12| asla yakınına güvenme

Màu nền
Font chữ
Font size
Chiều cao dòng


0012. BÖLÜM ON İKİ

— asla yakınına güvenme

───── Kelime | 7699 ─────

"Yvette ve Rebecca Ellison birkaç ay önce ölen Charles Ellison'ın tek çocuklarıydı." Kaldırım boyunca insanların arasından geçerken Sherlock, telefonuna bakmaktaydı. Melora ise adımlarını Sherlock'un adımlarına uydurmuş, dudaklarından çıkan her bir sözcüğü dinliyordu.

'Rebecca' ismini işittiğinde yüzü değişse de genç kadının, kendini çabucak toparlayıp işine odaklandı. Kaşları çatılmıştı. "Charles Ellison.. Bu isim bana nereden tanıdık geliyor?

"Taşımacılık Patronu, multimilyoner. Adını taşıyan iki okul ve park var." Melora'ya baktı yoldan bakışlarını çekip. Daha sonra telefonuna geri çevirmiş, bulundukları adresi gözden geçirmişti. "Buna göre, Rebecca yıllardır ailesinin sahibi olduğu hayır kurumunu yönetiyor."

İşlerin daha ne kadar karışacağını merak ederek Sherlock'un işaretlediği binaya giriş yaptılar. Sıcak bir ortamın onları sarmasıyla koridor boyunca ilerlediler. Böylece, duvarda yazan koskoca 'Ellison Vakfı' yazısını gördüklerinde köşeyi dönmüşlerdi.

"Yani sence Casey McManus'ın komşusu dün gece Yvette'i değil de, onun kız kardeşini mi gördü?" Geniş hole çıktıklarında Melora, adamın duraklamasıyla durmuştu. Sorusuna karşı başını Melora'ya çeviren Sherlock onu yüz ifadesiyle onaylamıştı. Kadın, aklındakileri birebir çözmüştü bu sefer. "Evet, işin mantığını kaptın."

Sherlock'un tavrına karşı gözlerini yumdu ve aldırış etmeden gördüğü kadına doğru ilerledi. Bu işe el atma vakti gelmişti. Yüzüne sıcak bir gülümseme takınırken ayakta dizüstü bilgisayarla ilgilenen mor elbiseli sarışın kadına seslendi. "Affedersiniz, bize Rebecca Ellison'ın yerini gösterebilir misiniz?"

Sarışın kadın bakışlarını bilgisayarın ekranından çekip kendisine seslenenlere çevirdi. Kahverengi saçları omzunun iki yanından düşen, oldukça sıcak bir gülümsemeye sahip kadınla ve siyah dağınık kıvrımlara sahip saçlarıyla, kadına göre biraz daha soğuk duran adamla karşılaşmıştı. Kadındaki aynı sevimli gülümsemeyi kendinde de oluşturup kendini işaret etti. "Rebecca Ellison benim."

Melora aldığı cevabın şaşkınlığıyla gülüşünü kaybetmişti. Böyle bir şey beklemiyordu, özellikle Sherlock'un açıklamalarından sonra. Sherlock'un kafasında hızla oluşan soru işaretleriyle sarışın kadına daha net baktı. "Kendisi siyah saçlı, kahverengi gözlü ve çilli."

Sherlock'un tanımları bu kadınla hiç uyuşmuyordu. Tamamen zıtlardı. Kadın sarışın, mavi gözlü ve yüzünde çil dahi yoktu. Kardeş olarak birbirlerini anımsatıyorlardı ama bekledikleri bu değildi.

"Affedersiniz ama sanırım beni kardeşimle karıştırıyor olabilirsiniz. Biz çift yumurta ikiziyiz, tek değil." İkilinin yüzündeki biraz önceki heyecanın kaybolduğunu görünce meraklanmış, kardeşinin bulunduğu durumdan dolayı da ses tonu çokça düşmüştü. "Kendisi, kendisi şu anda biraz rahatsız. Hastanede yatıyor. Yardımcı olabileceğim bir konu var mıydı?"

"Hayır, teşekkürler. İyi günler dileriz." Dudaklarını birbirine bastırıp düz çizgi halini almasını sağladı hızlıca kendini toparladığında Melora. Daha bir zoraki olan eski gülümsemesini takınıp Sherlock'un koluna girdiğinde adamı oradan çekip çıkardı. Kadının, düşündükleri gibi hiçbir alakası yoktu durumla. Sherlock'un, cinayet teorisinin içine kadını katıp durumun öylece daha fazla karışmasına izin veremezdi.

Akşam olduğunda iş çıkışı doğruca kendini eve atmıştı genç kadın. Sherlock'a, son olaydan sonra taksiyle Baker sokağına kadar eşlik edip ardından merkeze geçmişti. Günün geri kalan saatlerindeyse hayal kırıklığı ile sürüklenip gitmişti. Soruşturma ile ilgili bir gelişme olmamıştı. Tüm gün tek yaptığı dosyalardan başını kaldırıp sınav hazırlığı için kitaplara daldırmak olmuştu. Bu, Melora için oldukça baş ve göz ağrısı demekti.

Bayan Hudson ile ayak üstü rutin sohbetlerini edip odasına geçti. Günün yaşananlarından dolayı rahatlamak için küçük bir duşa vakit ayırmıştı. Küçük bir karın doyurması seansı sonunda adımları doğruca üst daireye yol aldı kadının. Kapı aralığından başını uzatıp içeriyi yokladığında Sherlock'u koltukta, boylu boyunca sırtüstü uzanırken bulmuştu.

Yüzünde oluşan muzip gülümseme ile kapının ardından sıyrılıp küçük masaya yol aldı. "Eğleniyor musun?"

"Belli olmuyor mu?" Mırıltısıyla sözcüklerini alaycılığa vuran adam, yanından geçen Melora'nın yeni banyo yaptığını, içeriyi saran buram buram Hindistan cevizi kokusundan anlamıştı. Kadının kokusu buydu ve buna alışmıştı.

"Hâlâ davayı düşünüyorsun.." Masanın yanına geldiğinde üstündeki nikotin bantlarını parmakları arasında gezdirdi. Yüzünü buruşturmuştu. Nikotin bantlarını sevmiyordu, sigaranın yerini tutamazlardı. Ama neyse ki artık problemi değildi.

"Belli ki Casey McManus'ı Yvette Ellison öldürmedi ama komşusunun birçok fotoğrafın içinden onun resmini seçmesi failin ona benzediği düşüncesini güçlendiriyor. Sorun şu ki; fail kim ve Casey ile ne alıp veremediği vardı?"

"Dedektif Barton'nın haklı olması ve komşusunun merdivenlerde bir kadın gördüğü konusunda yalan söylemiş olması ihtimali de var." Sözcükleri dudakları arasında gevelerken sandalyelerden birini çekmişti. O sıra gözlerini aralayan Sherlock'la kısa bir bakışma yaşamışlardı.

Sandalyeyi camın oraya kadar çekmişken oturmuş, kollarını da göğsünde birleştirmişti Melora. Oturmadan önce, adamla göz temasından dolayı 'ne?' dercesine bakmıştı. Sherlock, gözlerini geri yumarken dudaklarının üstünde birleştirdiği ellerini çenesinin altına kaydırdı. . "Aşk dezavantajdır Melora."

"Aşkın dezavantaj olduğunu biliyorum." Sandalyenin arka ayaklarına tüm yükü verirken sallandırmaya başladı ahşap mobilyayı, öne ve geriye. Bakışları, pencerenin ardındaki havanın karardığı sakin sokaktaydı. Ve ne tesadüftür ki peşinden ayrılmayan takipçisinin üstünde durmuştu. "Ama dezavantaj olarak söz konusu sadece aşk değil. Tüm duygular insanın dezavantajıdır Sherlock. Sevgi, saygı, sadakat, kin, hırs, öfke.."

Öfke sözcüğünü söylediğinde dudaklarını dişledi genç kadın. Hayatının komple değişmesini sağlayan duyguydu öfke. Çok şey alıp götürmüştü kendinden, çevresinden. Çok yara açmıştı ve hâlâ daha sarmaktaydı o yaraları.

"Ama bu dezavantajlara dur diyemeyiz de. Bizler, duygusuz kalamayacak canlılarız. İlkel, doğamızda var.. Ancak duyguları duygularla çarptırabiliriz. Öfkeyi eğlenceye, eğlenceyi acıya, acıyı hırsa.." Küçük bir öksürük ile konuşmasını durdururken ortamdaki sessizliğin olaya el atmasını sağladı. Bu konu neden açılmıştı, bilmiyordu. Ama Sherlock'un keyfinin yerinde olmadığını; olmadığı içinde çevresine sardığını söyleyebilirdi Melora. "Hey, satranca ne dersin. Geçen buralarda bir yerde görmüştüm.."

Kadının canlılıkla doldurduğu sözcükleri bitmeden telefonun melodisi tüm daireyi sarmıştı. Kimin aradığı merakıyla eli pantolonun arka cebine gitmişti. Sessizliğini korumakta olan Sherlock ise bir kez daha bozmuştu durumunu. "Bahse girerim 'arkadaşın' arıyordur."

Yanılıyordu, arayan Sherard değildi. Telefonun ekranındaki ismi gördüğünde sandalyenin dört ayak üstünde durmasını sağlayarak öne kaydı. "İyi akşamlar Müfettişim. Nasıl yardımcı olabilirim?"

"Benimle Watford'da buluşabilirsiniz. Bir başka vurulma vakası daha oldu. Görünüşe göre Casey McManus'ı öldüren silahla vurulmuş." Telefonun ardından gelen sesi onaylayıp aramayı sonlandırdı. Kendini, Sherlock'un dairesinden kapı dışarı etmeden önce, kaptığı kırlentlerden birini hâlâ durumunu korumaktaki adamın karnına yumuşakça fırlatmıştı. "Hadi kalk, keyfini nasıl getireceğimi biliyorum."

