkaracağımızı biliyorum. İçin rahat olsun." Asaf'ın cümlesi ile başımı onaylarcasına salladım. "Haklısın, ne pahasına olursa olsun gerçeği ortaya çıkaracağım."

İçimde bir yerlerde bir uyanışın karanlık sesini işittim, adımları tok bir şekilde zihnimin duvarlarında yankılanırken şiddetli bir rüzgarın uğultusu bir sis gibi beynime yayılmış ve beni o bulanık suların içine yeniden çekmeye başlamıştı.

Çalan telefon sesi ile düşüncelerim yeniden bölünürken parmaklarımı masamın sert ve kaygan yüzeyinde gezdirdim. Asaf, "Olcay arıyor; arabaya iniyorum ben, sen de gelirsin." diye ekledikten hemen sonra odadan ayrıldı ve ayrılmasından hemen sonra derin bir ürperti vücuduma nüfuz etmeye başladı.

Annemin o ateşlerin içinde nasıl yandığını, nasıl acı çektiğini hatırladıkça kalbim sıkışıyordu; o çığlıkların, o hıçkırıkların nasıl koptuğunu bir tek ben işitmiş bir tek ben görmüştüm. İntikamın soğuk duvarları arasında yankılanan sesimin kulaklarıma bir balyoz darbesi gibi çarpışını, çarparken aklımın içindeki tilkilerin kuyruklarını koparışını bir ben hissetmiştim.
Parmaklarımın kemikli yüzünü uçları çıkan sakallarımda gezdirdim, dudaklarımı birbirine bastırıp sanki bir daha sorulmaması gereken bir soruyu yemin içmişçesine mühürlemiştim.

"Ölsen de hatıranı yaşatacağım annem, sana bunu yapandan bir bir o hesapları soracağım. Seni o ateşlerin içinde diri diri yakanı, soğuk duvarların arasında donduracağım. Nasıl senin sesini duymadılarsa onu da duyamayacaklar, nasıl senin çığlıkların kimseye ulaşamadıysa onun da yardım isteyişlerinden kimsenin haberi olmayacak."

Çocukluğumu elimden alıp, gözlerimin ferini söndürenlerden intikamımı alacaktım. Bitmeyen bir direnişin asla bitmeyecek intikam arzusunu saklayacaktım göğsümde; ezmeden ilerleyecektim o kanlı çiçekleri, ezilmeden ilerleyecektim o yolda. Acısa da canım, yakmayacaktım kimsenin canını.

Öyle ki tereddüt dahi etmeyecektim. Suskunluğumu yakama bir broş, zihnimde durmadan çığlıklar atan çocuğu ise intikamın kanlı perdelerini çeken o savaşçı yapacaktım. Gözleri kanlı, göğsünde durmak bilmeden atan yardım nidaları ve bitmek bilmez çabaları uğruna bunu yapacaktım.

Zira o kimse gibi olamamış, annesinin kokusu yerine ciğerlerine kül solumuş ve daha kundaktaki hayallerini küçük avuçlarında taşıyamadan kaybetmiş bir çocuktu. Gözlerinde artık yalnızca loş bir ışıkla aydınlatılmış sorgu odaları, dudaklarında ise sadece kırık bir tebessüm vardı.

O karanlığa çoktan çekilmişti, kaybedecek bir şeyi yoktu.

*

Göğün en ihtişamlı ve en saklı köşelerine bakıp yavaş yavaş iç çekmek gibiydi bazen göğsümde anlamlandıramadığım bu hisler. Daha emeklemeyi yeni öğrenmiş bir bebeğe koş dercesine sabırsız ve bir o kadar da aceleci davranmak isteyen ruhumu sakinleştirebilmek belki de benim için en zor şeydi.

Şaha kalkmış bir atın dizginlerini elimde sıkı sıkıya tutmuşum gibi o atın sırtında düşmemek için devinip duruyordum. Zira hissediyordum, beni düşürmek için her türlü yolu yapacaklarını ta en derinlerimde hissediyordum.

Parmaklarımı camın düğmesine götürüp birkaç kez üstüne bastım, basışımla aralanan camdan içeri giren soğuk fakat üşütmeyen rüzgar hafifçe yüzüme çarpmaya başlamıştı. Arabada dakikalardır kol gezen sessizliği artık bozmam gerektiğini biliyordum fakat aklımda dolaşıp duran düşünceleri dağıtmak konuşmaya çalışmaktan daha yorucu ve yıpratıcı geliyordu.

Neyse ki Asaf daha fazla susmak niyetinde değildi. "Böyle susup beni korkutmaya mı çalışıyorsun?" Yönelttiği sorusuyla hafifçe gülümserken başımı iki yana doğru salladım. "Nereden çıkarıyorsun böyle şeyleri bir türlü anlamıyorum." Gülümsemem onu rahatlamış olacak ki sesindeki gerginlik kırıntıları yavaş yavaş yok olmaya başlamıştı.

