07| cezbedici sarı bukleler.

Màu nền
Font chữ
Font size
Chiều cao dòng


0007. BÖLÜM YEDİ

— cezbedici sarı bukleler.

───── Kelime | 4199 ─────

Soğuk havanın bedenine çarpmasını umursamadan koşmaktaydı Melora. Londra'nın bugünkü hava durumu çok bulutluydu. Gökyüzünü kaplayan gri bulutlar, yeryüzünü aydınlatan ışıkları kısıtlıyordu. Çok geçmeden de küçük yağmur damlaları can buldu yeryüzüyle. Hafif çiseleme eşliğinde temposunu düşürdü.

Yağmur damlaların beyaz tenine çarpmasına izin verdiğinde gözlerini yumdu. Yağmurun, ardından getireceği huzur kokusunu düşünerek yüzüne küçük bir tebessüm yerleştirmişti. Memnunca birkaç anlamsız sesler çıkardı. Ellerini, at kuyruğunu düzeltmek için başına sürtmüştü. Gözleri yaya kaldırımın bir ucunda dikilen trafik direğindeki ışıklara gitti.

Bugün, diğer sabahlara nazaran daha az kalabalıktı sokaklar ve caddeler. Saatten haberi yoktu. Çünkü kalktığında şarjı bitmiş olarak bulmuştu telefonunu. Telefonunu almadığı gibi herhangi bir saatte takmamıştı. Dakikalarını gösterecek hiçbir şeyi yoktu. Havanın böylesine kapalı olması da saat tahmininde bulunmasında bir başka engeldi.

Belki de hâlâ çok erkendi insanların güne başlaması için. Belki de havanın yağmurlu olması bir başka etkendi diğer sabahki yoğunluğun olmaması için.

Işıkların sonunda karşıya geçmesi için geçiş hakkını yayalara tanıdığında tempolu adımlarla karşı kaldırıma geçti. Dünkü koşturmadan dolayı bugünün koşturma vaktini daha kısa tutmuştu. Açıkçası vücudunun direncini biliyordu. Direncinin zayıfladığında ne kadar çıt kırıldım olduğunu da bilmekteydi, en sevmediği zamanlardı işte.

Dün Paul'u yakalamalarıyla sonunda Walker Ailesi davası kesinlikle kapanmıştı, bir daha açılmayacak şekilde hem de. Paul'la beraber göz altına aldıkları diğer iki adam da her şeyi itiraf etmişti. Gece yarısına doğru Lestrade'den olaya en başında karışan diğer iki adamı da yakaladıklarına dair mesaj almıştı.

Olay tamamen Elizabeth'in Paul'dan yardım istemesiyle başlamıştı. Kadının terk edip gitmesinin ardından, 10 yıl sonra karşısına tekrar çıkmıştı ve ortada, ikisinden olma bir çocuk vardı. Sherlock'un da dediği gibi; adamın geçmişten kuyruk acısı vardı. Elizabeth'e olan aşkından her şeyden vazgeçmiş ve sonunda zarara oturmuştu.

İlk planı işe yaramıştı. Anlaştığı ilk iki adamla, Owen'ın peşinden köpek dövüşlerinin düzenlendiği yere gitmişti. Adamın yalnız kaldığı anda hırpalamışlar ve ağır yaralamışlardı. Omzundan vurulması ve o kadar kan kaybetmiş olmasına rağmen durumu iyiydi söyledikleri kadarıyla.

Paul'un planının ilk adımı başarılı gitmişti. Owen'ı rahatlıkla alıkoymuşlardı ve polise haber gitmişti. Adamlar o sırada Elizabeth'le de temasa geçmişlerdi. İkinci aşama ise; kadından parayı alan adamlarla bölüşerek diğer iki adamla yaptığı anlaşma sayesinde uçakla ortadan kaybolacaktı ailesiyle. Ortada kalan Elizabeth ise adam öldürmeye teşebbüs ve adam kaçırmayla yargılanacaktı. Bunun için, polisler ile Elizabeth arasında küçük bir oyun bile düzenlemiş ama devreye sokamadan yakalanmıştı.

Yaya kaldırımından bir başka yaya kaldırımına geçip eve dönme kararı almıştı genç kadın. Eve varmadan önce fırına uğramayı düşündü. Yemekte eşlik edecek ya da atıştırmalık olabilecek birkaç bir şey alabilirdi. Karşı sokağın başındaki dükkanı gözleriyle kestirip oraya ilerledi, ta kii birinin ona hitaben konuştuğunu duyana kadar.

"Kahve içerken bana eşlik edeceğinizi düşünüyorum."

Adımlarını bir araya getirip duraksadı. At kuyruğu yaptığı saçları diğer omzuna çarparken çevirdiği kafasıyla omuzunun üstünden ardındaki konuşana baktı. Onunla konuştuğunu düşünmesinin nedeni sokakta, en azından bulundukları kaldırımda başka kimsenin bulunmamasıydı. Ve sözcükler ona yöneltirmişçesine tonlanmıştı.

Kafenin önüne dizilmiş masalardan en köşedekine oturmuş adam, kahvesinden yudum almıştı. Giydiği takım elbisesi yepyeni görünüyordu. Vücut kalıbı biraz iriydi ama oldukça özenli ve titiz biri olduğu gözle görünür şekilde ortadaydı. Takım elbisesi jilet gibiydi, koyu renkteki saçları özenle taranmış ve yatırılmıştı. Yüzünde hiçbir tüyün bulunmaması her sabah onun düzenli bir şekilde tıraş olduğunu gösteriyordu.