Cinayetin işlendiği olay yerine gelmişlerdi Sherlock ve Melora. Kanıtları fotoğraflayan polislerin arasından sıyrılıp ölü bedenin yattığı salona giriş yaptılar. Esmer kadının bedeni yerde sırtüstü yatmaktaydı. Ölü gözleri boşluğa bakıyordu ve altındaki halı kanla kırmızıya boyanmıştı. Alnının ortasında, sadece tek bir tane kurşun izi vardı. Bu da, önceki kurbanla aynıydı.

"Casey McManus'ın komşusunun dün akşamdan beri tutuklu olduğunu düşünürsek bu; resmi olarak onu cinayet zanlısı olmaktan çıkarır diyebiliriz, değil mi?" Melora, kollarını göğsünde kavuştururken Sherard'a bakmıştı. Sabah meydan okumuştu ama bu durum, Sherlock'un haklı olduğunun göstergesiydi.

"Yanıldığımda hatamı kabul edebilecek kadar büyüğüm ben." Genç kadına karşı mırıldanmıştı sarışın adam. Kadının bakışlarının Sherlock'a tekrar döndüğünü gördüğünde sesli birkaç öksürükte bulundu. "Ama bu komşunun o kadını gördüğü hakkında yalan söylemediği anlamına gelmez."

Lestrade ortamdaki cinayetten dolayı değil de başka bir şeyden kaynaklı gerginliği hissetmişti. Dün sabahki çatışmaya tekrardan maruz kalmamak için yanında durduğu koltuğa işarette bulundu. Koltuk, diğer olaydaki gibi kurbana direk bakmaktaydı.

"Katil yine oturuyormuş. Sebebi hakkında bir fikri olan var mı?"

Sherlock, ölü kadının etrafından dolanıp tekli koltuğun yanına adım attı. Eğilirken koltuğun kumaşını tekrar koklamıştı. Düşündüğü gibiydi, şaşırmadı. "İlk olay mahallindeki deodorant kokusunu alıyorum."

"Yani katilin nasıl koktuğunu biliyoruz. Koltukaltı için arama bülteni çıkaramayacak olmamız çok üzücü." Herkes koltuğun etrafına toplanırken Sherard'ın alaycı sözcüklerine karşı onu geri plana atan Melora, ölü bedenin yanı başına çömelmişti. Telefonundaki flaş yardımıyla daha yakından bakındı ölü yüze.

"Sherlock?" Işığı tutar tutmaz gözlerine çarpan kadının ölü gözleriyle bir şey fark etti. Ve fark ettiği gibi adama seslenmişti. Yanılmak istemiyordu ama önemli bir şey yakalamış olabilirdi. "İlk kurban korneal distrofi hastası olduğunu söylemiştin, değil mi?"

Adam, dönüp Melora'ya baktı 'ne olmuş?' dercesine. Ama kadının bakışlarından bir şey yakaladığını hemen anlamıştı. "Gözlerine bak."

Melora, Sherlock'u yanına çağırırken köşe kaydı. Sherlock da aynı şekilde çömelip Melora'nın yanına geçmişti. Genç kadının tuttuğu ışığın altından ölü gözlere daha net baktı. Gri tabakayı görebilmekteydi. O esnada hiçbir şeyden habersiz olan Sherard, perdesini araladığı pencereden dışarıda turlayan insanlara göz attı. "Haberciler geldi."

"Harika." Müfettiş yüzünü ovuşturdu, bir açıklama yapmaları gerekiyordu ve ellerinde hiçbir şey yoktu. Bakışlarını pencere önündeki, bu davadan sorumlu olan çalışanına götürmüştü. "Onlara aralarında belirgin bir bağlantı olmayan iki kurbanımızın olduğunu söylememi mi istiyorsun?"

"Aslında Müfettişim, bağlantı oldukça belirgin." İki adamında farkına varmadığı duruma açıklık getirmek için başını kaldırıp Sherlock'un ardındaki adamlara, özellikle Lestrade'e kaldırdı gözlerini. Eğer Sherlock da onu onaylarsa durum oldukça ilginçleşecekti. "İki kurbanda da aynı nadir genetik bozukluk varmış. Kornealarının perdelenmesi hastalığı."

Sherlock parmaklarını dudağının üstünde sürttü. Gözleri hâlâ donuk yüzün üstündeydi. Ellerindeki ölü iki insanın yüzlerini karşı karşılaya getirdiğinde aslında ne kadar çok benzerlik olduğunu aklından geçirmişti. Herkesin görmesi için parmağıyla havada, kadının yüzünde görünmez işaretler çizdi. "Eğer deri renklerini bir anlığına görmezden gelir ve alın çizgilerine ve suratlarının kemik yapılarına bakarsak biraz olsun benzerlik göstermiyorlar mı?"

Sherlock sorusunu ortaya atmıştı ama dönüp yanındaki ela gözlere çevirmişti gözlerini. Aynı şekilde elalar da karşılık verdiğinde, anlam boşluğuna düşenler için o boşlukları bizzat doldurdu. "Casey McManus ve bu kadın sadece bağlantılı değiller.. Kardeşler."

Londra'nın sonbahar güneşinde esen tatlı tatlı meltemi altında bu güzelliğin tadını çıkaran halk, yeni günü değerlendirmek adına kendilerini sokaklara atarken Sherlock ve Melora, Scotland Yard'a günün ilk girişinde bulunmuşlardı.

Halen daha esnemekte olan Melora, eline tutuşturulan dosyayla kaşlarını çattı. Lestrade, her ikisini koridorun ortasında karşılamıştı. Onları bekliyordu. "İki kurbanın akraba oldukları konusunda haklıymışsınız. DNA testi yarı kardeş olduklarını gösterdi."

'Bu harika' dercesine dudaklarını oynatan Melora, eline tutuşturulan iki ölü kardeşin tıbbi raporuna göz attı. Hep birlikte koridor boyunca müfettişin ofisine doğru yol almışlardı. "Buradaki genetik özelliklere göre babaları ortakmış."

"Evet, adli tıp uzmanı da aynı şeyi söylemişti. Ama arkadaşları ve aile üyeleriyle yaptığımız görüşmelere göre ikisi de birbirlerinin varlığından habersizmiş. Casey McManus'ın annesi onu evlilik dışı peydahlamış. Gerçek babasının kim olduğunu ona hiç söylememiş."

Lestrade, ofisin kapısını açıp içeri geçerken diğerleri de peşinden takip etmişti. Dışarıdaki mükemmel havanın içeriyi aydınlatması karşısında Melora rahatsızlık hissedip gözlerini kıstı. Dün gece yine uyku tutmadığı için neredeyse tüm geceyi ayakta geçirmişti. Boş durmamıştı ama, Sherlock'un çözdüğü davalara göz atmıştı.

Masasının etrafından dönen Lestrade, sıkıntılı bir yüz verip ceketinin düğmesini açtı. "Keza Anna Webster içinde aynısı geçerli. İkisi de tek çocuk olduklarını sanıyorlarmış."

"İkisinin de meçhul bir babaları varmış." Dosyayı müfettişe geri iade ederken düşünceli bir ses tonuyla konuşmuştu genç kadın. Dönüp Sherlock'un yanındaki yerini geri alırken burun kemiğini sıktı.

Sherlock, bakışlarını yoğunlaştırdığı boşlukta başını iki yana salladı. Parmakları tekrar dudaklarının üstüne gitmişti. "İkisi de birer gün arayla öldürüldüler. Tesadüf olmadığı belli."

"Onları öldürenin babaları mı olduğunu düşünüyorsun?"

"Hayır. Katilin hâlâ bir kadın olduğunu düşünüyorum. Babanın kimliğini tespit edersek, katilin kimliğini tespit etmeye de yaklaşabiliriz. Şüphesiz kurbanların anneleri bize bu konuda yardımcı olabilir."

Sherlock'a başını iki yana sallarken güldü müfettiş. "Evet, ederlerdi. Casey'nin annesi 1997'de bir araba kazasında ölmüş. Anna Webster'ın annesi ise 2007'de kanserden ölmüş. İkisi de konuşacak durumda değil."

Odadaki sessizliği bölen tıklama ile tüm gözler içeri giren Sherard'a kaymıştı. Sarışın içeridekilere göz gezdirip önemli bir konuşmayı bölüp bölmediğini yokladı. Ama sonra bulduğu önemli dosyayı müfettişe gösterdi. "Şunu buldum demin. Anna Webster birkaç hafta önce bir adam tarafından takip edildiği gerekçesiyle şikayette bulunmuş."

Sherlock ve Melora'nın önünden geçip dosyanın içindeki fotoğraflardan birini kaptığı gibi Lestrade'e teslim etti ve sözcüklerinin devamını getirdi. "Bir sabah evinin dışında park ettiğini görmüş ve penceresinden birkaç tane fotoğraf çekmiş. Bunun, bulmaya çalıştığımız baba olabileceğini düşünüyorum. Yaşı tutuyor."

Melora'nın merakından dolayı kaşları çatılıp yüzü düz bir ifade alırken uzanıp dosyanın içindeki bir başka fotoğrafı aldı. Parmaklarının arasındaki parlak kağıt parçasını düze çevirip araç içerisindeki yüzünün her şeyiyle görünen adama baktı. Melora'nın elindeki fotoğrafı daha dikkatli görebilmek için kadının arkasından yaklaştı Sherlock da. Omzunun üstüne düşen ve görüşünü kısıtlayan saçları kadının diğer omzuna doğru çekerekten fotoğraftaki kareye yoğunlaştırdı mavilerini.

Kilolu bir adamdı, yüz şekli yuvarlak ve daha yumuşaktı. Çok net bir görüntü olmasa da bu apaçık ortadaydı, öldürülen iki kardeşle aralarında hiçbir benzerlik bulunmuyordu. Sherard yanılıyordu. "Ama burada yaklaşık olarak sıfır aile benzerliği var. Hiçbir şekilde babası değil."

Melora Sherlock'a katılıyordu. Ama gözlemlemelerinden değil, adamı tanıyordu. Sadece o değil, müfettişte tanıyordu. Çok bekletmeden de dile dökmüştü zaten adam. "Sherlock'un bu konuda haklı olduğuna oldukça eminim."