"Nereden bileyim ben bunun fırtına öncesi sesslik olmadığını? Hem," hafifçe boğazını temizleyip cümlesine devam etti. "Olcay'ın isteklerimizi kabul edemeyeceğinden şüphe etmiştin, biliyorsun ki Olcay sen ve ben için her şeyi yapmaya hazır. Neden böyle düşündün ki?"

Başımı koltuğun başlığına yaslayıp omzumu sıkan kemeri gevşettim. "O bir devlet memuru Asaf, kendi çıkarlarımız için onu işinden edecek faaliyetlere sürükleyemem. Neyse doğrusu onu yapmamız gerekiyor, biz maganda ya da mafya değiliz." Bu dediğime sesli bir şekilde gülmüştü. "İnan bana bu işe girdikten sonra magandanın da mafyanın da âlâsı olacakmışız gibi geliyor bana."

İçimden bir ses bana da en az bir magandanın silahını taşıyacak kadar güvensiz hissedeceğimiz günleri göreceğimizi söylüyordu fakat bunu Asaf'a söylemedim.

Günlerdir uykularımı zehir eden ve beni sürekli aynı döngünün içine sokan kabuslarımı bir kenara atıp huzurlu bir uykuyu düşlediğim geceleri geride bırakmak istiyordum. İçimde çığlık çığlığa yardım dilenen çocuğun başını okşamaktan sıkılmayan ellerim ile yangında tutuşan gözlerini bağlamak vicdanımı güpegündüz darağacında asmaktan öteye gitmiyordu. Üstümde ateşten bir gömlek vardı ve parmaklarım her düğmesinde yansa da onu iliklemekten ve içinde un ufak olana değin yanmaktan korkmuyordum.

Benim zaten bir kez canım yanmıştı, bu saatten sonra hangi uzvumun tutuşacağı pek mühim değildi.

Bacaklarımın arasına sabitlediğim çantayı dizlerimin üstüne çekip fermuarını yavaşça açtım, içinden çıkardığım kravatı düşmeyeceğini umduğum bir şekilde dizimin üstüne koyduktan sonra çantayı tekrar kapatıp eski yerine sabitledim. "İnince kravatımı takar mısın?"

Asaf ona yönelttiğim sorunun ardından hafifçe kıkırdadı. "Bu işlerini görecek bir yengemiz olsaydı her şey daha güzel gidebilirdi belki." Kurduğu cümleye karşı içten içe homurdandım, istesem de bir kadını elinden tutup şu an şu dakika hayatıma sokamayacağımı biliyordu.

"Biz intikam alalım, annemizin kanı yerde kalmasın diyoruz sen hâlâ kız diyorsun Asaf, iş görmek diyorsun. Bazen acaba hangimiz hangimizin abisi diye sormadan edemiyorum."

"Ahkam kesene bak sen ya," hafif kızar gibi yapsa da hoşuna gittiğinden emindim, beni sinirlendirmek ona ayrı bir zevk veriyordu. "Ne olacak oğlum,  sağ elinde kan davan sol elinde gönül davan olsun. Terazinin ayarını kaçırırım diye mi korkuyorsun yoksa?"

Beni alaya alıp durması sıkıntı değildi, her zaman yaptığı şakalaşmalardan biri olduğunu biliyordum fakat ilk kez bunu şaka için söylememiş gibi hissetmiştim. "Dediğimi unut Asaf, kravat falan takmıyorum." Alıngan çıkmadığına emin olduğum sesime büyük bir kahkaha patlatırken nefesimi sesli bir şekilde vererek başımı cama yasladım.

"Yoruyorsun beni, sana yemin ederim gözlerim görse iki dakika durmaz ağzına burnunu kırarım ama işte durumlar ortada." Söylediğime tekrardan gülerken döndürdüğü sohbetten fazlasıyla eğlendiğini anlayabilmiştim.

Araba hafifçe yavaşlayıp durduktan sonra yerimden doğruldum. "Allah'ın sopası yok ama, sen geç geçebildiğin kadar dalganı." Kemerimi yuvasından çıkardıktan sonra üstümdeki takım elbisenin duruşunun iyi olması temennisi ile kapıyı açtım.

"Fazla ciddiyet adamı bozar usta, abin de olsam arada eğlenebilirsin benimle. Biliyorum saygından başını bile kaldıramıyorsun ama," bu dediğine önce kendisi gülmüştü, hafifçe sırıttım. "Aynen Asaf, aynen. Korkumdan da konuşamıyorum değil mi seninle?" İnerken koltuğa bıraktığım çantamı ve sopamı elime aldıktan sonra kapıyı kapatmıştım. "Aynen öyle kardeşim, aynen öyle."