Kafenin kapısının açılıp garsonun çıkagelmesiyle tamamen onlara doğru döndürdü bedenini Melora. Garson, elinde tuttuğu tepsiden fincanı alıp etrafı inceleyen adamın masasına teslim etti. Sessiz sedasız geldiği gibi geri dönerken ela gözleri onu takip etmişti. İçeriyi rahatlıkla gördüğü camlardan birkaç kişiyi bulmuş ve onların öylesine bir müşteri olmadığını çözmüştü.

Bir şey söylemeden tek kaşını kaldırdı. Açıkçası neler olduğunu anlamış değildi ama gelen kahve teklifine hayır demezdi. Kahveleri içerken neler döndüğünü konuşabilirlerdi ayrıca. Takım elbiseli adamın karşındaki sandalyeyi çekti oturmak için. Kadının bu kararından memnun olmuştu ki başıyla selamladı. "Sizi beklemeden siparişte bulundum, umarım sizler için problem değildir."

"Ah, hayır." Deri eldivenlerle sarılı parmaklarını, önündeki fincanın etrafına sarmaladı. Buharı tüten kahvesine bakarken arkasına yaslanmıştı. Teşekkür maksadında adama küçük bir gülümseme sundu. Adam, rahat göründüğü kadar ciddiydi.

Yüz hatları donmuş gibiydi. Verebilecek tüm samimi mimiklerden kaçınıyordu sanki adam. Saçları ve üstünde herhangi bir ıslaklık bulunmuyordu. Yağmur şiddetli değildi ama damlalardan nasibini almayacağın anlamına da gelmemekteydi. Yan tarafa bırakılmış olan şemsiyeye baktı. Mavi gözlerle gözlerini birleştirmeden önce son olarakta arka taraftaki park halindeki lüks araca göz atmıştı.

Çevreyi yorumlarsa oldukça güçlü biriydi. Onu tanımıyor olsa da Melora, adamın kendisi tanıdığına emindi. Böylesine gücü olan adamın, onun hakkında pek çok bilgiyi rahatlıkla elde etmiş olmalıydı. Okuduğu okullardan, yaptığı işlere varana kadar. Aile geçmişi; dosyasındaki en ilgi çekici ama aynı zamanda sıkıcı kısım olmalıydı.

"Sherlock Holmes ile olan bağlantın nedir?" Tüm dikkati üzerine çekmek için sorusunu yöneltirken adam, uzanıp kahvesinden bir yudum aldı. Sherlock ismini duyan genç kadının şaşkınlıkla havaya kalkıp kâküllerin altında kaybolan kaşlarını izlerken cevap vermesini beklemişti. Ama aldığı cevap sadece küçük bir omuz silkmesiydi.

Melora, Sherlock'la arasında herhangi bir bağlantısının olmadığını düşünüyordu. Tanışalı daha 1 hafta bile olmamıştı onlar için ve sadece aynı dosyaya giren iki olayın bir davasının çözümünde birlikte yer almışlardı. İşler bittiğine, dosyanın tamamen kapanmış olduğuna göre herkes kendi yoluna dönecekti. Sherlock'un ne yapacağını bilmiyordu ama Melora, Londra'yı terk edecekti.

"5 gün..5 gündür onun hayatındasın. Dedektif olarak senin, Scotland Yard'a bağlı çalışan olmadan bir dosya kapadınız." Gün ve sayısını vurgularken sözleri boyunca, alaycı bir gülümseme takınmıştı. Bakışlarında 'sana inanmıyorum' sözcükleri yatıyordu. "Bu haftanın sonunda sizlerden mutlu bir haber alabilecek miyiz?"

Adamın takındığı tavırla kurduğu iğneleyici sözcüklere karşı kıkırtıda bulunacaktı ama küçük birkaç öksürükle bu dürtüsünü bastırdı. Bu göndermeleri komiğine gitmişti. Aklından neler geçiriyordu o adam öyle. Sherlock'la beraber mutlu bir haber mi, gerçekten komik. Hayır, Sherlock'u sevmişti. Cidden onu sevmişti bu tanıdığı süre boyunca. Diğer insanların onu sevmemesini anlamıyor ama aynı zamanda anlıyordu. Sherlock, nadir bulanacak insanlardandı. Ve Melora bu insanları severdi, ilgisini çekerdi farklı karakterler. Bir gün canı yanacaktı bu farklı karakterler yüzünden, bunun farkındaydı.

Fincanını dudaklarının arasına götürüp sıcak ama tatlı kahvesinden yudumlar aldı. Sıvının boğazını yakarak aşağı kaymasına izin vermişti. Sıcaklığı, fark etmediği içinin üşümesini gidermişti. Dudaklarına yayılan kahveyi yalarken aynı zamanda onları birbirine bastırdı. "Hafta sonu burada olacağımı sanmıyorum.. Ayrıca biz arkadaşız."

"Onun arkadaşı olmaz." Adam kahvesini yudumlarken mırıldanmıştı. Sherlock'u tanıyordu, uyuşması zorlu biri olduğunu da biliyordu. Davranışları, insanlar tarafından dışlanmaya sebebiyet oluyordu. Kimse Sherlock'u kalıcı olarak hayatına almamaktaydı. Ve Sherlock, o zaten kimseye güvenmezdi.

Başını sağa yatırıp tek kaşını çatarken sırıtmıştı genç kadın. Sherlock'un arkadaşı olmayacağı, Melora'nın da arkadaşı olmayacağı anlamına gelmezdi. Tek taraflı arkadaşta olabilirlerdi, sıkıntı değildi. "Peki, o zaman benim arkadaşım."

