Poetikaların Rehberliğinde

Màu nền
Font chữ
Font size
Chiều cao dòng

Yeni bir aydan ve şiir dergimizin yeni bir sayısından merhaba!

Profilimizi yakından takip edenlerin bileceği gibi gerek şiir dergimizin önceki sayılarında, gerekse diğer çalışmalarımızda usta şairlerin öğütlerine, şiirin temel edebi bilgilerine ve şiir türlerinin tarihçelerine birçok kez yer vermeye çalıştık. Amacımız kalbinde şiirin yeri büyük olan kullanıcılarımıza hem eğlenceli bilgiler sunmak, hem de şiir yazmaya yeni başlayan kalemler için bir rehber oluşturmaktı. Bu ay da yine aynı amaçlar doğrultusunda şiire dair farklı bakış açılarını beraber görmenin keyifli olacağını umuyor ve Mayıs ayında dergimizin baş köşesine poetikayı oturtuyoruz.

İsterseniz öncelikle poetika'nın anlamından kısaca bahsedelim. Poetika, en genel tanımıyla şiir sanatı üzerine düşüncelerin ve felsefi görüşlerin bir bütünüdür. Poetika yazarları şiirin aslında ne olduğu, nasıl şiir yazılacağı, şiir sanatının tarihi, dizelerin estetik biçimi gibi birçok konuya kendi bakış açılarıyla ışık tutmaktadır. İlk poetika örneği ise Aristoteles'in bir tiyatro eseri biçiminde yazdığı "Poetika" isimli kitaptır. Aristoteles'in Poetika'sına göre şiir sanatını ortaya çıkaran 2 ana neden vardır:

1-) Taklit etme ve taklitten hoşlanma insanın doğasında vardır. Bunun nedeni insanın öğrenmeden aldığı hazdır. İnsan taklit edilen nesnenin bilgisini öğrenme isteği ya da taklit edenin yeteneğini kavrama arzusu nedeniyle taklitten haz alır.

2-) Harmoni ve ritim içgüdüsü de insanın varoluşsal bir özelliğidir. Yaşamın her bölümünde var olan harmoni ve ritim insanın yaratılarında ve dolayısıyla anlatılarında da kendine yer bulur.

Dünya edebiyatında da Türk edebiyatında da yazılmış birçok poetika makalesi olmakla beraber biz sizlere bu makalelerden kısa alıntılar paylaşarak kaleminlerimizin sivrilmesine yardımcı olmaya çalışağız. Bunu yaparken de hepimizin şiir yazarken, keza okurken de kendi kendimize sorduğumuz en önemli soruları temel alacağız.

Başlangıç: Şiir Nasıl Doğar?

Her şairin şiir yazma hususunda kendine özgü bir tekniği vardır. Hatta bazen bir şairin bir şiiri yazma şekli, diğer şiirinde tamamen değişebilir. Belki de bu konuda her şiir, kendi tarzını yaratır, demek daha doğru olacaktır. Bazı şairler -özellikle kuralsızlığı benimseyen dadaistler- sadece bir kağıt ve kalem koyar önüne ve aklından ne geçiyorsa, hiçbir değişim veya düzeltme ihtiyacı duymadan onu serbestçe yazar. Bazı şairler önce düşünür, ne anlatmak istediğini bulmaya çalışır, her dörtlüğe ayrı ayrı karar verdikten sonra yazmaya koyulur. Bazıları ilhamı bekler, bazıları ise sabırsızlıkla ilhamın peşinden koşar.

Bazı şiirler tek bir gecede sona kavuşur, bazı şiirlerin ise kendisini bulması yılları alır. Hal böyle olunca şairlerin de bir şiirin nasıl doğduğuna dair kendilerince farklı bakış açıları ortaya çıkar.

Şair Rainer Maria Rilke'nin poetikasına göre ise bir şiirin doğuşu sarsıtıcı, uzun ve meşakkatli bir yoldur.

"Bazılarının sandığı gibi mısralar duyguların değil, yaşanmış deneylerin sonucudur. Tek bir mısra yazmak için birçok şehirleri, insanları ve nesneleri görmüş olmak, hayvanları tanımak, kuşların nasıl uçtuğunu duymak ve sabahları çiçeklerin açılırken nasıl titrediğini öğrenmek gerekir.

Bilinmez yerlerdeki yolları, beklenilmeyen karşılaşmaları ve uzun zamandır yaklaştığını sezdiğimiz ayrılışları, esrarı daha aydınlatılmamış olan çocukluk günlerini, size anlayamadığınız sevindirici bir haber verdikleri zaman kalplerini kırdığınız ana babaları, derin ve tehlikeli değişmelerle garip bir şekilde başlayan çocukluk hatalarını, kapalı odalarda geçen sessiz günleri, deniz kıyılarındaki sabahlamaları, denizin kendisini, denizleri, yükseklerde çağıldayan ve yıldızlarla uçuşan yolculuk gecelerini yeniden, yeniden yaşamak gerekir.