Sopanın uzayan ucunu açtıktan sonra kendimi daha güvende hissederken çantamı Asaf'a doğru uzattım. Vücudumu ürperten gerginliğim ağır ağır uzuvlarımı dolaşırken derin bir nefes aldım; şakalaşma seansı bitmişti, şimdi ciddiyet iş yapacaktı. Asaf'ın yönlendirmesi ile daha hızlı bir şekilde bakanlığa doğru ilerlerken her an tetikte gibi hissetmekten alıkoyamamıştım kendimi.

Sanki köşeden beriden biri fırlayacak ve bizi engelleyecekmiş gibi hissediyordum, sabah arayan numara da bunun tuzu biberi olmuştu. "Sabah söylediğim gibi arayan numarayı da araştırmasını rica edelim." Asaf'ın düşüncelerime referans veren sorusunu başımla onaylamakla yetindim.

Bunun üstüne şaşırmış olacak ki yeniden soru sormuştu. "Hayret, bu yasalarına aykırı bir durum değil mi?" Derin bir nefes çekip kendimi sorgulamaya başladım. Hayatımın her anında yapılan haksızlıklar ve suçlara karşı büyük bir kin ile yaşamıştım, kendi doğrularım var olsa da bunlara eyleme geçirmek hiçbir zaman benim için kolay olmamıştı, her daim vicdan azabından korkmuştum.

"Şikayetçi olursam değil." Kısa bir şekilde sorusunu geçiştirdikten sonra aklımdaki sorgulamalarımı bir köşeye atıp merdivenlerden Asaf'ı destek alarak çıktım. Otomatik kapıdan geçtikten sonra dışarıya göre bariz sıcak olan ortam bir nebze olsun bedenimi rahatlatmış ve omuzlarımda titreyen telaşı hafifletmişti.

"Savcı Olcay Başbuğ ile görüşmemiz vardı, yardımcı olabilirseniz sevinirim." Asaf tüm sorumluluğu üstlenmişçesine beni yönlendirirken sesimi soluğumu biraz sonra kopmasını umduğum kıyamete saklıyordum. Sonun başlangıcı denilen şey bu olsa gerekti.

Herkesin bu çocuk bu acıyla yaşayamaz dediği bir geçmişe sahiptim; yaşasa da konuşmaz, anlatamaz derdini, susar dedikleri bir yaraya ev sahipliği yapıyordum. Herkesin umudunu kestiği bir hastaydım, herkesin tedavisi olmayan o hastalığa mahkum bıraktığı bir çocuktum. Şimdi ise herkese inat elindeki kanın hesabını soracak, susar dedikleri o çocuğun boğazını yırtarcasına adalet peşinde koşacak, acı olsa da babasının katil diye hüküm giymesini sağlayacak olan bir avukattım.

Herkesin son dediği yerdeki noktayı kaldırıp, ucunu büküp hayatımın devamını sağlayan virgüle çevirecektim. Pes etmek lügatıma sığmayan bir küfürdü ve ben de küfredecek kadar kaba bir adam değildim.

Adımlarım ağır ağır Asaf'ın adımlarına eşlik edip yönlendirmesi ile soğuk ve deri koltuğun üstüne oturdum. "Hoş geldin Asaf'ım." Ağabeyimin klasik sırt sıvazlama sesini işitirken istemsizce gülümsedim. "Ne yaptın ne ettin Olcay ya, denkleşemedik epeydir. Hayır özlediğimden değil ölüp kalsan haberim olmayacak ondan korkuyorum."

Asaf'ın cümlesine karşın Olcay'ın sitemli gülüşünün hemen ardından omzuma konan el ile irkildim. "Sen de hoş geldin Efkan'ım." Omzuna koyduğu eli sıkıp gülümsedim. "Hoş buldum Olcay abim."

Asaf alınmış gibi birkaç homurtu çıkarttı. "Bana kırk yılın başında bir abi de, Olcay'a gelince 'Olcay abim' olsun. Çok kırıldım Efkan."

"Ne yapalım işte Asaf, herkes bir ben olamıyor maalesef." İçimden gelen bir kahkaha yavaşça dudaklarımdan dökülürken az önce bedenimde kol gezen gerginlikten eser kalmamıştı. "Neyse bir ara haber verin de bir yerlere gidip bir şeyler içelim, şu an belli işimiz başımızdan aşkın."

Asaf yavaşça boğazını temizleyip elimdeki çantayı aldı. "Bak bu kez doğrucu davut sen oldun Olcay, dediğin gibi işimiz başımızdan aşkın hatta epey bir aşkın." Çantanın kilit sesi odayı doldururken içindeki evrakların hışırtı sesleri beynimin odalarında yankılanıyordu. "Detaylar burada gerisini Efkan anlatır."

Boğazımı yavaşça temizleyip avuçlarımı dizlerime bastırarak Olcay'ın kağıtları okumasını bekledim. "Az çok hayatımda neler yaşandı, neleri gördüm biliyorsun Olcay abi; neden avukat olduğumu, neden bu işi yapmak istediğimi ve neden kendimi yeniden tehlikeye attığımı da en az Asaf kadar anlıyorsun."