"Nasıl?" Sherard'ın kaşları çatılırken cevap beklercesine Lestrade'in üzerinde yoğunluk kazanırken bakışlarını, kadın sesi duymasıyla bakışlar Melora'nın üstünde toplanmıştı. Sherlock bile merakla daralttığı gözlerini yanındaki kadına yönlendirirken.

"İster inan ister inanma, bu adamı tanıyoruz."

Dağınık masasının ardında elindeki dosyayla ilgilenen adam, kurabiyesinden ısırıklar aldı. Odanın tamamını oluşturan çıplak cam duvarlarından gelenleri gördüğünde hızla elindekini plastik tabağa bıraktı. Yakasına sıkıştırdığı peçeteyi çekip atarken ellerini birbirine sürterek kırıntılardan ayrıştırdı parmaklarını. Kapı açıldığında içeri giren saçları kırlaşmaya başlamış eski dostuna ilerlemişti.

"Greg Lestrade, vay canına!"

"Ne kadar oldu Mike, 3 yıl mı? 4 yıl mı?" Eski dostunun uzattığı eli tutup sıcak bir tokalaşmada bulundu Lestrade. "Neler yaptın?"

"Etrafa bir göz at da sen söyle." Gülerek söylediği sözcüklerle ellerini iki yana açan adam odasının dört bir yanını göstermişti. Sonra dönüp arkadaşının ardından içeri girenlere göz attı. Daha önce hiç görmediği iki adamın arasında kalan ve gözüne takılan kadınla yüzüne alaycı bir gülümseme yerleştirmişti. "Hey, çetin dedektifte buradaymış. Hâlâ yaşıyorsun ve dedektifsin."

Melora, dişlerini sıkıp zoraki bir gülümseme sundu Mike'ın imalarına karşı. Adamın karakterini asla sevmemişti. İşinde başarılıydı belki, yalan değil ama gözü tutmuyordu. Ayrıca kadınlara karşı tutumunu da hiç beğenmiyordu. Yaramaz erkeklerdendi.

"Mike'la bölümde beraber çalıştık. Sonra kendini beğenmiş biri oldu. Özel sektör için çalışmaya başladı. White Shoe & White Shoe'da müfettiş oldu. Mike, bu Dedektif Barton." Lestrade artık yanındaki adamları tanıştırma vaktinin geldiği kanaatine varıp ilk, yanındaki Sherard'ı gösterdi. Ardından dönüp, zaten tanıdığı Melora'nın ardındaki konuşmalardan daha çok etrafı inceleyen Sherlock'u gösterdi. "Ve Bay Holmes, Danışman Dedektifi."

"Peki, susayan var mı? Sekreterim dehşet espresso yapar." Göz devirme gereksinimi duymuşlardı her biri adama karşı. Buraya kahve içmeye gelmemişlerdi. Ya da geçmişi yad etmeye.

"Hayır, aslında zamanımız kısıtlı. Bize, iki hafta önce bu kızı neden takip ettiğini söyleyebileceğini umuyorduk." Ceketinin iç cebinden çıkardığı fotoğrafı eski arkadaşına gösterdi. Adam fotoğrafı alıp dikkatle baktı. Esmer bir kadındı. İri gözlere, yumuşak yüz hatlarına sahipti. Kahverengi saçları dalgalı bir şekilde yüzünün iki yanından sarmaktaydı.

"Şey.." Biraz önceki tüm eğlencesi gitmiş, ses tonu ciddiyetle kalınlaşmıştı. Yüz ifadesiyle duruşu da eş değer şekilde değişime uğramıştı. "Bu şahıssı daha önce hiç görmedim."

Melora, onları salak yerine koymaya çalışan Mike için sıkıntılı bir yüz ifadesine büründü. Parmakları burun kemerine giderken yanındaki Sherlock'un yerinde kıpırdanmaya başlamasıyla bakışları adamın üstüne gitmişti hızla. Sıkılmaya başlamış gibi duruyordu.

Lestrade dudaklarını bastırırken başını iki yana salladı. Ardından ceketinin içinden bir başka fotoğraf çıkarmıştı. Mike'ın, aracın sürücü koltuğunda elinde kahvesiyle dışarıyı izlediği bir fotoğraf karesiydi. "Mike.."

"Bu konuda konuşamam. Şirketimin bir müşterisiyle alakalı bu. Yasalar tarafından korunuyor."

Sıkıntılı bir nefes verip elinden bir şey gelmeyeceğini belli etmek için kollarını iki yana açtı Mike. Ama bu cevabı kimseyi memnun etmemişti. Özellikle oyalandıklarını düşünen Sherlock'u. Adamın art arda sunduğu sıkıntılı nefeslerden hızla olaya dahil olması gerektiği kararına kapılmıştı genç kadın.

"Mike bu kız dün gece öldürüldü."

"Biliyorum. Haberlerde gördüm, burnuma kötü kokular geliyor. Ayrıca iyi biri gibi görünüyordu ama bilirsiniz işte, kural kuraldır."

"Mike, kiminle konuştuğunu.." Konuşmaya başlayan Lestrade, daha sözlerini bitirememişken Sherlock tarafından kesintiye uğratılmıştı. Daha fazla tüm bu mızmızlığa katlanamayan Sherlock, yerinden kıpırdanmayı kesip Mike'ın yanında soluğu aldı. "Affedersiniz."

Tüm dikkatleri bir mıknatıs gibi üzerine çekerken her şey çok normalmiş gibi davranmaya çalıştı. Yüzüne meraklı bir ifade koyarken adamın koluna girdi ve dışarısını işaret etti. "Kusura bakmayın, bir bakar.. Affedersiniz bir saniye.. Bana bu güzel çiçekler hakkında biraz daha bilgi verebilir misiniz?"

Olup biten her şeyi ağzı açık izleyen ekip Sherlock'un Mike'ı çekiştirerek çıkarmasını izlemişlerdi. Her biri odada toplaşıp cam duvarlardan olabilecekleri izlemeye koyuldu. Sherlock, kendinden oldukça kısa olan adamı yanında sürüklemekte hiç zorluk çekmeden köşedeki fiskosun üstündeki çiçeklerin önüne getirmişti. Sırtlarını, onları cam duvardan rahatlıkla izleyen diğerlerine karşı verirken, gerçekten çiçek hakkında konuşuyormuş gibi çiçekleri işaret etti. Ama ses tonu çiçeklerle ilgilenmediğini oldukça güzel vurgulamaktaydı.

"Gece geç saatlere kadar çalışıyorsunuz, Bay McGee. Gözlerinize bakarak bunu söyleyebilirim, başka ne söyleyebilirim biliyor musunuz? Dinç ve uyanık kalmak için metamfetamine başvurduğunuzu. Aşırı göz kırpıyorsunuz. Gözleriniz küçülmüş."

Mike, tedirginlikle çevresine daha sonra omzunu sıkan ellere baktı. Yavaş yavaş alnında ter damlacıkları oluşurken kimsenin bunu duymamış olduğundan emin olmak istiyordu. Ama sadece Sherlock ile ikisinin arasındaydı, şimdilik.

Uyuşturucuyla deneyimi olduğundan gayet rahat anlamıştı. Masasının üstündeki eski olduğuna oldukça emin olduğu fotoğraftaki partiden kalma dış görüntüsüyle, plastik tabağın içindeki yağlı yiyecekler Sherlock için bir başka bilginin kapısıydı. "Ayrıca beslenme düzeninizin bozuk olmasına rağmen son birkaç ay içinde ciddi oranda kilo vermişsiniz. Ayrıca boyun arterinin basketbol topu sektirir gibi atması gerçeği, zulanın yakınlarda olduğunu düşündürüyor. Masanızın çekmecesindedir belki de."

Cam duvarın ardında olan biten her şeyi tüm dikkatleriyle izleyen Lestrade ve Sherard ile Melora durumu anlamaya çalışıyordu. İki adam çiçeğin başında ciddi ciddi konuşuyordu. Meraktan dudak kemirmeye başlayan Melora, sırtları dönük iki adamın dudaklarını okuyamıyordu. Ama beden dillerinden anladığı kadarıyla; Sherlock kesinlikle Mike'ı tehdit ediyordu. Ve bundan keyif aldı. Keşke bunu o da yapabilseydi Mike'a, karakteri çok yapmacık ve boş geliyordu.

"Hemen ihtiyacımız olan şeyi anlat bize, ben de Müfettiş Lestrade ve Dedektif Phoenix ile Dedektif Barton'ın önünde çekmecelerini karıştırmayayım." Adama uyarıcı koca bir gülümseme verdi. Omzuna son defa vurup içeri geçmişti.

Herkes eski yerlerine geçerken içeri girenlere bakmışlardı. Her biri, biraz önce ne olduğunu öğrenmek istercesine adamları çözmeye çalıştı. Melora, yanına geçen Sherlock'a karşı gözlerini kısarken onu okumaya çalıştı.

Sherlock'un ardından kızarmış Mike'ın odaya girip kapıyı kapamasıyla içerdeki sessizlik sona ermişti. Adam duvara monte edilmiş dolaptan bir takım dosyalar çıkardı. "Greg.. Birbirimizi uzun zamandır tanıdığımız için bu dosyaları alıp masama bırakacağım."

Dediği gibi yaptı ve dosyaların dağınık masasına yığılmasını sağladı. Ellerini ovuşturup elinin tersiyle alnındaki teri silerken Lestrade'e zoraki bir tebessümde bulundu. "Lavaboya gidiyorum. Ben burada yokken olan şeyler, bilirsin işte olmuştur."

"Minnettarım Mike." Sözleri mırıltıyla çıkarken müfettişin sözlerini yansıtan bakışları Mike'ın sadece baş sağlamasıyla cevaplanmıştı. Odadan ayrılmadan önce uzunca Sherlock'a baktı. O adama güvenip güvenemeyeceğini bilmiyordu. İstediğini yapmıştı ama hâlâ onu ispiyonlayabilirdi.