"Sherlock Holmes'la olan ilişkine devam etmeyi planlıyor musun?"

Adamın ısrarcı sorularına karşı başını iki yana sallayıp derin bir iç çekişte bulunmuştu. Onun gözünde şüpheli göründüğünün farkındaydı. Hiçbir bağlantıları olmadığını söylerken aynı zamanda 'tek taraflı' arkadaş olduğunu söylemişti. "Hafta sonu burada olmayacağıma göre?"

"Herhangi bir biletin yok." Genç kadının Londra'ya gelir gelmez kaldığı günler içerisinde iki bilet aldığını biliyordu. Ve her iki uçağını kaçırdığını bilmekteydi. Şu an ise hiçbir ulaşım aracına ayırtılmış bir bilet bulunmamaktaydı adına.

"Evet, çünkü daha almadım." Kahvesini yudumlardan fincanın açıkta bıraktığı gözlerini gülümsercesine kısmıştı adama karşı. Uçak bileti almaya zamanı olmamıştı. Sherlock ile dün akşam eve gelir gelmez kendi odasına çekilip, yatağına gömülmüştü.

"Önceki iki uçağını da kaçırmışsın."

"Evet ama bu sizi ilgilendirmez, Bay Holmes." Parmaklarını fincanın ağzında gezdirirken mırıldandı. Dudaklarının arasından dökülen son sözcük adamı şaşırtmıştı. Belli etmese de, kaşları ister istemez havalanırken sessizliğini korudu. Nasıl olurda bilirdi, yoksa Sherlock mu bahsetmişti ona? Ama kardeşi böyle bir şey yapmazdı.

Melora, dalıp gittiği kahve bardağından kendi halini fark edip hızla gözlerini kırpıştırdı. Bakışlarını kaldırıp karşısındaki soğuk bakışlı mavilerle buluşturduğunda, adamın sessizliğinden bir cevap beklediğini anlamıştı. Aslında şu an kendi de şaşkındı çünkü adamın sessizliği onu onaylamıştı. Öylesine bulunduğu bir tahmindi. Tabii bu tahminde bulunabilmek için küçük şeyleri ele almıştı. Ama doğru çıkacağını bilmiyordu.

"Gözbebeğinizdeki renk pigmentleri ve doğrudan kan bağıyla geçen kulak yapısı.." Dirseklerinden birini sandalyenin koluna yaslarken elini 'yani' dercesine hareket ettirmişti. "Ya baba-oğulsunuz ya da kardeş. Ama görünüşten yaşlara bakarsak baba-oğul olmanız imkansız. Bu da sizi kardeş yapar."

Adam bu sefer gülümsemesini gizlemedi. Kaşlarını kaldırırken beraberinde dudaklarıda kıvrılmıştı. Başarılıydı. İyi bir gözlemciydi ama, kendinden eminliğini göremiyordu onda. Kendi teorilerine bile şüpheyle yaklaşıyordu. Bunu anlayabilirdi, geçmişini biliyordu kadının en azından. Ama anlışan Sherlock, kendi gibi düşünce yapısına sahip birini bulmuştu.

"Sherlock Holmes'un seni neden yanında tutmak istediğini anlıyorum."

"Aslında bu bir tahmindi.. Holmes olmanız." Eli ensesine giderken Melora, bir anda yanaklarının kızardığını hissetmişti. Adamın sözleri onu utandırmıştı. "Tepkilerinizle siz beni onayladınız. Ayrıca Sherlock'un beni yanında tutmak istediği söylenemez. Onu tüm bu olaylar boyunca peşimden sürükledim."

Olayları düşününce mahcupça dudaklarını bastırıp düz bir çizgi halini almalarını sağlamıştı. Hayatına girdiği gibi düzenini bozmuş olmalıydı. Hatta dünkü işini ertelemesine neden olmuştu. Sherlock'un ona içten içe kin beslemesine şaşırmazdı. Kendi düzeni bozulsa çok sinirlenirdi. Neyse ki belli bir düzeni yoktu. Sabah koşuları bile düzenli değildi onun için.

Genç kadına kendinden emin bir şekilde baktı adam. Sherlock istemediği sürece kimse onu peşinden sürükleyemezdi. O, istemediği sürece hiçbir şey yapmazdı. Ama Melora'daki ışığı fark etmişti Sherlock. Melora'nın da ona karşı duvar örmemiş olması iyiye işaretti.

"Bence bu kahveyi neye borçlu olduğumu öğrenme zamanım geldi diye düşünüyorum." Sıkılmaya başlayan Melora, kahvesinin son yudumlarını alırken yaslandığı yerden kendini dikleştirdi. Ne zamandır burada sohbet ediyorlardı, ama asıl konuya giriş yapmamışlardı bir türlü. Vakti gelmiş olmalıydı. Ayrıca, hazır yağmur dinmişken evin yolunu tutmak istiyordu.

"Bilgi." Mycorft lafı uzatmadan direk Melora'dan istediğini iletmişti. "Yanında bulunduğun sürece bana neyin peşinde olduğuna dair bilgiler vermeni istiyorum."

Tek kaşını kaldırdı bir anda. Kollarını göğsünde bağlarken sertçe bakmıştı. Burada olmayacağını defalarca dile getirmişti oysaki adama, ama en az kendisi kadar ısrarcıydı fikrinden. Gitmeyeceksin, demese bile bunu hal ve hareketleriyle belli ediyordu.

Tüm bu düşünceleri geride bıraktığında, böyle bir teklifte bulunmasının nedenini merak etmişti. "Neden?"