Zihnimin içinde dönen bir kumar vardı ve o kumar masası bir dakika bile boşalmadan dolup duruyordu; her seferinde yeni yüzler, yeni amaçlar ve yeni yatırımlar etrafta kol gezerken aslında hepsinin ucunda istediği şey aynıydı. Kazanmayı değil, kaybetmemeyi istiyorlardı.

"Planladığım zamandan çok öncesindeyiz, hâlâ tamamen hazır hissetmiyorum fakat zaman durmadan akıp gidiyor. Yeniden dava açabilmek için kanıtlar toplamalı ve bunları mahkemeye sunmalıyım."

Evrak dosyasını karıştırdığını düşündüğüm kağıt sesleri ansızın kesildiğinde Olcay abi yavaşça boğazını temizledi. "Takipsizlik kararıyla kapanmış bir soruşturmayı yeniden açabilmek çok zor iştir Efkan, benden iyi biliyorsundur. Zira buraya benden fikir almaya gelmediğin de çok açık, yalnız sana şunu söylememe izin ver," tekrar ve tekrar duymaktan bıktığım fakat asla engel olamadığım o cümlelerin yeniden başka birinin ağzından dökülmesine ramak kalmıştı. "Bu işin içindeki insanlar büyük insanlar; başta baban olmak üzere," derin bir nefes alıp sözünü kestim.

"İster büyük ister küçük olsunlar abi, kendi adaletimi ancak kendim sağladığımda huzura erecek burası." Avcumu kalbimin üstüne bastırdığımda Asaf da beni desteklercesine elini omzuma atmıştı. "Cesaretimi toplamam zaman aldı, içimdeki kini büyütmemek ve kontrol altında tutmak için yıllarımı verdim. İntihar edebilirdim, pes edebilirdim ya da vazgeçebilirdim ama yapmadım. Çünkü bunların hiçbiri bana ait değil, bunların hiçbirini yapacak kadar gamsız ve korkak bir adam değilim ben."

Sesimin üstüne tünemiş izbe kesintiler usul usul titrerken gözlerimin doluşunu engellemedim. "Bu işte yanımda ol, yardım et diyemem. Bu yüzden aramızdaki bağı bu işe karıştırmadan yürütelim. Şimdi bir müdafii olarak soruşturma dosyasını incelemek istiyorum."

Olcay huzursuz bir şekilde nefesini verdikten sonra Asaf omzumu sıvazlayıp ayaklandı. "Başım belaya girerse gözüm arkada kalmaz, beni de böyle savunursun artık." Ortamdaki gerici havayı tek seferde alıp dışarıya fırlatmıştı. "Ayrıca yardım et diyemem de ne demek ya? Olcay edeceksin değil mi? Efkan'da biraz yasa takıntısı var sen ona aldırış etme."

Hemen araya girip Olcay'ın kabul etmesini engellemek istemiştim. "Önce bir dosyalara bakalım da Asaf, sonra buna da bakarız." Asaf memnuniyetsiz bir şekilde homurdanıp yeniden yanıma oturdu. Olcay abi telefonda ufak bir görüşme yapıp arşivden dosyaları istemişti ve çok uzun sürmeden de gelmişlerdi. "Vekaletname olmadan dosyanın kopyasını alamazsınız, biliyorsundur Efkan."

İmalı ses tonunu başımla onayladıktan sonra bir çırpıda elime tutuşturduğu evrak dosyasını Asaf'ın kucağına bıraktım. "Oku bakalım." Olcay abi odadan çıktıktan hemen sonra Asaf, "Adamın dibi bu ya." diye güldü.

Olcay abinin neden odadan çıktığını anlamlandıramasam da sorgulamadan arkama yaslanıp daha fazla sabredemeyeceğimi belli edecek bir şekilde nefesimi verdim. Asaf anlamış olacak ki, "Şimdi kızacaksın ama yapılması gerekeni yapıyorum sadece." diyerek cümleye girdi. Kaşlarımı çatıp devam etmesini bekledim fakat devamı gelmedi. "Ne yapıyorsun Asaf?"

Sinirli çıkmasa da keskin bir şekilde dudaklarımdan dökülen kelimelerin ardından Asaf boğazını temizleyip devam etti. "İhtiyacımız olan belgelerin fotoğraflarını çekiyorum." Kaşlarım daha da çatılırken engel olmak için ona doğru yeltenmiştim ki kolumu sıkıca tutup bana engel oldu.