Sessizlik tekrardan odaya çökerken Lestrade ve Sherard ellerini çabuk tutup dosyaları elden geçirmeye başlamışlardı. Melora da onlara eşlik edip görevini yerine getirebilmek için pis masaya yığılmış dosyalara ilerlemişti ama son anda dönüp geriye doğru adımlar atarken Sherlock'a hınzırca göz kırpıp gülümsemişti. Çünkü ne yaptığını, ne dediğini geçte olsa anlamıştı. Sherlock ise küçük bir belirsiz gülümseme sunarken kadının susması için kendisiyle özleşmiş mimikleriyle uyardı. 

Sherlock'un önderliği eşliğinde, dün sabah geldikleri Ellison Vakfı'na geri gelmişlerdi. Hızla kadının ofisine girerken Sherlock, diğerleri de peşinden takip etmişti. İçeriye bodoslama dalanlara öfke ve şaşkınla bakakaldı Rebecca. Biri burada neler döndüğünü açıklamalıydı, dün kardeşini soran kadınla adamın ne işi vardı ve ardından gelen iki adamın da?

"Casey McManus ve Anna Webster." Sherlock kimsenin konuşma başlatmasına izin vermeden hızla koca çalışma masasının karşısına geçmiş, parmağıyla sarışın kadını işaret etmişti. "Birkaç ay önce onları araştırması için avukatınızı görevlendirdiniz. Neden?"

Sherlock'un hızlı davranmasına şaşkın ama bir o kadar alışkındılar. Her biri, adamın bir ayarının olmadığını biliyordu. Rebecca için açıklık getirmesi adına polis kimliklerini çıkarıp göstermişlerdi. Bu Rebecca'nın renkli gözlerinin daha da irileşmesine sebebiyet olmuştu. Şimdi aklında oluşan soru farklılaşmıştı; polislerin burada ne işi vardı?

Melora, küçük bir öksürük ile ortamdaki boğucu nefes seslerini bastırırken Sherlock'a nazaran biraz daha yumuşak bir ton kullandı onu yanıtlamak için. "Çünkü Casey'le Anna'nın üvey kardeşiniz olduğunun farkına vardınız. Baban Charles'ın, başarılı iş adamı ve nüfuzlu zamparanın yıllar gayri meşru çocukları oldu. Sessiz kalmaları için annelerine para ödedi."

Sherlock, Melora'ya baktı. Onu yanıtladığı için teşekkür edercesine başını sallamıştı. Açıkçası Rebecca tarafından sorusu yanıtlanmayacaktı. Dudaklarını yalayıp birbirlerine bastırırken kadının sözlerini kendi devraldı. "Ölüm döşeğinde sana ve Yvette'e onların varlığından bahsetti. Şimdi ikisi de ölü. Tesadüf mü? Pek sanmıyorum."

Hâlâ olayların ne olduğunu anlayamamıştı sarışın kadın. Bakışları her birinin üstünde gezerken dudakları titredi kafasına yatanlardan ötürü. "Ne diyorsunuz siz? İkisi de öldü ne demek?"

"Bayan Ellison, demek istediği şey artık paranız için endişe etmenize gerek olmadığı." Ellerini cebine atan Lestrade, hiç aklına gelmeyeceği şeyi yapıp biri için Sherlock'un sözcüklerine tercümanlık yapmıştı. Sherlock'un konuşmaları bazen onun için bile çok açık olmuyordu.

"Charles'ın servetini sana ve Yvette'e bıraktığını biliyoruz ama vasiyetinin içeriği, evlilik dışı çocuklarının kendi payları üzerine hak iddia etmesini engellemekte başarısız oldu. Bu, onları kanun nazarında ihmal edilemeyecek varisler yaptı, bu da babalarının gerçek kimliğini öğrenmeleri halinde hatırı sayılır mal varlığınızın bir kısmı için dava açabilecekleri anlamına geliyordu. Potansiyel olarak sizin ve kardeşinizin payını 3'te 2'sine kadar azaltacaktı."

Tüm bu Sherlock'un açıklaması kulağa oldukça mantıklı geliyordu. İnsanlar para için her şeyi yapabilirdi. Özellikle miras olaylarına çokça şahit olmuşlardı. Para için deliriyorlardı, katlediyorlar ve bunu gözlerini kırpmadan yapıyorlardı. Karşısındaki kişi kim olursa olsun. Melora bir anda durup kendini sorgularken buldu. Onunda ailesinden yüklü miktarda miras kalmıştı. Tek çocuktu ama kardeşi olsaydı, onlarda böyle bir duruma düşerler miydi?

"Bu yüzden onları araştırması için avukatınızı görevlendirdiniz ve bu yüzden onları sizin öldürdüğünüze inanıyorum." Bir katili bulma teorisi yüzünden yüzünde bir gülümseme oluşurken kadına baktı.

Ama sarışın kadın oturduğu sandalyesinden hışımla ayaklanmıştı. Gözleri irileşmiş ve gözyaşlarıyla dolmuştu saniyesinde. Üstüne koca bir iftira atılmıştı, hem de tanımadığı bir adam tarafından. "Ben kimseyi öldürmedim."

"Son iki akşam saat 8 ile 10 arasında nerede olduğunuzu açıklayabilir misiniz?"

Müfettişten gelen soruya karşı kekelemiş olsa da ayrıca ağlamamak için oluşan yumrudan sesi çatlak çıkmıştı. "Evdeydim. Yalnızdım."

Sherlock sağında duran Lestrade'e döndü. Biraz önce Lestrade'in, onun sözcüklerine tercümanlık yaptığı gibi Sherlock da Lestrade için tercümanlık yaptı. "Bu hayır demek oluyor."

Ortamdaki gerilimi her iki dedektifte hissetmişti. Bir sonra olabilecek her tahmini olayı bastırmak adına olaya müdahale etme gereği duyuyorlardı. Bu düşüncesini ilk Sherard devreye sokup, gerçekleştirdi. Bedeninin tamamını sarışın kadına çevirirken elleriyle çıkışı işaret etmişti ekibine bakıp. "Belki de bayanı merkeze götürmemizin zamanı geldi."

"Hayır."

Lestrade, çalışanını onaylasa bile Rebecca keskinlikle duruma nokta koydu ve reddetti sert çıkışıyla. Buradan, o adama bir açıklama yapmadan hiçbir yere gitmeyecekti.. Hiçbir şey düşünüldüğü gibi değildi, o birini öldürmemişti. Tedirginlikle masanın ardından çekilip önünde duran sarışın adamı geçti. Sürgülü cam kapıyı kaparken dışarıdan kimsenin söylediklerine kulak misafiri olmasını istemiyordu.

"Bakın, babam hakkında haklısınız. Ölmeden önce kardeşimle bana Casey ve Anna'dan bahsetti. Ve evet, mal varlığımızın bir kısmı için hak iddia edebileceklerini biliyorduk. Bu bizim için çok zordu. Babamıza çok kızgındık, bizden böyle bir şeyi saklayabileceğine inanamıyorduk. Ama hastaydı ve biz.." Derin bir nefes alıp adımlarını Sherlock'a doğru atarken Rebecca, bakışlarını parmaklarıyla oynadığı ellerindeydi. Sonunda derin bir nefes verip omuzlarını düşürürken adamın mavilerine bakabilmişti.

"Babamız öldükten sonra, ne yapmamız gerektiği üzerine uzun uzadıya konuştuk. İkimiz de bunu bir sır olarak saklamak istemedik ama iki yabancıya onlarca milyon dolar vermek delice görünüyordu. Bu yüzden babamızın avukatlarına ulaştık. Onlardan Casey ve Anna'yı araştırmalarını istedik, böylece tüm bilgiler elimizde olacaktı."

"Nerede yaşadıkları gibi mesela, evlerine nasıl girileceği gibi." Aklındaki tüm oklar Rebecca'yı işaretlerken Sherlock, kadının üstüne daha çok gitti ve onu suçlamayı sürdürdü. Aklında başka hiçbir şüpheli yoktu, kadının kardeşi komada olmasaydı kesinlikle onu suçlardı.

"Hayır, öyle değil. Biz sadece ne tür insanlar olduklarını bilmek istedik." Öfkeyle yükselen sesini bastırmaya çalıştı. Ama karşısındaki öyle biriydi ki boşuna anlatıyormuş izlenimi yakalamıştı kendi. Ne söylerse söylesin adam iflah olmazdı sanki. "Ama sonra, bir karar veremeden önce Yvette bunalıma girdi. Evli bir adamla görüşmeye başladı. İçmeye başladı. Sonra da kendini öldürmeye çalıştı."

"Doğru ya, şu intihar girişimi." Sherlock burnunu çekip karşısında öfkeyle duran kadına baktı. Kadını ne kadar daha sınayabilirdi? "Çünkü gerçek olanın bu olup olmadığını merak etmeye başlıyorum. Yvette'in yoluna çıkıp, tüm Ellison serveti ile aranda durduğunu varsaymak zorundayım. Ona ilaçları zorla içirmenin bir yolunu bulduğunu öğrenmek beni şaşırtmazdı."

Kadın ilk etapta adamın söylediklerini yaşadığı duygu karmaşasından anlayamamıştı. Ama sonra üzerine varsaydığı durumla kendi kontrolünü kaybetmiş, adamın yüzüne tokadını yapıştırmıştı. Sherlock'un yüzü sola düşerken yediği darbeden, Melora şaşkınla gözlerini irileştirmişti. Doğruca Sherlock'un yanına birkaç adım atarken kendini tutup olduğu yere çiviletti ayaklarını.

Sherlock'un bu tokadı hak ettiğini düşünüyordu. Fazla ağır gitmişti kadının üstüne. Eğer katil o değilse, acısı zaten büyük olmalıydı. Babasını yakın bir zamanda kaybetmişti, kardeşi komadaydı ve üvey kardeşlerinin daha şimdi öldüğünü öğrenmişti. Açıkçası Melora, Sherlock ile şu an aynı düşünmüyordu. Evet, okların ucu Rebecca'ya çıkıyordu düşündüklerinde ama kadının söylediklerine inanıyordu.