"Onun için endişeleniyorum. Sürekli." Düz bir tonda kurduğu cümleye karşı göz devirme isteğini bastırdı Melora, adama karşı. Genç kadının alaya vurduğu cümlesini anlamış olsa da ciddiye almıştı. "Ne kadar düşünceli bir abi."

"Bazı sebeplerden ötürü endişemden bahsedilmemesini tercih ederim." Gri takımına uydurduğu daha koyu renkteki kravatına küçük dokunuşlarda bulundu, bakışlarını Melora'dan ilk defa kaçırmıştı. Düzgün olan kravatı sanki düzgün değilmişçesine oynuyordu.

Melora mesajını almıştı. Bundan Sherlock'un haberinin olmamasını istiyordu. Her zamanki gibi, birbirlerine duygularını gösteremeyen iki kardeş olayıydı.. Onların işlerine karışmayacaktı. Kendileri için iyi veya kötü, nasıl savaşacaklarsa savaşsınlar bunun içirisinde Melora olmayacaktı.

"Burada kalıcı olmadığımı söylemiştim oysa ben de." Teklifini kabul etmediğini ortadaki gerçeği belirterek adama iletti. Boş fincanı kendinden uzaklaştırırken kalkmak için hazırlanmıştı.

"Her teklifte iki tarafında kazancı olur." Ayaklanan genç kadının ardından duvara dayadığı şemsiyesine uzanıp, aynı şekilde eşlik etmişti Mycorft da. Melora, şaşkınlıkla ve biraz da merakla gözlerini kırpıştırarak adama baktı. Çünkü, genellikle işlerin karşılığında para teklif edilirdi.

"Benimki ne, para mı? Buna ihtiyacım olduğunu sanmıyorum." Alt dudağını sarkıtıp omuz silktiğinde Mycorft başını sallamıştı, tekrardan genç kadına soğuk gülümsemesini sunarken.

Melora, kesinlikle adamın onu araştırdığını biliyordu. Geçmişini bildiği kadar ailesinden miras kalan pek çok arsaya sahip olduğunu, banka hesabının ne kadar kabarık olduğunu da biliyor olmalıydı. Bazen kendisinin bile bu kadar şeye sahip olduğuna şaşırıyordu. Ama neyse ki parayı çerçöp eden insanlardan değildi.

"Ailen adına üzgünüm."

Aklındaki düşünceleri dağıtıp şemsiyesinin ucuyla yeri eşeleyen adama döndü. Başını iki yana olumsuzca sallarken sıcak gülümsemelerini geride bırakıp tıpkı adamın ona sunduklarından sunmuştu. Soğuk, ifadesiz bir tebessüm. Sesi de tebessümü kadar donuk çıkmıştı. "Hayır, değilsin."

Ailesini tanımadığını var sayıyordu. Tanısaydı bu kadar soğuk olmazdı. Soğuk bir yapıya sahip olsa bile kurduğu son sözcükte ufakta olsa bir samimiyet yer alırdı. Söylemek için söylemişti, tıpkı çevresindeki diğer insanlar gibi.

"Kazancını merak ediyordun değil mi?" Tam yanından sessiz sedasız ayrılacağı vakit genç kadını durdurdu. Melora, eski merakını geri kazanırken yavaş yavaşta sinirlenmişti. Para teklifinde bulunmayacaksa nasıl cazip bir teklifte bulunacaktı. Yoksa ona yeni bir aile mi verecekti? Bak bu olursa gerçekten çok gülerdi.

"Takip edildiğinin farkındasındır." Melora'yla bir araya geldiklerinden beri izlenildiklerinin farkındaydı. İlk başta kendisi için düşünse de adam, sonradan bu kişinin Melora'yı izlemekle görevlendirildiğini anlamıştı.

Melora fazla konuşma gereği duymadan başıyla onayladı. Evet, bir türlü kurtulamadığı takip edilme serüveni vardı. Aslında kurtulma çözümü basitti ama kesin değildi. Ayrıca hazır da hissetmiyordu.

"Yeni bir kimlik. Bir süre burada kalıp bana bilgi verirsin ve sonra istediğin yere gidip yeni bir hayata başlarsın. İstediğin bu, değil mi?" Mycorft, emin bir tonda konuşmuştu. Her zaman geçmişi hakkında şikayet ettiği bilgisi eline geçmişti. Para teklif edemeyeceğine göre bunu yapabilirdi. Melora Phoenix'i tamamen silebilirdi dünyadan, sanki hiç var olmamışçasına.

Ama Melora bunu istiyor muydu? Hayır. O, yeni bir kimlik veya yeni hayat istemiyordu. Güzel hatırladığı bir geçmişi olmayabilir, yeni bir kimlikle geleceğini yenileye de bilirdi ayrıca. Ama yeni kimlik, hatırlayacağı anılarını asla değiştiremezdi. Psikolojik problemlerine çare olamazdı, karakterini kökten değiştiremezdi.

Başını olumsuzca iki yana sallarken sevimli bir gülümseme takınmıştı. Bu ilk ve son görüşmeleri olacaktı büyük ihtimal, güzel anılmasını istedi. Elini tokalaşmak adına adama uzattı. "Sizinle tanıştığıma memnun oldum Bay Holmes ve sabah kahvesi için teşekkürler, oldukça hoş bir sohbetti."

Taksinin köşeye çekmesi ile geldiklerini anlamıştı Sherlock. Taksicinin parasını öderken elindeki bilgilerin üstünden geçmekteydi. Dün yapamadığı işi bugüne kalmıştı. Şikayet etmeyecekti, iyi olmuştu bugüne kalması, çünkü edinip topladığı bilgiler doğrultusunda küçük bir planı vardı.