"Olcay buradan boşuna çıkmadı, sen de ben de bu evrakları yalnız başımıza inceleyemeyeceğimizi biliyoruz. Yasallık için de hiç kusura bakma, daha yolun başında bu kadar saplantı yapacaksan hiç bu işe girmeyelim. Kirli işlerin döndüğü bir yerde temiz kalmamızı bekleme, ya gözünü karart ve intikamını al ya da bu işten tam şu an vazgeç. Senin vicdan muhaseben bu davaya dahil olmasın."

Can yakan cümleleriyle sertçe yutkundum, kirli ve çamurlu yollardan geçeceğimiz aşikârdı. Çoğu kez yüzüstü düşüp o kire ve çamura bulanacağımızı da çok iyi biliyordum lâkin içimdeki susmayan vicdanım sert ve uzun tırnaklarını gırtlağıma bastırıp doğru olanı yapmam için beni zorlayıp duruyordu.

Çoğu kez her yeri yakıp yıkmak, çoğu kez öfkeme ve hırsıma yenilip pişman olacağım işler yapmak istemiştim ama her seferinde temiz kalmaya yemin etmiş vicdanımın pençeleri ile tutulup bir köşeye fırlatılarak uzaklaşmıştım. Fakat şu an vicdanımın pençelerinden de öte doğrularımı gün yüzüne çıkarmam gerektiğini, kendim için bu adımı atmam gerektiğini biliyordum.

Yine de bu ilk adımın, sadece bir seferlik olsun arzusunun sonunun gelmeyeceğinden de emindim. Vicdanımın kara kaplı defterine adımı yazdırmak, ruhumun ilelebet susmayacak bir suçun irin dolu yuvasına giriş yapmasına izin vermek demekti. Oysa tesadüflerin ya da şansın yüzüme gülmediği bir hayatın ortasına çekilmek kadar acıtan ve yaralayan başka bir şey varsa o da o irin dolu yuvanın içine çekilmekti.

Zira tesadüfler beni hiç sevmemiş, kendilerini de bana sevdirmemişlerdi.

"Kendi içinde verdiğin savaşı bekleyecek zamanımız yok, yasal olan ne varsa sen yap; kire de suça da ben karışırım." Asaf'ın bir mızrak gibi göğsümü delip geçen sözleriyle yeniden yutkundum. Engel olmadım fakat izin de vermedim, şu an için yaptığı şeyi reddetmekten başka yapabilecek bir şeyim yoktu; içimdeki çocuğun başını tek seferde kesip atamazdım.

"İlk olarak ne yapmayı planlıyorsun?" Durumu kavramış olmalı ki konuyu değiştirmek için böyle bir soru yöneltmişti, yine de sayfaların fotoğraflarını çektiğini biliyordum. "Olay mahaline gitmek istiyorum, yangından bu yana ne kaldığını öğrenmem gerek." diye yanıtladım.

"On altı yıl geçti üstünden, yanan arazinin üstüne çoktan yeni binalar dikmiş bile olabilirler; oradan bir şey çıkacağını sanmıyorum." Sözlerine karşın başımı yavaşça iki yana salladım ve kararımdan dönmedim. "Yine de gitmek istiyorum." Memnuniyetsiz birkaç kelime ettikten sonra pes etti. "Pekala, üstelemiyorum. Sonrasında ne yapacağız?"

"Babamla ve olayla uzaktan yakından alakalı kim varsa bulup konuşacağız, gerekirse aralarına sızacağız, bilgi toplayacağız. Ağızlarından düşen her bir kelime bizim için bir kanıt niteliğinde olmalı, bu yüzden sağlam adımlar atmamız gerekecek." Ellerimi ceketimin ceplerine sokup başımı koltuğa yasladım ve devam ettim.

"Örümceğin ağını yavaş fakat özenli bir şekilde öreceğiz, kimse geldiğimizi görmeyecek, onlara zarar vermek istediğimizi bilmeyecek. Kimse gerçekten kim olduğumuzu ya da ne istediğimizi anlamayacak, onlar farkına bile varmadan halledeceğiz."

Elimde içi kurşunlarla dolu bir silahın ya da kılıç kadar keskin bir bıçağın olmasına gerek yoktu, onların canını onlar gibi yakmayacaktım.

"Şu an her şey çok basit ve rahat gözüküyor olabilir gözüne Efkan ama biliyorsun ki işlerin istediğimiz gibi gitmeyeceği çokça zaman olacak." Onu başımla onaylarken dosyanın kapağını sertçe kapattı. "Ve yine biliyorsun ki bu yolda çoğu şeyden vazgeçmek zorunda kalacağız, çoğu şeyi kaybedeceğiz."

Aklımın içine kurulan kumar masasının etrafındaki yüzler yavaş yavaş kendini belli edeceklerdi, her biri yeni bir şeyle yüzleşmemi sağlayacak ve beni amacıma ulaştıracaklardı. Kimisinin elinde silahlar, kimisinin elinde kanlar vardı. Hepsi birbirinden kötü ve adalet duygusu körelmiş insanlardı, akrebin zehrini damarlarında taşımaktan çekinmeyecek kadar tehlikelilerdi.