"Asla kardeşimin canını yakmam." Rebecca, öfkeli ve dolu gözlerle adama baktı. Adama daha fazla saldırmak istiyordu ama sırtında hissettiği elle kendini tuttu. Sarışın dedektif ve ardındaki müfettiş onu çıkışa doğru yönlendirmişti. "Bayan Ellison, eğer bizimle gelirseniz.."

Adamın sözünü tamamlamasına gerek kalmadan kadın başıyla onayladı. Ofisten bir an önce çıkmak istiyordu. Kapıyı açıp dışarı adım atacakları vakit Sherlock tarafından durduruldular. Aklındaki bir soruya cevap istiyordu.

"Son bir şey var." Herkesin dikkatini üzerine çektiğinde devam etti Sherlock. "Neden cinayetleri işlemek için Yvette'in kılığına büründünüz? İlk olay yerinde görgü tanığı sizi gördü ama kardeşinizin robot resmini çizdirdi. Çift yumurta ikizi olduğunuzu biliyorum ama bir peruk ve biraz da makyajla benzemekten daha fazlası olur. Sorum şu ki neden bunu istediniz? Komadaki bir kadının kılığına girmeye çalışmanızın amacı neydi? Hatta onun parfümünü bile sıktınız. Baktığınızda usta işi görünüyor."

Başını iki yana serçe salladı sarışın kadın. Bu adam normal değildi. "Delisin sen."

Kadını götüren Lestrade ve Sherard'ın ardından odayı kaplayan sessizlik, bu sefer Melora'nın adımlarıyla kesilmişti. Nazikçe Sherlock'un kolunu tutup parmaklarıyla sakinleşmesi için ovuşturmuştu o kısmı. "Bence bu kadar yeterli. Tabii diğer tarafına da tokat yemek istemiyorsan başka."

Sherlock, ona bakan ela gözlere gözlerini kısarken Melora, adamın ona kızmaması için başını sola yatırıp belli belirsiz bir gülümseme sunmuştu. Ortamdaki bu gerginlik yeterince ağırdı. Adamı peşinden gelmesi için dürtükleyip çıkışa yönlendirmişti. Sükûnetini koruyup düşünceleriyle boğuşan Sherlock için bu sefer taksi işini kendi halletti.

Durdurdukları taksi, verilen adresteki sokağın köşesine dönerken Melora ve Sherlock yan yana oturuyorlardı. Her birinin bakışı kendi pencerelerinden dışarıya odaklıydı. Sherlock, düşünceleri arasında bir şeyler oturtmaya çalışıyordu. Bir şeyleri gözünden kaçırmış olmalıydı.

Penceresinden bakışlarını çekip Sherlock'a çevirdiğinde gülümsemesini tutamadı. Başını geriye yaslan Melora, çenesini oynatarak tokatlanan yanağını yoklayan dalıp gitmiş adama seslendi. "Seni fena yakaladı, değil mi?"

"Solakmış. Hazırlıksız yakalandım. Burası, tokat yüzünden kayış gibi." Melora sayesinde düşüncelerinden ayrılan Sherlock, elini tokatlanan yanağında gezdirdi. Daha sonra diğer yanağına götürüp, elinin tersiyle okşamıştı yüzünü. "Burası da bebek poposu gibi."

Sherlock'un benzetmelerine karşı tutamadığı bir kıkırtıda bulundu. Bu kıkırtıdan çıkan hoş ton, araçtaki tüm sessizliğin sesini bastırmaya yeterken dönüp Melora'ya baktı Sherlock. Ama gördükleriyle bu atağının yanlış olduğu kararına anında varmış. Evet, Melora güzel bir kadındı. Ve şu an oldukça sevimli bakmaktaydı ona. Her şey olduğundan çok daha garipleşmişti. En önemlisi kendini garip hissetmişti.

Baker Sokağında durduğunda taksi, Melora'yla konuşmayı beklemeden hızla indi. Kadın, ardından seslenip bir şeyler gevelense de Sherlock'un pek onunla ilgilenmediğini varsayıp çenesini kapattı. Buruk bir gülümseme ile adamın araçtan inmek için açtığı kapıyı kapayıp geriye yaslandı ve taksiciye yeni bir adres verdi. Sokaktan ayrılana ve Sherlock gözden kaybolana kadar adamın eve girmesini izlemişti. Dava hakkında bir şeyler Sherlock'u memnun etmiyor olmalıydı. Umuyordu ki gün içerisinde, adama yardımcı olabileceği bir şeyler elde ederdi.

Melora, omuz ağrısı eşliğinde evin kapısını açtı. Üstündekilerden sarsakça koridor boyunca kurtulurken kendini dairenin içine atarken bulmuştu. Dağınık aklıyla, televizyon başında oturan Bayan Hudson'ı selamlamıştı ama ardından aklına üşüşenlerle acıyla inledi. Bu, Bayan Hudson'ın yerinden hızla kalkıp korkarak kadının yanına koşuşturmasına sebebiyet olmuştu. Aklı hızla Melora'nın eskilerdeki gibi yaralanmış olmasına yormuştu düşüncülerini, daha çok paniklemişti.

"Melora, ne oldu? Aman Tanrım, iyi misin?"

Kollarını kavrayan Bayan Hudson'ın korkudan titremeye başlayan kollarını sarmaladı hızla. Onu baştan aşağı gözleriyle kontrol eden yaşlı kadını durduk yere telaşa soktuğu için kendine sövmüştü. Sağlığının gayet yerinde olduğu gösteren yüz ifadesinde bulunurken kadının panik durumunu bastırmaya çalıştı.

"Ben iyiyim Bayan Hudson, sadece unuttum. Söylediklerini almayı unuttum."

"Tatlım, bende sana bir şey oldu sandım. Kalbime iniyordu." Rahatlayan bir tonda çıkarken sesi, elini kalbinin üstüne koydu. Derin bir soluk verirken azarlarcasına Melora'ya parmağını sallayıp kolunu da pataklamıştı. Yaşlı kadının bu haline özlemle tatlı bir kıkırtı sunmuştu. Uzanıp, o kızaran yanakları öptü. "Hemen gelirim."

Kurtulduğu üstündekileri tekrardan giyerken, fularını boynuna doladı. Bayan Hudson'ı dairesinde tekrar bir başına bırakırken merdivenin başına ilerlemişti. Sherlock'un evden hiç çıkmadığını düşünerek adama seslendi. "Sherlock, hadi bana eşlik et!"

Üstüne çeki düzen vererek oyalanırken Sherlock tarafından herhangi bir ses çıkmamıştı. Bir an gözlerinde basamaklar bir dağ gibi görünmüştü yorgunluğundan. Ama bunu geri plana atıp basamakları ikişer ikişer tırmandı. Araladığı kapıya yaslanıp başını içeri uzatırken, içeriye hiç geçmedi. "Hadi, benimle gelir misin?"

Biraz öncekine nazaran daha naif ve daha soru tarzında çıkan cümlesiyle Sherlock'u odanın içinde ayakta, yine bir işler karıştırırken yakalamıştı. Ya da öyle olduğunu düşünüyordu. Merakına yenik düşerek Melora'ya sorusunu iletmişti, durduk yere bir yere gitmek Sherlock'un işiydi sonuçta.

"Nereye?"

"Yakındaki yerel bir markete. Temiz hava iyi gelir.." Duraksadı. Daha sonra, kapıyı kaparken mırıldanmandan önce adama göz kırpmıştı. ".. Ayrıca konuşuruz."

Sherlock'un ona katılmasını umarak basamakları bir kaplumbağa edası ile yavaşça geride bırakarak indi. Dar koridoru aşıp kapı kulpuna uzandığında ardındaki basamakların gıcırtısıyla gülümsedi. Hemen ardında beliren Sherlock'a belli belirsiz bir gülümseme verip kendilerini dışarı atmışlardı.

Bayan Hudson'ın tercih edipte istediği ürünler birkaç sokak ötedeki küçük bir yiyecek dükkanında satılmaktaydı. İlk sokağı aşarken omuzlarını silkip, umutsuzca adama baktı. Her ikisi de ellerini paltolarının ceplerine atmış, Londra'nın eşsiz sonbahar akşamının soğuğuna karşı gardlarını almışlardı.

"Ev ve iş yerinin araştırılmasından bir şey çıkmadı." Melora'nın neyden bahsettiğini biliyordu. Bir türlü aklından çıkmayan ve orada dönüp duran dava hakkında yardımcı olabilmek için, gün boyunca olan gelişmeleri adamla paylaşıyordu. "Ayrıca dairesindeki güvenlik kameraları da söylediği gibi cinayetlerin işlendiği saatte evinde olduğunu kanıtlıyor. İki gece de akşam 7'de giriş yapıyor ve ertesi sabaha kadar evden ayrılmıyor."

"Güvenlik kameralarıyla oynamış olabilir."

"Evet ama.." Dudaklarını bastırıp sözcüklerini yuttu, böylece Sherlock'un konuşmasına izin verdi. "Sizi kandırdı. Nasıl yaptığını bilmiyorum şu an ama sizleri kandırdı. Hâlâ Casey McManus'u ve Anna Webster'ı öldürenin o olduğunu düşünüyorum."

"Ne Casey McManus'u ne de Anna Webster'ı o öldürmedi bence." Yiyecek satan dükkanın önüne geldiklerinden Melora, konuya son noktasını koymuştu. Diğer konularda kesinlikle Sherlock'a katılıyordu, evet Rebecca'ya karşı şüpheleri de vardı. Ama kadının böyle bir şey yapmayacağını düşünüyordu ve bunu doğrulayan ufak tefek kanıtlar vardı.

Dükkanın önüne geçerlerken, Melora'nın tek girmesine izin verdi Sherlock. Kendisi dışarıda bekleyecekti onu. Söyledikleri hakkında düşünmek istiyordu. Kadın onu anlayışla karşılayıp 'peki' sözcüklerini fısıldarken dükkanın içinde gözden kayboldu.

Melora'nın gitmesinin ardından yalnız kalan Sherlock, derin bir iç çekip mavi gözlerini cadde boyunca gezdirdi. Zihnini dinginleştirip düşüncelerini toplayacağı vakit kulağına çalınanlar, dikkati direk yan tarafında muhabbet eden iki kadına kaymıştı.