Haftalardır süren 'Kanlı Tarot' cinayetleri üzerine dedektifler seri katili bulmak için varını yoğunu katmışlardı ama bir gelişme elde edememişlerdi. Olaylar baş gösterdiğinde ve çıkmaza uğradıklarında Sherlock'u olaya dahil etmişlerdi. Çok geçmeden de zaten, kendini olayın dışına atılmış olarak bulmuştu. Nedeni ise, bu cinayetleri işleyenin ünlü bir iş adamının oğlu olduğunu öne sürmesiydi. Ama adam sorguya çekildiğinde bu cinayetleri işlemediğini gösteren pek çok kanıt sunmuştu.

Böylece Sherlock davadan 'postalanmıştı', tam anlamıyla bu olmuştu. Tabii bu durum onu bu davadan uzaklaştırmaya yetmezdi. Cinayetlerle ilgili birkaç soru işareti olsa da kafasında, seri katilin o adam olduğuna kesinlikle emindi. Kanıtları toplaması gerekiyordu. Ve en önemli kanıt, Tarot kartlarıydı.

Üzerinde 221B yazan kapıyı açıp içeri adımını atar atmaz koridordan kendine doğru gelmekte olan Bayan Hudson'ı gördü. Yaşlı kadın hazırlanmış dışarı çıkmak üzereydi. Bayan Hudson'ın ev için alışverişe çıkma günüydü bugün. Günlük rutininde aksaklık yapmaması kadının, Sherlock'u memnun ediyordu. Kolay tahmin ediliyordu.

Ama şimdi düşüneceği Bayan Hudson'ın rutini değildi. Melora'yı görmemişti. Hâlâ buralarda olup olmadığını bilmek istiyordu. Küçük planının, küçük bir parçasında birine ihtiyacı vardı. O kişi için ise aklına ilk gelen, genç kadın olmuştu.

"Ah Sherlock tatlım, neredeydin bütün gün?" Bayan Hudson tüm sevecenliğiyle ile karşısındaki adama baktı.

"Ufak işler vardı." Çok umursamadan sözcüklerini kurdu Sherlock. Üstündeki paltodan kurtulup merdivenin korkuluğuna asarken elindeki eldivenleri de çıkarmıştı. Yandan bir bakış atıp çıkmakta olan Bayan Hudson'a seslendi. "Melora hâlâ burada mı Bayan Hudson?"

Kapı koluna uzanan yaşlı kadın, kavradığı gibi araladı. Sherlock'un Melora'yı sorması yüzünde küçük bir tebessüm oluşturmuştu. Başıyla onayladı, hâlâ merdivenin başında bekleyen adamı. "Duşa girmişti, şimdi çıkar ama."

Bayan Hudson'ı başıyla onaylarken çıkmasını izledi. Boğazını ısıtan atkısından kurtulup Bayan Hudson'ın dairesine ilerledi küçük adımlarla. Ne olur ne olmaz diye Bayan Hudson'ın anahtarından kendine de yaptırdığı için içeri girmek Sherlock için zor olmamıştı.

Kendi dairesine çıkıp Melora'yı bekleyebilir, oraya gelmesini isteyebilirdi. Ama işi acildi. Beklemekle geçireceği her vakit, planının sağlamlığını kaybetmesi demekti. İçeri geçip bildiği yolu izledi. Banyo kapısının önüne gelip kapı kulpunu tuttuğu gibi kapının açılmasıyla öne doğru çekilmişti Sherlock.

İkisi de ne olduğunu anlamadan birbirleriyle burun buruna bulmuşlardı kendilerini. Kapıyı açar açmaz birini karşısında bulmayı beklemediği için korkup sıçramıştı Melora. Hızlıca üzerindeki kumaş parçasını toparladı, kendini geri çekerken genç kadın. Sherlock ise tüm sakinliğini koruyarak gerilemiş ve dik duruşunu geri kazanmıştı.

Kapı aralığından yüzüne çarpan sıcak buharı hissederek mavi gözlerini kıstı. İster istemez kısılan gözleri arasında genç kadını baştan aşağı süzmüştü. Bornozun sarıp sarmaladığı beyaz teni nemliydi. Üzerinde halen daha durmakta olan su damlaları ışığın altında yansıyordu. Bakışları kadının yüzüne gittiğinde tıpkı bornozunda gördüğü gevşekliği, saçları için kullandığı havluda da görmüştü. Öylesine havlunun içine hapsedilmiş saçları, buldukları her bir köşeden tutamlar halinde fırlamaktaydı.

Yanağından dudağına kayan su damlacığını dudaklarıyla ezen Melora, yandığını hissetti. Ve biliyordu ki, yanakları kızarmaya başlayacaktı. Sherlock'un keskin bakışları altında tabii ki utanmış ve rahatsızlık duymuştu. Hatta soğukkanlılığını koruyan Sherlock adına da ekstra utanmıştı.

Elleri, üzerindeki bornozunu düzeltmeye koyulurken kumaşı bir arada tutan kemerini daha çok sıktı. Duşa girdiği vakit Bayan Hudson'ın dışarı çıkacağını biliyordu, alışveriş listesini beraber hazırlamışlardı. Kimsenin evde olmaması durumu onu kendini salmaya, gevşemeye itmişti. Nereden bilebilirdi ki Sherlock'un birden çıkageleceğini.

"Sherlock.. Aman Tanrım korkuttun beni. Ne yaptığını sanıyorsun sen öyle?" Sesini toparlamaya çalıştı. Ayrıca, biraz önce kapıyı açmaya girişirken yakalamıştı, ne yapmaya çalışıyordu bu adam? Banyoya öylece bodoslama giremezdi. Ya uygun bir durumda olmasaydı? Sherlock belki önemsemiyordu bunları ama Melora için durumlar öyle değildi işte.