Fakat bilinmeyen şeylerin su üstüne çıkması ve gerçeğin asla örtbas edilememesi karanlık bir geceye doğan ay ışığından farksızdı. Gün ne kadar aydınlık olursa olsun eninde sonunda karanlık çökecekti ve karanlık ne kadar tehlikeli olursa olsun ay ışığı o yolu aydınlatacaktı.

Kazanmak değil, kaybetmemek istiyorlardı; kazanmak değil, kaybetmemek istiyordum.

Masanın kenarına yasladığım sopaya uzanarak ayağa kalktım, "İhtiyacımız olanları aldıysan çıkalım, yolda konuşuruz. Olcay'a dosyaları teslim edersin." ve ardından yavaş fakat emin adımlarla kapıya doğru ilerledim.

Her şeyini kaybetmiş bir adamdan çok uzak fakat her şeyini ortaya koymaktan çekinmeyen bir adamdan halliceydim.

Dudaklarımın arasına tünemeye çekinen kelimeleri yutup içime gömerken dişlerimin arasından tıslamaya hazır öfkemi göğsümün en ücra köşelerine itekledim. "Her ne kadar tehlikeli olursanız olun ağlarımdan kaçamayacaksınız." diye fısıldadım. "Her ne kadar güçlü olursanız olun ağlarıma takılacaksınız." Adımlarım yavaşlayıp durakladıktan sonra Asaf'ı beklemek adına yanımdaki duvara yaslandım.

"Adım seslerimi duyacaksınız fakat beni gördüğünüzü sanarken körlüğün içine düşeceksiniz, kör bir adamın körelttiğiniz adaletinize hoşgörü göstermesi için yalvaracaksınız ve ben de işte tam o zaman o körlüğün içinden size bir mum yakacağım; döktüğünüz kanların arasında siz de yanacaksınız."

Adaletin çıkmazı olmazdı, kana bulanan beyaz vicdanların sonu da bu karanlığın içinde kötürüm kalmak olacaktı.

Ve işte o zamanlar için körlük bir ceza değil, bir lütuftu.

*

Ay tutuluyor nefesinin üstüne,
Gördüklerin yalan, gördüklerin elem bir yıkıntı;
Hislerinin arasına giren kara kedi,
Acını bağrına diken umut hırsızı,
Duydukların hüsran, duydukların canhıraş bir sıkıntı.
Buralar dar sana,
Buralar mezar.
Kabrinde üflesin ellerine melekler,
Öpsün başını peygamberin şefkati,
Ağlama annem,
Durma burada.
Kandan korkarsın sen.

İntihar süsü verilen gecelerde katiller, sebepsizce sönen yıldızları teker teker toplayıp ağlayan çocukların torbalarına dolduruverirdi. Çıplak ayaklarının altına serer, bastıkları yerleri aydınlatırdı. Bundandır ki çocukların yürüdüğü yollar; gözlerin göremediği kuytu köşelerde bir ışık huzmesi olur, kalplerin içine küçük ama tesirli bir umut olarak doğardı.

Geleceğimin umudunu çocukluğumun duran kalbine borçluydum, soğuk bedenine sarılıp ağladığım gecelerin hatrına bugün buradaydım. Anılarımın, korkularımın ve asla kaçamadıklarımın yanındaydım; anneme mezar olan bu evin, kaçarken düştüğüm yolların, üstünden atlamaya çalıştığım çitlerin yanındaydım. Gölgesine sığındığım, gözyaşlarımla büyüttüğüm çocukluğumun dizleri dibinde, göğsümün kıyısına vuran dalgaların eşiğindeydim.

"Göremedim annem, bilemedim." diye fısıldadım. Burnumu yavaşça çekerken parmaklarımı ağacın sert gövdesinde dolaştırdım. "Yorgun bedenini saramadım," yanaklarım usulca ıslanırken içimi paramparça eden hıçkırıkların zehirli tırnakları kalbimin içine batıp duruyordu.

"Nereye giderim şimdi bilmiyorum," dudaklarımın arasından kaçıp kurtulan hıçkırık ansızın gecenin sıcak kollarına kaçarken dudaklarımı birbirine bastırdım. "Yuvam sendin, evsiz bıraktın beni." Alnımı ağacın gövdesine yaslayıp sanki annemin omzuymuş gibi sessiz sessiz döktüm gözyaşlarımı. Sanki annemin nefesi hala ensemdeymiş gibi sıcaklığını hissetmeye çalıştım, elleri saçlarımda geziyormuş gibi sokuldum iyice dibine.

"Seni kaybettiğim gün benim için zaman durdu," omzumda hissettiğim eli umursamadan devam ettim. "Ben hâlâ seni kaybettiğim yaştayım."