"Bağımlılığım yüzünden mahvettiğim tek hayat benimki değil Em. Uyuşturucu.." Kadın derin bir nefes almıştı sözcüklerine ara verirken. Yanındaki kadın ise uzanıp yaşadıklarını anlatan kadının gözyaşlarını nazikçe silmişti. Yakın iki arkadaş olmalıydılar. "Bu yüzdendir ki bir doktora bağlanmaya karar verdim, muhteşem bir adamla tanıştım. Steven, pratisyen hekim ve tamamen onunmuşum gibi davrandım. Evliydi. 3 tane güzeller güzeli kızı vardı. Ama bunu pek önemsemedim."

"Hey, bu tamamen senin hatan değil Lily." Kadın, arkadaşına destek çıkabilmek için omzunu sıvazlamıştı. Yüzünde, kadına karşı acıyan bir ifade vardı. Adı Lily olan kadın, başını iki yana salladı. "Hayır, Emily. Tüm önemsediğim kendimdi ve ihtiyacım olan şeydi. Onunla beraberken, sanki onu görmüyor gibiydim. Tek gördüğüm uyuşturuculardı. En sonunda karısı bizi öğrendi ve polisi aradı, sonra bunu başlatan kişi olmama rağmen hapse giren kişi o oldu. Yemin eden oydu, zarar vermeyeceğine söz vermişti. Peki ama ya benim ona verdiğim zarar?"

Sherlock, zihninin bir anda hızlı çalışıp daha sonra aynı şekilde dinginleşmesiyle hızla dalıp gittiği yerden kendini kurtardı. Yiyecek dükkanının kapısını hızla açıp içeri geçerken soluğunu Melora'nın yanında almıştı. Genç kadın toz içeceklerin bulunduğu reyonunda önünde, kolları arasında doldurduğu paketlerle iki markayı karşılaştırmaktaydı. Gözlerini kısmış, yazıları garip mırıltıları eşliğinde gözden geçiredursun sertçe kolundan tuttu Sherlock.

"Gitmemiz gerek."

"Ne?" Melora şaşkınlığını koruyamamışken kendini birden Sherlock tarafımdan çekiştirilirken bulmuştu. Elindekileri ödemeden dışarı çıkamayacağı için en yakın reyona yığıp, adamı takip etti. "Bak onları almam gerekiyordu. Evde yemek yiyebilmemiz için onlara ihtiyacımız var."

Dışarı çıktıklarında, Sherlock tarafından sürüklenme ayarını düşürmek ve durumu anlamak için adımlarını yere sabitlemişti. Sherlock, Melora'nın durmasıyla heyecan ve sıkıntıyla kadına baktı. Bazen sorgusuz sualsiz inatçılığı tutuyordu. "Soruşturmayla ilgili bir dönüm noktası buldum ve sen alışveriş yapmamı istiyorsun. Tamam, yarın daha fazla alışverişe vakit ayırırız ama şimdi durdurmamız gereken bir katilimiz var."

Genç kadın için küçük bir bilgilendirmede bulunup ardından gelip gelmesini umursamadan kaldırım boyunca ilerledi. Tabii ki kadının ardından geleceğini biliyordu, ayak sesleri bunu desteklemişti. Melora, Sherlock'a yetişebilmek için büyük adımlarda bulundu. Açıkçası durum hakkında bir açıklama bekliyordu ama dürtmediği sürece gelecek gibi durmuyordu.

"Ne bulduğunu bana da söyle."

"Ne?" Adam durup bir taksiyi işaret ettiğinde, anlamazdan gelmiş olmasına göz devirmişti Melora. "Bir tür dönüm noktası bulduğunu söyledin. Ne buldun?"

"Bak, bunun için zamanımız yok. Hemen Rebecca Ellison'ın nerede olduğunu bulmamız lazım." Sherlock'un bastıra bastıra söylediği sözcükleri onaylıyordu. Ama hâlâ istediği cevabı adamdan alamamıştı ve almadan da asla bırakmazdı. Ayrıca Rebecca Ellison'u bulmak kolaydı, onun nerede olduğunu biliyordu.

"Bana ne olduğunu anlat, bende sana yardım etmeye çalışayım. Anlatmazsan, yardımın zıttını alırsın." Taksiye binmek üzere olan Sherlock'un kolundan tutup, ona sevimli bir tehditte bulunmuştu. Bir süre elalar ve maviler çakışmış, yenilgiye uğrayan maviler olmuştu.

"'Beynin bütün yönleriyle bir servetten daha değerli olduğu kanaatindeyim. Parası olan birinin eğer beyni yoksa..'" Sarışın kadın hasta odasında, çekti sandalyede oturmaktaydı. Elindeki kitaptan, komadaki kardeşi için satırlar okurken ortamdaki tüm sessizliği bir tek kendi ses tonuyla bölmekteydi. Sayfayı çevirip yeni bir paragrafa geçtiğinde kuruyan dudaklarını yaladı. O esnada ortamdaki tüm dingin sessizlik ortadan kalkmıştı.

"Katil!" Sherlock hızla koridordan kendini odaya atarken sesi bu kattaki herkes tarafından duyulmuştu. "Polisi kandırmış olabilirsiniz. Ama beni kandıramadınız. Casey McManus ve Anna Webster'ı öldürdüğünü biliyorum."

Sherlock'un öfkesi gözle görülür bir boyuttaydı. Uyarırcasına parmağını Rebecca'ya doğru sallamıştı. Adamın bu hal ve hareketleri onu olduğu yerden sıçratmış ve geriye adımlar atmasını sağlamıştı, kardeşinin yattığı hastane yatağına kadar çarpana kadar.

"Çık buradan. Hemen. Hemşire!" Rebecca sesini olabildiğince yüksek çıkararak hem adamı uyarmış, hem de koridorda yavaş yavaş toplanan kalabalıktan yardım istemişti.

Adam, gün boyunca onu ikinci kere adam öldürmekle suçluyordu ve bu sefer oldukça öfkeliydi. Yanında kimse yoktu, özellikle sürekli yanında gördüğü dedektif kadın. Delinin tekiydi adam ve bu adamın ne yapacağı belli olmazdı. İşte bu yüzden korkuyordu.

"Evindeki güvenlik kameraları, sözde mazeretini destekleyen kameralar. Bir şekilde üzerinde oynadın."

Sherlock'un bağrışlarını koridor boyunca duyan Melora, koşturarak kalabalığı atlatıp odanın girişine vardı. Ama tam o sırada Yvette ile görevlendirilmiş doktorda odaya girmekteydi. Doktorun odaya girmesi ardından Melora, soluğu Sherlock'un yanında aldı. Onu durdurmak, sakinleştirmek için kolundan tutmuştu ama Sherlock hızla kurtarmıştı kolunu kadının elinden.

"Neler oluyor burada?" Doktor durumla ilgili bir şeyler öğrenmek istercesine ortaya attığı soruyu, kimse ilgilenip de cevaplandırmadı. Onun yerine, Sherlock dönüp tüm öfkesini kusmaya devam etmişti Rebecca'ya karşı. "Bir işler çevirdiğinizin farkımdayım, Bayan Ellison. Aslında bakarsanız sizden öndeyim. Üçüncü varis hakkında her şeyi biliyorum."

Elindeki kitaba sarınıp gözyaşlarını bastırırken şaşkınlıkla adamın söylediklerini karşıladı Rebecca. Bunu bilmediği çok aşikardı. "Ne?"

"Babacığının üçüncü gayrimeşru çocuğu. Kim olduğunu öğrendim. Mary Margaret Phelps. 120 Warner. Sanki bilmiyormuşsun gibi davranma, iyi bir oyuncu değilsin."

"Holmes, geri çekil." Sonunda tüm kalabalığı atlatıp içeri geçebilen Sherard, kadının üstüne giden öfkeli Sherlock'u duraklatmıştı. Bakışlar sarışın dedektifin üzerinde toplanınca, dedektif çıkışı gösterdi. Melora, Sherard'dan bakışlarını çektiğinde, adamı burada görmenin şaşkınlığını yaşayan Sherlock'a dönmüştü. Sesinde durumunu oldukça fazla yansıtan mahcupluk vardı. "Seni vazgeçiremeyince, ona mesaj attım."

"Doğru ya. Yardımın zıttı. Teşekkürler." Sherlock, Melora'ya karşı ne söyleyeceğini bilemez gibi olmuştu. Kadına hayal kırıklığı ile baktı. Bu bakış ise Melora'nın içindeki şeyin burkulmasına neden olmuş, gözyaşları gözlerine hücum etmişti. Ama ağlamadı, gözyaşlarıyla olabildiğince savaştı.

Melora'nın yaptıklarıyla öfkesi daha çok körüklenen Sherlock, olan biten hiçbir şeyi umursamadı. "Bakın ne diyeceğim? Önemi yok çünkü bu gece itibariyle Mary'nin kişisel koruması var. Ben." Sarışın kadına döndü ve meydan okurcasına ona baktı. "Onu 7 gün 24 saat izleyeceğim ve başına bir şey gelmesine izin vermeyeceğim."

Artık Sherlock'un durumuna el atması gerekiyordu Sherard. Adamın arkasından yaklaşıp omzuna el attı ve onu tutup dışarıya çekmeye çalıştı. "Yeter bu kadar."

Bütün gözler onların üzerindeydi. Sherard, Sherlock'u buradan uzaklaştırmak için çabalıyordu. Ama Sherlock'un bu durumda, çekiştirilmekten hoşlandığı pek söylenemezdi.

"Defol be!" Adamın tutumundan kurtarıp kendini, uzaklaşması için itmişti. Ama bu hamlesi Sherard için çok şiddetliydi ve adamın boşluğuna denk gelip yere yüz üstü düşmesine sebebiyet olmuştu.

Ortamda bir anda oluşan sessizlik, olan tüm fısıltıları da kesmişti. Melora, olan bitini izlemek dışında hiçbir şey yapamıyordu. Elleri şaşkınlığı üzerine ağzını örtmüştü. Sherard'ın kalkması için yardımcı olacakken adam tarafından durduruldu.