Sherlock gözlerini devirip derin bir nefes aldı. Direk olarak Hindistan cevizi aroması ciğerlerini doldurmuştu. Bu kokuya alışması biraz güç olacaktı. "Hâlâ buradasın, bu güzel bir haber."

"Ah, öyle mi?" Gözlerini kısarken şüpheyle baktı adamın yüzüne. Sherlock'u öyle böyle tanıyordu, hal ve hareketleriyle de her zamanki gibi dikilmekteydi karşısında. Ama garip bir şekilde bir şeylerin döndüğü kuşkusuna kapılmıştı. "Aslında biliyor musun, tam da şu an biletimi almayı planlıyordum. Banyodan çıkayım da Norveç'e bir bilet alayım diyordum, ilk uçağa hem de.."

Sherlock'un bedeni arasından sıyrılarak salona geçerken şarjda olan telefonu eline almıştı. Bilet ayarlayacağı siteyi açtığında telefonu elleri arasından çekip alınmıştı. Sakince telefonu şarj olmaya geri bırakırken, kadının akşama buna ihtiyacı olabileceğini geçirdi içinden Sherlock. "Biliyorsun, bana borçlu olduğunu söylemiştin. Tanıştığımızın ikinci günü. Dairemdeki kapı önünde, gece, saat 02:46. Yuvarlarsak 03:00..."

"Biliyorum biliyorum, hatırlatmana gerek yok." Sherlock'un konuşmasını keserken gözlerini devirip küçük bir gülümseme sundu. Borçluysa borcunu öderdi. Ayrıca borçlu olduğu kimseyi unutmazdı öyle kolay kolay.

Sessizlikle adamın konuşmasını bekledi. O sırada küçük bir göz atma fırsatı bulmuştu. Her zamanki gibi takım giyinmişti. Sherlock'un gardırobuna bakmasına gerek yoktu giyim tarzını yorumlamak için. Kaldığı gün boyunca onu takımlarıyla görmüştü. Gardırobunda takım dışında herhangi bir farklı giysinin çıkacağını düşünmüyordu.

Ama yalan yoktu, yakışıyordu. Bu tarzı her vücut kolay kolay taşıyamazdı. Bir moda takipçisi değildi, hiçte olmamıştı hayatı boyunca. Sadece gözle görülür bir şekilde Sherlock'un seçimlerini beğenmişti. Kim mor bir gömlekle takımın içinde iyi görünebilirdi ki? Saç tarzını da sevmişti, ucube diye adlandırılan birine göre oldukça sevimliydi. Onlara dokunmak isterdi ama adamın izin vereceğini hiç sanmıyordu.

Derin bir nefesle gözlerini kırpıştırıp adamın üzerine yoğunlaştırdığı bakışlarını toparladı. 'Ee?' dercesine geri dönerken, Sherlock'un anlatması için dürtüklemiş olmalıydı. Çünkü adamın mavi gözleri de dalıp gitmiş, düşünüyor gibiydi. Düşünmekten çok hesaplama yapıyormuş gibi kısılmıştı.

"Kanlı Tarot cinayetlerini duymuş olmalısın." Melora, Sherlock'u başıyla onayladı. Gazetelerin sayfalarını karıştırırken karşısına çıkmıştı, ayrıca oturup araştırmadı vakayı. Ne kadar araştırırsa, olayın içine bir o kadar çekilirdi. "Cinayeti işleyenin kim olduğunu biliyorum."

"Bu güzel bir haber, Lestrade ile paylaşmalısın. Ya da davaya kim bakıyorsa.."

"Denedim ama saf beyinleri çabuk kandırılıyor. Bana inanmaları için kanıt lazım."

"Burada devreye ben giriyorum anlaşılan. Ne yapmam gerek, Lestrade'le konuşmam mı? Eski Scotland Yard çalışanı olarak, güvenilir çalışan olacağımı düşüneceklerini düşünmen gururumu okşadı açıkçası." 'Bol şans' dercesine koluna vurmak istedi adamın ama bu isteğini bastırdı. Onun yerine tek kaşını kaldırıp gülümseyerek yansıtmıştı.

"Geniş açılı düşün Melora, diğerleri gibiymiş davranma." Ellerini havada bir şey varmış gibi savuşturdu. Birkaç adım gerilerken sonraki sözcüklerini olabildiğince abartarak söylemişti. "Sen bir kadınsın."

"Bunu fark etmemiz güzel." Sherlock'un bilerek abarttığı tepkisine karşılık şaşkınlıkla mırıldandı Melora. Bornozla olup, hâlâ ıslak bir durumda karşısında dururken bu sözcükleri söylemiş olması oldukça tuhaf bir durumdu.

"Saçlarında hiç değişiklik yapmak istemiş miydin son dönemlerde?" Mavi gözler, hâlâ havlunun altından sarkmakta olan ıslak kahve saçlara baktı. Ama ela gözler ona tedirginlikle bakarken 'belki' diye fısıldamıştı.

İki Holmes.. Bugün, iki Holmes ona birbirinden farklı tekliflerde bulunmuştu. Aslında büyük Holmes'un teklifinin, gün içerisinde aldığı en garip tekliflerden olduğunu düşünüyordu. Taa ki küçük Holmes'un çıkagelip teklifini sunana kadar. Ve cidden kendine bunu yaptığına inanamıyordu Melora.