"Yapma böyle." Asaf'ın merhamet dolu sesi bir kulağımdan girip bir kulağımdan çıkarken derin bir nefes aldım. "Söylesene abi, toprağından koparılan bir çiçek nasıl yaşamaya devam eder?" Sırtımı sıvazlayan eli beni yavaşça kendine çevirdi ve kollarını etrafıma sardı.

"Aynı olmaz belki ama bulabilir yine tutunacak bir toprak," dedi. "Bulabilir yeni bir yuva, sevebilir yeniden." Başımı omzuna yaslayıp kollarımı etrafına doladım. "Yeter ki yaşama arzusunu kaybetmesin." diye ekledi.

Kuruyan topraklarıma ektiğim çocukluğumu her gün bu arzu ile sularken, yeterli gelmeyeceğini bile bile onu sevmeye çalışırken, annesinin yerini bambaşka şeylerle doldururken yuttuğum gerçekler kustuğum yalanlardan farksız kalıyordu.

"Ağlayınca gelmediğini öğrendiği zaman kurudu toprağı o çiçeğin. Yalvarınca vermediklerini öğrendiği an istedi başına geldiği dertleri çekmeyi." dedim. Yutkunup burnumu çektim ve Asaf'ın kolları arasından çıktım. "Her şeyden çok istedi ama idama giden mahkuma bile sunulan o son istek ona sunulmadı," sesimin titremesini engelleme isteği bile duymadan devam ettim. "On iki yaşındaki bir çocuğu katlettiler."

Merhamet, yaradan tarafından kuluna bahşedilen en güzel kalp ihtirasıydı fakat o gün orada o çocuğu katledenlerin kalpleri izbe bir şehrin topraklarına gömüleli asırlar olmuştu. "Beni onlardan ayıran tek şey buranın gerçekliği," elimi kalbimin üstüne koydum. "Ne olursa olsun buranın bir yalana dönüşmesine izin vermeyeceğim fakat olur da bir gün onlara benzersem," avuç içimi hemen yanımdaki ağacın gövdesine yaslayıp yutkundum.

"Beni tam buraya as abi, buraya as ve çocukluğumu kaybettiğim bu yere göm." diye fısıldadım.

Sobası sönen bir evin en soğuk odasına terk edilmiş bir acının eşiğinde oturup bekliyordum. Üşüyen bedenimi buza yas tutmuş duvarların arasına saklamış, bekliyordum. Gözlerimi siyah bir kuşakla bağlamış, kelimelerimi kalbimin dört odacığından birinin içine tıkmış, bekliyordum.

Annem üşümeme dayanamaz, saklayamaz kendini gelir; öper başımı, sarar bedenimi, ısıtır ve götürür beni diye bekliyordum. Gerçeğin damağımın üstünde acı ve buruk bir hayal kırıklığı olduğunu ise bilmiyordum lâkin buz gibi odanın içinde ateşlerin arasında yandığım gün öğrenmiştim.

"Şimdi düşünüyorum da ben bir günde ölmemişim." Sırtımı ağaca yaslayıp yavaşça yere oturduğumda Asaf da yanıma oturmuştu. "Meğer beni bir günde öldürmemişler." Hafızamın kınalı elleri boyumu aşan bir kitaplığın önünde durmuş ve tozlu raflarından indirdiği anıları gözler önüne sermeye başlamıştı. "İlk yangını aslında o gün yakmamışlar."

Avuç içlerimi ayaklarımın altındaki toprağa bastırıp bir süre bekledim. İçimde her gün harlanıp duran öfkenin koru gibi yanıp tutuşan bir şiirin mısralarına terk edilmiş gibiydim, şaire beni bu ateşlerden çekip kurtarması için yalvarıp duruyordum.

"Son ana dek yaşama tutunmuştu oysa, ölmek istememişti. En çok beni korumuştu, en çok beni yalnız bırakmaktan korkmuştu." Dizlerimi karnıma çekip iyice yaklaştırdım kendimi ağaca. "Kucağındaydım, etrafımız o kadar sıcak o kadar boğucuydu ki nefes almak bile zor geliyordu. Öksürüp duruyorduk, beni boynuna yaklaştırmıştı, duman solumama engel olmaya çalışıyordu."

Gözyaşlarım yeniden yanaklarımı ıslatırken bu kez akmalarına engel olmadım. "Sürekli kulağıma geçeceğini fısıldayıp duruyordu, yardım için bağırıp duruyordu. Şimdi kabuslarımdan çıkmayan o çığlıkları o gün her yerdeydi, çaresizce yardım dileniyordu." Başımı iki yana salladım istemsizce, boğulan bir bedenin çırpınışından farksızdı bu.

"Sonra yavaşça yere çöktü, beni saran kollarından güç kuvvet çekilmiş gibiydi; beni daha da yaklaştırdı kendine, saçlarımı öptü. Söz veriyorum dedi," avuç içlerimi gözlerime bastırıp sarsılan bedenimi sakinleştirmeye çalıştım. Asaf kolunu sırtımın üstüne atıp beni kendine çekerken engel olmadım. "Söz veriyorum, her şey çok güzel olacak."