Sherard düştüğü yerden kalkıp ellerini birbirleriyle çarptırdı ve siyah ince kravatını düzeltti. Sabır dilercesine derin bir iç çekmişti. "Pekala. Yeter bu kadar. Gel buraya."

Sherlock'un ense kısmından omzu arasını yakaladı. Adamı hızlı ve sert bir şekilde duvara çarptırdığında, onca zamanın acısını da çıkarmıştı. Bunu çok önceden yapmayı planlıyordu ama onun için şimdiye kısmet olmuştu. Boşta kalan eliyle, Sherlock'un bileklerine kelepçeyi taktı.

"Biraz önce bir polis memuruna saldırdın yani bu geceyi kodeste geçireceksin. Gidelim." Kelepçelenen Sherlock'u önden sertçe itip çıkışa yönlendirdi. Ama Sherlock, son sözcüklerini Rebecca'ya söylenmek için sarf etmişti. "Bu beni son görüşünüz değil Bayan Ellison. Katiyen değil. Üçüncü varise zarar vermenize izin vermeyeceğim. Beni anladınız mı? İzin vermeyeceğim!"

Kapının önünde duran doktordan çekilmesi için izin isterken tüm kalabalık onlar için açılmıştı. Sherard, Sherlock'un söylenmeleri arasında koridor boyunca adamı sürükledi ve birlikte hastaneden çıktılar. Melora titrek bir nefesle boş bakan gözlerini fısıltılarla dolup taşan odanın içinde dolaştırdı. Sonunda Rebecca'nın üstünde durduğunda, durumlarının pek farksız olduğu söylenemezdi. Her iki kadında sessizliğini koruyordu. Bu sinir bozucu durumu bozmak için atakta bulundu ve sarışın kadının koluna uzandı. Olabildiğince nazik kalmaya çalıştı. "Gitmeliyiz Bayan Ellison."

Karanlık sokakta adımlarını evine doğru atan esmer kadın, çantasını açıp anahtarını çıkardı. Basamakları atlatıp kapının dışında duran posta kutusunu kontrol ederken içerisindeki çıkan paketleri aldı. İçeri geçtiğinde ışıkları açma gereği duymadan çalışma masasına doğru ilerlemişti. Üstündeki ceketten kurtulurken çantasını masanın üstüne bıraktı ve çantasının yanına yığdığı paketleri üsten üsten okudu kadın.

İlgisini çeken gazeteden bir makaleye gaz atarken mutfağa yönelmişti. Buzdolabını açıp ısıtıp yiyebileceği paketlenmiş yemeği çıkardı. Mikrodalgaya yerleştirip uygun ayarlamasını verdi ve gazetesiyle beraber içeri geçti.

O esnada dışarıda, kapının önüne çökmüş bir başka kadın bulunuyordu. Gizlenmek için siyah giysilerine sığınmıştı. Elindeki maymuncukla kapı kilidini biraz zorlayıp açtı ve doğru içeriye yol aldı. Adamlarına dikkat ederek belinden çıkardığı silahla salona ilerledi.

Gözleri evde yaşayan kadını aramıştı. Ama onun yerine, onu karşılayan polisler olmuştu. Lestrade'in önderliği ile Melora ve Sherard, diğer ekip arkadaşlarıyla beraber kadının arkasından çıkmışlardı. Sokak lambası ile aydınlanan odanın karanlığı içinde silahlarını kadına doğrultan Lestrade, son uyarısında bulundu.

"Silahınızı bırakın, Bayan Ellison."

Gelen uyarıya uymaktan başka seçeneği yoktu. Silahını yavaşça indirdiğinde Melora yanına varmıştı. Silahı alıp Sherard'a teslim ederken çıkardığı kelepçeyle genç dedekyif, kadının ellerini ardına aldı. İster istemez sert davranmıştı kelepçeleri takarken. Kıvırcık saçların ardındaki çökük çilli yüzü gördüğünde, öfkeli bir gülümseme eşliğinde tıslamıştı kadına. "Yoksa Yvette'i mi tercih edersiniz?"

Rebecca sarı tutamlarını kulağının arkasına sıkıştırırken camın ardındaki olup bitenleri izlemekteydi. Bulunduğu ofisin az ötesinde kız kardeşi oturmaktaydı. Oysa kız kardeşini hastane yatağında, komada biliyordu. Gözleri şahidiydi, ayrıca hastane bilgileri vardı.

"Anlamıyorum. Yvette komadaydı. Şimdiyse iyi mi?"

Odanın bir ucunda, boş kağıt parçalarıyla origami yapmakla uğraşan Melora, sessizliğin bozulmasına sevinip ellerindekileri bırakıp  kadının yanına yanaştı. Onu, bu durumda desteklercesine omzuna dokunmuştu. "Bu normal bir koma değildi. Doktoru tarafından tıbbi olarak yapıldı. Gerektiğinde komaya girmesini ve komadan çıkmasını sağladı."

"Casey ve Anna'yı öldürmek için.. Anlamıyorum. Neden böyle bir.." Cümlesini tamamlayamadan yutmuştu. Bunu söylemeye bir türlü dili varmıyordu. Uzun zamandır tanıdığı kardeşini hiç tanımıyormuş gibi hissetti.

Bakışlarını Melora'nın güven veren elalarından ayırdı ve tekrardan kardeşini buldu. Ama Sherlock, sarışın kadının soru işaretleriyle dolu kafasının imdadına yetişmişti. Yaslandığı masadan desteğini alırken ellerini birleştirmişti. Zihnindekileri dökme ve başka zihinlerin bir işe yaramasına yardımcı olma sırası gelmişti, en sevdiği kısım yani.

"Çünkü kardeşinin ilişki yaşadığı evli adam oydu. Belli ki, seni tanıştırmamış. Çünkü doktor da parasını babasının evlilik dışı çocuklarından koruma planının bir parçasıydı." Her iki kadının bakışı, odadaki Sherlock'a dönmüştü. Ama Rebecca hayal kırıklığı ile kız kardeşine bakmaya geri dönmüştü tekrardan. Sherlock, yaslandığı yerden geri çekilip yüzük parmağını onlar için gösterdi.

"Geçen gün doktorla tanıştığımda parmağında soluk bir çizgi dikkatimi çekti. Şüphesiz, yüzüğünü takmayı yakın zamanda bırakmıştı. O zaman bunu pek anlamamıştım ama bu akşam, yerel marketin önünde doktorunu tıbbi uzmanlığından yararlanmak için kandıran bir kadının hikayesini duydum. Ve bu beni, senin ve kardeşinin zor durumunu düşünmeye itti."

Melora, Sherlock'a kısa bir hayranlıkla bakıp kendini çabucak toparlamıştı. Ayrıca yüzünde oluşan sinsi gülümsemeyi de bastırmıştı. Geçen sabah, çoğu gündelik hayattan edinilen bilginin boş olduğunu ima ediyorken bugün, bu davayı bu bilgiler sayesinde çözmüşlerdi. Öksürüp olaya tekrardan dahil oldu ve Rebecca'ya oldukça tanıdık gelecek bir hikayeye başladı.

"Bir gün önce iki varis, büyük miraslarını almaya hazırlanan iki üvey kardeşin varlığını öğreniyor. Birinin iyi bir kalbi var diğerinin ise, işte. İyi kalp paylaşmak istiyor. Bu insanları tanımak, onları ailesi gibi görmek ve nimetlerini onlarla paylaşmak istiyor. Kötü kalp ise onları ölü görmeyi yeğliyor. Problem şu ki kötü kalpli, sadece kendisinin ve kardeşinin onları öldürme gerekçelerinin olduğunu biliyordu. Ayrıca bir süre sonra bu sebebin kendi başını ağrıtacağını, er ya da geç birilerinin peşine düşeceğini de biliyordu. Peki o ne yaptı dersin?"

"Kendisine kusursuz bir mazeret buldu. Sadece intihar girişimini sahnelemesine yardım etmesi için değil, aynı zamanda kolayca komaya girmesine de yardım etmesi için bilgisi ve tecrübesi olan birinden destek aldı." Melora'nın, olayı üçüncü şahıstan anlattığı hikayeye kendi devralıp sonuca bağladı. Her şey bu kadardı, sadece bu kadar..

"Yvette'in doktoru kısa bir süre önce tutuklandı." Ayakta durmaktan kendini yorgun hisseden Melora, masanın önündeki sandalyelerden birine kendini bıraktı. Açıklamasını oturarak sürdürdü. "Kardeşinin baygın halde olmasını sağlamak, kardeşini izleyen ekranları ve aynı zamanda o etrafta yokken, kardeşini muayene etmek isteyenleri kandırmak için ona uyku ilacı verdiğini itiraf etti."

"Mükemmel bir plan değildi elbette. İlaçlar ve körelmiş kasları yüzünden bayağı güçsüzleşmişti. Casey ve Anna'yı vurduğunda, bu yüzden oturuyordu. Çünkü o sırada, ayakta durması oldukça zordu."

Sherlock, geri yerine dönüp masaya tekrardan yaslanırken Rebecca dönüp, ardındaki adama ve kadına baktı. Anlattıkları hikayede aklına bir şey takılmıştı. "Size parayı paylaşmak istediğimi ama Yvette'in paylaşmak istemediğini anlatmadım. Nasıl bildiniz?"

"Aksi halde neden bu kadar ileri gitsin ki?" Omuzlarını silkti Sherlock. Melora da aynı şekilde eşlik etmişti. Ama Rebecca'nın aklındaki sorular bitmiyordu, bunda biraz mahcupluk hissetmişti. "Peki  ya üçüncü varis? Yvette'in evine girdiği. Durumu iyi mi?"

"İyi." Sarışın kadının tedirginliğine karşı burun buruşturdu adam. "Çünkü hiç var olmadı. Onu ben uydurdum."