Binaya girdiği gibi Bayan Hudson'a gözükmeden hızla merdivenleri tırmandı. Bunun hakkında Bayan Hudson'la konuşamazdı, henüz hazır değildi. Tanıdık kimsenin onu, bu halde görmesine hazır hissetmiyordu. Olaylar bittiğinde, her şey yatıştığımda, belki.

Kendini Sherlock'un dairesine attığında hızlıca üstündeki paltodan kurtuldu. Kasketini başından çıkarıp koltuğun üzerine atarken şöminenin üstündeki aynaya yaklaştı. Bir hışımla çıkardığı eldivenlerini Sherlock'un dert ortağı, kafatasının yanına bıraktı. Sinirliydi. Ve sinirden vücuduna ateş basmıştı. Sherlock'a sinirli falan değildi, kendineydi tüm öfkesi. Adama hayır diyemediği ve kendine bunu yapılmasına izin verdiği için.

"Saçlarımı sarıya boyadığıma inanamıyorum." Dişlerinin arasından fısıldarken elleri, artık sarı olan buklelerinde gezindi. Hayatı boyunca hiçbir zaman saçlarını sarıya boyatma düşüncesine düşmemişti. Özellikle de böylesine açık bir sarıya. Kendi doğal saç rengiyle mutluydu. Bu renkte kendine yakışmamış değildi, tuhaf bir şekilde gözüne hoş gözükmeye başlamıştı. Ama hayır, eski saçını istiyordu. Sherlock'a peruk takabileceğini söylemişti ama o, bunun gerçekçi durmayacağını savunmuştu.

"Saçların.." Melora'nın geldiğini duyduğunda mutfakta olan Sherlock, aynı karşısına geçen kadına baktı. Sarı saçla görmek bir tuhafına gitmişti. Gözleri, Melora'nın kahvelerine alışmıştı. Beğenip beğenmemek arasında gidip geldi. Ama önemli olan onun beğenmesi değildi. Kesinlikle adamın ilgisini çekecekti Melora. Tamamen onun istediği gibiydi.

Sarı saçları omzunun üstünden iri dalgalar halinde aşağı düşüyordu. Kâküllerini bir şekilde gizleyerek alnını açığa çıkarmış ve ela gözlerini saklamamıştı. Gözlerini ön plana çıkarak sade bir göz makyajı vardı. Çıkıntılı elmacık kemikleri beli belirsiz boyalıydı. Ve dudakları, can alıcı kırmızılıklaydı. Tek eksiği ayarlanan elbiseyi giymesiydi. Bu biraz sıkıntılı olacaktı.

"Sakın saçlarım hakkında bir şey söyleme.." Melora uyarırcasına aynadaki yansımadan Sherlock'a bakış attı. Sherlock'tan çıkacak herhangi bir alaycı sözcüğe izin veremezdi. Ondan gelecek kötü bir sözcüğü de kabul etmiyordu. Saçlarını bu hale sokan oydu. Ve şimdi gelip söylenemezdi.

"Giyeceğim elbise nerede?" Yanına yaklaşan Sherlock'a küçük bir bakış atıp kafatasının yanına koyduğu eldivenlerine uzandı. Gidip giyinecekti ve ilk adım için mekana geçecekti. Elini ne kadar çabuk tutarsa iş o kadar erken biterdi, değil mi? Yapacağı şeyde sadece oyalamaktı adamı, Sherlock istediği kanıtı elde edene kadar.

Deri eldivenine yaptığı atakla adamda elini koymuş ve kendine çekmişti. Şaşkınlıkla Sherlock'a bakış attı. Onun ne yapmaya çalıştığını anlamaya çalışıyordu. 'Ellerini onların üzerinden çek' dercesine mavi gözleri uyarırcasına bakarken, o gözlerden net bir şekilde 'hayır' cevabını almıştı. Bunla, şaşkınlığı daha çok artmıştı.

"Kurtulmak için mükemmel bir zemin." Kadının elinin altından sertçe eldivenleri çektiğinde sırıtmıştı. Bunu beklemiyordu, biliyordu. Ama kadının eldivene ihtiyacı yoktu, özellikle şimdi hiç yoktu.

Melora'nın cazibesine ihtiyacı vardı. Baştan çıkarmasına ve ilgi odağını üzerinde tutmasına. Tüm ilgiyi çektiğinde seçilmiş kişi olup, öldürülmesine. Hayır, öyle bir öldürülme değildi bahsettiği. Kanıtı ararken bir de suç üstü yakalamak istiyordu. Melora'nın öldürülmesine tabii ki izin vermezdi.

"Ne yapmaya çalışıyorsun." Dişleri arasında tıslamıştı önüne düşen sarı tutamları sinirle geriye atarken. Eldivenlerini alıp ne yapmaya çalıştığını biliyordu tabii ki. Aklında olan şeyin olmamasını umuyordu, bunu yapamazdı.

Yıllardır üzerinde çalışıyordu zaten, birkaç ilerleme kat etmişti tüm çabalarına karşılık. Ama şimdi Sherlock, birden tüm duvarlarını yıkmasını istemekteydi ondan. Ah, Melora da çok istiyordu bunu. Hayata karşı duvar örerek yaşamak, ne kadar zordu onun için.

Melora'nın tavrına, şaşırmış gibi yapmıştı. Kadını daha çok şaşırtmak için daha ileri hamlelerde bulundu. İlk, eldivenleri gösterip kendi tekli koltuğunun üstüne fırlattı. Kadının durum karşısında gösterdiği mimiklere küçük bir sırıtış sunarken birden, sanki hiçbir şey olmamış gibi yüzünü nötrleştirdi. Tüm ciddiyeti ile kadına bakmaktaydı.