İltihap kapmış bir yaranın verdiği acı gibiydi; ne yapsam geçmiyordu, durmadan kanıyordu. "Gözlerimi sımsıkı kapatıp boynuna sarılmıştım, o kadar sıkı sarılmıştım ki öleceksek de beraber ölelim istemiştim. Ölecekse beni de götürsün istemiştim, her şey onla güzel olacaksa anlamlıydı; onsuz güzel hiçbir şey istememiştim."

Bedenime hükmeden özlemin yerini ağır bir sancı alırken acı içinde kıvranıp duran ruhumu yanan mısraların içinden çekip çıkarmaya çalışıyorum. "Bedenim o sıcağın, dumanın içinde öyle acıyor öyle yanıyordu ki yine de bırakmadım onu. Artık tutmuyordu elleri bedenimi, sarmıyordu kolları. Başımdan aşağıya alevler düşüyor gibiydi, kirpik uçlarıma dek yandığımı hissediyordum. Gözlerimi açmaya, ona seslenmeye korkuyordum."

Dikiş izleriyle bezenmiş bir çocukluğun en ağır yarasıydı sökülen umutları. Hayallerini terk edip acı serzenişlerin arasına gömmek, tövbesi olmayan bir günahla cennetin kapısına dayanmak gibiydi.

"Nefesimi tuttum abi, öleyim diye nefesimi tuttum." Beni daha sıkı sararken saçlarımın arasına düşen damlalar ile onun da ağladığını anlamıştım. "Beni onun kollarından nasıl çekip aldılar, onu benden nasıl kopardılar hatırlamıyorum. Uyandığımda gözlerimi açamıyordum fakat onun sıcak kollarından kaçırılıp soğuk bir hastane odasına kapatıldığımı biliyordum."

Göremediğimi ilk anladığım anı ağır ağır hatırlarken o gün dudaklarıma yanaşan ilk tövbe bu kez burada dökülmüştü. "Doktorun bana artık göremeyeceğimi söylediği gün hissettiğim acıyı hatırlamam belki ama annemin ölüm haberini işittiğim anki acıyı kalbimi çıkarıp avuç içlerime alsam dahi hatırlarım."

Bir aynanın yansımasını seyretmek gibiydi akrebin kısrağı, sonsuzluğa akan bir gözyaşını takip etmekten farksızdı. Gördüğüm son suret annemin o güzel yüzü, o güzel gözlerinden akan ıstırabın dumanlı yaşlarıydı.

"Şimdi burada ne varsa hâlâ eskisi gibi, burada ne kaldıysa hâlâ aynı ve hâlâ acı şeyler hatırlatıyor bana. Bu ağacın altında sayamadığım onsuz geçen saniyeleri, onsuz geçen dakikaları ve onsuz geçen saatleri bir ben bilirim. Her gece bu ağacın altında ağladığımı, anneme yapılanların bitmesini ve bu ağacın altında beklememi hangi hafıza kaybı gelirse gelsin unutturamaz bana. Zira ben her şeyi çocukluğumun kalbinde yaşadım, kirli zihinlerin içine tutsak tutulmuş bedeninde değil."

Başımı omzundan kaldırıp gözlerimi ellerimle kuruladım ve yaslandığım yerden destek alarak ayağa kalktım. "Beni yanlış anlama abi, sitemim buraya değil." Sarsılarak attığım adımlarım ile yavaş yavaş yürürken yarım kalan hayallerimin ve acıların içinde boğulmadan yüzmeyi öğrenmiş çocukluğumun ertelenmiş intikamını düşündüm.

"Benim sitemim kendime." diye fısıldadım. "Köşe bucak kaçtığım için, durmadan ağlayıp onu koruyamadığım için kendime." Keskin bir bıçağın ucundan damlayan kan damlaları gibi gömleğime damlayan gözyaşlarımın arasından tekrar ve tekrar fısıldadım. "Benim sitemim zamanla geçer diyen aptallığıma sığınan korkak yüreğime, her şeyin güzel olacağına inanan çocuk kalbime."

Yangınların deli divane olduğu, korların içine yazılan şiirlerin bağrına yaslanan bir şairin acısıydı akıp giden zaman. Çırpınıp durduğum şiir, hayatın bana vaad ettiği gerçeklerin karanlık yüzü; kurtarmasını dilediğim şair ise korkak yüreğimin saklı cesaretine sığınan benliğimdi.

Şiirler şairlerin nasır tutmuş hayatlarının fermanıydı fakat mısralar ile şairler asla aynı dili konuşamamışlardı.

BÖLÜM SONU.

Bạn đang đọc truyện trên: Truyen2U.Pro