Kadın şaşkınlıkla Sherlock'a baktı. Açıkçası böyle bir cevap beklemiyordu. Melora ise tebessümle yanında dikilen adama bakışlarını çevirip, başıyla onayladı onu. Bugün ilk defa Sherlock'la küçük bir kırıklık yaşamışlardı. Rol icabı dahi olsa, Sherlock'un öyle hayal kırıklığı ile bakması onu oldukça burkmuştu. Sherlock'a bugün ne kadar değer verdiğini anlamıştı ve üzülmesini istemiyordu, özellikle onun tarafından. Oyundan bile olsa bunun gerçeğe dönmemesini umuyordu.

"Hastanede gördüğün hiçbir şey gerçek değildi."

Sherlock, Melora'ya belli belirsiz bir gülümseme verdi. Herkes iyi rol çıkarmıştı. Melora'nın oyunculuğunu zaten önceden de görmüştü. Ted'le iyi başa çıkmıştı. "Bir tuzaktı. Yvette'in doktorunu odaya çekebilmek için kargaşa çıkarttım. Varisin adını ve adresini söyledim. Mary Margaret Phelps, 120 Warner. Doktorun bunu bilmesini sağladım, sonra da Dedektif Barton'a saldırdım. Böylece iyi doktorumuz, Yvette'le olan planlarını fark eden tek tehdit gece hapiste olacaktı ve onda çok önemli bir fırsat yakaladıklarını düşünecekti. Ve bunu yuttular."

"Çünkü ikisinden biri üçüncü varisi akşam olmadan önce duymasaydı, başka şansları olmayacaktı. Yvette'in takip ettiği kadın ise, burada, meslektaşlarımdan biri."

"Avukatlarımızla bağlantı kurmam gerek." Sherlock ve Melora'yı olabildiğince dikkatli dinlemişti. Şimdi her şeyi daha iyi anlamaktaydı anlattıklarıyla. Elleriyle kollarını sarıp hırkasının içine sığındı, birden kendini yorgun ve oldukça kırık hissetmişti. Kardeşi nasıl biri olmuştu öyle. Ama yine de söz konusu kardeşiydi. "Ona yardım edip edemeyeceğime bir bakmalıyım. Yaptığı şeyin affedilmez olduğunu biliyorum ama yine de o benim kardeşim."

Rebecca'nın son sözleri ikiliyi şaşırtmaya yetmişti. Kadına bakakalırlarken Sherlock başını iki yana salladı. Bu duruma daha nazik el atabileceğini bildiği için Melora, oturduğu yerden kalktı. Ellerini birbirine ovuşturup camın yanındaki kadının yanında yerini aldı.

Bu konuda bir şey söylemenin ona düşüp düşmediğini tam olarak bilmiyordu genç dedektif. Benzer durumda sayılırlardı. 'Aile' bildiklerinin bile tehlikeli ve güvensiz olduklarını çok berbat bir şekilde öğrenmişlerdi. Ama durumlar farklıydı, Rebecca için özellikle bir parantez açmalı ve biraz düşünmesini sağlayabilirdi. Düşünülmeyen acı bir gerçek vardı..

"Sadece iki tane varis vardı Bayan Ellison. Yvette ikincisini dün öldürdü. O halde söyler misiniz, neden bugün hâlâ komadaydı? Neden bu sabah mucizevi bir şekilde uyanmadı? Öldüreceği kim kalmıştı ki? Sizce kendisiyle aile servetiniz arasında duran kişi olabilir mi? İyi bir kalbiniz var, Bayan Ellison. Uzun süre çarpacaktır."

Melora ve Sherlock, Lestrade'in ofisinden çıkarken artık işlerinin bittiği kanaatine varmışlardı. Buradan çıkıp doğruca evin yolunu tutacak gibi görünüyorlardı. Ama ofisten ayrılır ayrılmaz keyifleri oldukça yerinde Lestrade ve Sherard'la karşılaştı ikili. Elindeki dosyayı sarışın adama teslim eden müfettiş, yakaladığı ikiliye sorgularcasına bakmıştı.

"Gidiyor musunuz?"

"Dava kapandı, değil mi?" Ellerini ceplerine atarken adamlara tuhaf bir bakış vermişti. Dosya kapandığına göre burada kalmalarının ne anlamı vardı. Ah hayır, Melora'yı da kendine katmamalıydı. O, burada çalışan bir dedektifti.

"Kapandı. İşte bu yüzden bizimle kutlamaya gelmelisiniz. Barton ısmarlıyormuş."

Sherard topun aniden ona atılmasıyla küçük bir öksürükte bulunmuştu. Bundan haberi yoktu, kendisinin herkese ısmarladığından. Bonkörlüğü tutmuştu demek ki. Kendi kendine gülümseyip müfettişi onayladı. "Emir büyük yerden. Ayrıca, yani ben, yardımlarınız için minnettarım."

Sherard, bu sefer daha ciddi bir gülümseme vererek, elini Sherlock'a uzattı tokalaşmak için. Tekrardan buna zorlanmıştı ama bunu kabul etmesi gerekliydi. Davaya karşı danışmanlık yapmasaydı adam, iş daha da uzar ve başka boyutlara kayabilirdi. En başında ölü adamın kapı komşusundan şüpheleniyorken, şimdi öldürülenlerin üvey kardeşini tutuklamışlardı. Sherlock'un bu konudaki hakkının yiyemezdi, sadece bugün için.

Sherlock uzatılan ele karşılık verip tokalaşmalarını sağlamıştı. Keyfi, sarışın adama göre daha bir yerindeydi. Adam, ona meydan okumuştu bu davada ve şimdi kaybetmişti, bundan oldukça memnundu Sherlock. Asla kaybetmezdi. Ama ayrıca Melora'nın ona davalarda eşlik edişine göz dikmiş olması gerçeği de halen daha hiç hoşuna gitmiyordu. Melora onunla çalışıyordu ve onunla çalışacaktı. Sherard'ın bunu aklına sokması gerekiyordu.

"Ne diyorsunuz bakalım? Kutluyor muyuz? Bir saat falan sonra?" Lestrade saatini kontrol edip ikiliye döndü. Onlar şimdi çıkıyor olabilirlerdi, Melora'nın mesaisi çoktan bitmişti. Ama onların işleri anca biterdi. Sherlock'tan bir ihtimal olumlu yanıt almayı bekledi ama yine formundaydı, teklifi geri çevirerek şaşırtmamıştı adamı.

"Başka zaman, belki."

"Pekala."

Her iki adamda birbirlerinden zıt yönde giderek ayrılırken Melora sessizce Sherlock'un peşinden ilerledi. Ama biri onu kolundan tutup durmasını sağlamıştı. Sherlock'un önden önden gitmesine izin verirken onu durduran kişiye baktı Melora. Sherard'ın yeşil gözlerini üzerinde umutla durduğunu görünce atarlanmak yerine sinirini bastırmıştı.

"Melora?" Sadece ismiyle gelen bu soruda çok fazla sözcük ve duygu barınıyordu. Sarışın adam, Melora'nın bu kutlamaya katılmasını istiyordu. Yalnız olmasalar bile bu imkanı yaratabilirlerdi. Ayrıca iş dışında bir başka buluşma olarak sayabilirlerdi. Sadece gelmesini istiyordu, Sherlock'a takılmadan.

Adamın istediklerini anlayabiliyordu, daha fazla baş başa vakit geçirmek istiyordu. Birbirlerini daha iyi tanımak ve kaynaşmak için güzel fırsatlardı. Ama bugün olmazdı. Çok yorgun hissediyordu, tuhaf bir şekilde duygusal olarak da çok yorgun hissediyordu. Sarışın adamı incitmek istemese bile bunu reddetmek zorundaydı Melora.

"Daha sonraya sözüm olsa, yakın bir tarihte? Şimdi sadece kalan vaktimi evde geçirmek istiyorum."

Sherard burukça gülümsedi, açıkçası reddedilmeyi beklemiyordu ama kadını anlayışla karşılayacaktı. Melora'nın zarif bileğine düşen parmaklarını çekip gitmesine izin verdi. Bugün değildi ama bir başka zaman tekrardan randevuya çıkacaklardı, onun sözünü almıştı. Sadece bu bile onun incinen kalbini onarmaya yetmişti.

Melora, Sherard'ın onu bırakmasıyla 'iyi geceler' dileyip merkez koridorlarından çıkıp çıkışa ilerledi. Sherlock'un ışık hızıyla tekrardan ortadan kaybolmamasını umarak onu yakalamayı bekliyordu. Ve beklediği gibi de olmuştu.

Binadan çıkan adam, yüzünde hissettiği Londra'nın gece rüzgârıyla atkısıyla oynayarak doğruca sokaklardan birine ilerledi. Ama Melora adımlarını hızlı ve büyük tutarak çabucak yetişmişti adamın yanına. Bu biraz Sherlock'u şaşırtmıştı. Açıkçası kadının kutlamaya katılacağını düşünüyordu. Malum, Sherard ile bir 'arkadaşlıkları' vardı. Ama Melora'nın bu soğukta bile iç ısıtan kıkırtısını duyduğunda bu düşüncelerden kurtulmuştu.

"Hey! Bana alışveriş sözün vardı, öylece kolay yırtamazsın bu işten. Hemen şimdi markete gidelim kapanmadan ve Bayan Hudson'ın canımıza okumaması için alınması gerekenleri alalım. Ayrıca evde sıcak çikolata yoktu. Bir evde nasıl sıcak çikolata olmaz!"

Melora'nın şakayla karışık öfkesine karşı gülümseyerek göz devirdi. Evet, Melora'ya alışmıştı. Ama onu, bazı durumlarda şaşırtacak bir kadındı, bu yüzden kadını tamamen çözmüş olduğunu hâlâ düşünmüyordu. Farkında olmasalar bile, adam için sürprizlerle dolu bir hediye kutusuydu Melora.

Yazım yanlışlarım varsa affola.

Küçük yıldıza dokunmayı, konuşma balonuna tıklayıp düşüncelerinizi paylaşmayı unutmayın.

Ne kadar etkileşim,
o kadar mutlu pofuduk...

Bạn đang đọc truyện trên: Truyen2U.Pro