"Melora.." Çok gizli bir sır paylaşırcasına fısıldadı Sherlock. Bakışlarını, merakla yüzünde gezinen elalara odaklamıştı. Birkaç adımla aralarındaki mesafeyi kaparken, sağ elini kadının omzuna koydu. Yavaşça sırtına doğru yol çizip aşağı kaydırırken elini, biraz daha yaklaştırdı kendini Melora'ya.

"Seninle temasa geçecek, seni kendine çekecek.." Eli, kadının girintili beline ulaştığında çok zorlamadan kendine çekti. Mavi gözleri hâlâ ela gözlerdeyken Melora hızla çekmiş ve adamın elinin durduğu yere bakmıştı. Çok ama çok sinirli hissediyordu kendini Melora ama aynı zamanda farklı. Bedeni nedenini bilmediği bir şekilde kaskatı kesilmişti. Sherlock'u itebilirdi ve emindi ki buna gücü yeterdi. Ama yapamıyordu. Bu Sherlock'un Melora için sınavıydı. Ne kadar dayanıp ne kadar dayanamayacağını ölçüyordu.

Başını kaldırıp Sherlock'a baktığında nefesini tuttu. Keskin yüz hatlarına ve o mavilere hiç olmadığı kadar yakındı. Aralarındaki mesafeyi hesaplayamayacak kadar çok yakın duruyorlardı ve iyi hissetmiyordu kendini Melora. Daha önce de bu kadar yakınlaştığı olmuştu erkekler, nadirde olsa olmuştu. Ama şu anki durum nedense onu çok fazla germişti. Belki gerilmesinin kaynağı, yakınlaşan bu kişinin Sherlock olmasıydı. Belki de bundan sonra o adamla olacağı yakınlaşmalardan dolayı gerilmişti.

Dudaklarını aralayıp, artık durmasını söyleyeceği vakit saçlarında bir hareketlenme hissetti. Sherlock, boşta kalan sol elinin tersiyle görmeye alışık olmadığı sarı dalgaları okşadı aşağı doğru, taa ki Melora'nın yüzüne varana kadar. "Sana dokunacak.. Koluna, saçlarına, yüzüne. Sonra.."

Fısıltısını hiç bozmadan sözcükleri dudaklarının arasından kayıp gitti adamın. Teni, kadının yüzüne değerken hissedilmeyecek narinlikle sürttü. Melora'nın teni, düşündüğünden daha yumuşak ve oldukça sıcaktı. Ayrıca kızarmaya başlamasıyla utandığını kolaylıkla anlayabilmekteydi. Kendini hiç bozmadan devam etti Sherlock. Parmaklarının bir bütününü yanağının üstünde tutarken, serçe parmağıyla yavaşça tende yol aldı.

"Dudaklarına değinecek.." Parmağı çenesinin altına geçtiğinde Melora'nın yüzünü biraz daha yukarı kaldırmıştı, dudaklarıyla temas sağlamasını kolaylaştıracağı bir şekilde. Ela gözleri üzerine yoğunlaştırırken bakışlarını Sherlock, bir an kırmızıyla boyalı dudaklara kaymıştı. Kadının uzun zamandır tuttuğu nefesini, titrekçe yüzünde hissetti Sherlock.

Kollarının arasında gerildiğinin farkındaydı Melora'nın. Ayrıca kalp atışlarını da duyabiliyordu bu sessizlikte. Onun için zor olduğunu biliyordu, tüm bu ataklarına rağmen kontrolünü korumaya çalışmıştı. Yaptıkları hiçbir şeydi, daha ağırları gelecekti. Sınavı geçmişti ama, aynı zamanda kalmıştı da.

Yüzünden ve belinden ellerini çekip Melora'dan birkaç adım uzaklaştı. Kadının rahat nefes almasına izin vermişti. Ellerini kendi beline atarken başını iki yana sallamıştı. "Çok gerildin Melora. Bu bizi ele verir. Bedeninin gevşemesi lazım, alkol almalısın."

Melora'nın yanından hızla geçip giderken mutfağa girdi. Evin bir yerine içilebilinir alkollü bir şey barındırıp barındırmadığını düşündü. Melora'yı sarhoş etmeden alkol almasını sağlamalıydı. Kontrollerin onun elinde olması oldukça önemliydi çünkü yanında olmayacaktı. Hiçbir şey bundan sonra sarpa saramazdı.

"Hayır demem.." Yanından geçip giden Sherlock'un ardından fısıldamıştı genç kadın. Boşluğa düşmüş gibi hissediyordu kendini şu an. Gözlerini daraltıp boşluktaki bir yere dalıp gitmişken eli, istemsiz olarak Sherlock'un biraz önce dokunduğu omzuna gitmişti. Hâlâ sıcaklığını hissediyordu. Adamın dokunduğu her bir nokta, sanki halen daha dokunmaktaymış gibi sıcaklıktaydı. Bedeni karıncalanmaya başlarken toparlamaya çalıştı. Böyle olmamalıydı. Böyle.. olmamalı..

Yazım yanlışlarım varsa affola.

Küçük yıldıza dokunmayı, konuşma balonuna tıklayıp düşüncelerinizi paylaşmayı unutmayın.

Ne kadar etkileşim,
o kadar mutlu pofuduk...

01. Aklınızda daha iyi canlabilmesi için 'sarı Phoebe' bırakıyorum ↴

Sherlock, Melora'yı kötü yola yolluyor.. hadi hayırlısı.

Bạn đang đọc truyện trên: Truyen2U.Pro