Bunları bile yaşamak yetmez. Biri ötekine benzemeyen sayısız aşk gecelerini, doğum sancılarıyla kıvranan kadınların çığlıklarını, odalarından bir türlü çıkamayan süzülmüş lohusaları hatırlamak gerekir. Ama ayrıca, ölenlerin yanında bulunmak; pencereleri açılmış, içine gürültülerin dalga dalga dolduğu odalarda bir ölünün yanı başında oturmuş olmak gerekir.

Anıların olması da yetmez. Pek çoksalar onları unutabilmek ve geri dönmelerini bekleyebilmek için büyük bir sabır gerekir. Çünkü sorun anılarda da değildir... Anılar ancak bizde kan haline geldikleri, bakış ve davranış oldukları, adlarını yitirdikleri, kendimizden ayırt edilmedikleri zaman; işte yalnız o zaman, pek seyrek bir anda, bir dizenin ilk kelimesi onların arasından doğuverir."

-Rainer Maria Rilke

Edgar Allen Poe ise kendisine yöneltilen eleştiri ve ithamlara poetikasında cevap verir.

"Çoğu yazar, özellikle de şairler, yapıtlarını güzel bir çılgınlık içerisinde, kendinden geçmişçesine ilhamla yarattıklarına insanları inandırmayı seviyorlar. Amacım; bir şiirin hiçbir bölümünün rastlantı, ya da ilham sonucu oluşmadığını, tersine, matematiksel bir işlem gibi dize dize aynı kesinlik ve mantıkla kurulduğunu göstermektir."

-Edgar Allen Poe

Şiirin Anlamı Nedir?

Edebiyatın her döneminde şairler, gelenekleri takip etmek veya büsbütün yıkmak için birçok şiir akımına dahil olmuştur. Bu akımların doğrultusunda şiirdeki anlam hususunda da iki taraf ortaya çıkmıştır. Bir taraf şiirin anlamının herkes için aynı olmasını, dolayısıyla şiirin açık ve anlaşılır bir dille, söz sanatlarından arınarak yazılmasını savunurken diğer taraf kapalı bir anlatım tercih etmiştir. Kapalı bir anlatım tercih eden şairler, şiirin her okuyucuda farklı bir anlam uyandırmasını savunmuştur. Ağır bir dil ve bolca mecaz kullanmayı tercih etmişlerdir.

Şiirdeki anlamın açıkça ortaya konulmasını veya tam tersi bir şekilde her okuyucunun ruhuna göre bulup çıkaracak denli gizemlerle sarılması şiirin biçim özellikleriyle ilgilidir. Bu sebeple birçok şair ve yazar da poetika makalelerinde kendi düşüncelerinden esinlenerek kendi deneyimlerini şiir sevdalılarıyla paylaşma onurunu göstermiştir.

Ahmet Haşim'in şiirde anlam kapalılığını savunduğu poetikasından birkaç paraf paylaşacağız. Ancak sizler de onun görüşünde iseniz yer yer sert ve eleştirici, yer yer felsefik açıklamalarla dolu olan "Şiir Üzerine Bazı Düşünceler" makalesinin tamamını okumanızı mutlaka öneririz.

"Anlam araştırmak için şiiri deşmek, şakıması yaz gecelerinin yıldızlarını ürperten zavallı bir kuşu, eti için öldürmekten farklı olmasa gerek. Et zerresi, susturulan o büyüleyici sesin yerini doldurabilir mi?

Şiirde her şeyden önce önemi olan, sözcüğün anlamı değil, tümcedeki söyleniş değeridir. Şirin amacı, her sözcüğün tümcedeki yerini, diğer sözcüklerle olacak ilişki ve çarpışmalardan ve gizemli (esrarengiz) kaynaşmalardan ortaya çıkan tatlı, gizli, yumuşak ya da sert sese göre belirlemek ve türlü türlü sözcük uyumlarını dizenin genel gidişine uydurarak, dalgalı ve akıcı; karanlık ya da ışıklı, ağır ya da hızlı duygulara, sözcüklerin anlamı üstünde, dizenin müzikli dalgalanmalarından sınırsız ve etkileyici bir anlatım bulmaktır.

En güzel şiirler, anlamlarını okuyucunun ruhundan alan şiirlerdir. Şiirde kimi bölümlerin kuşkulu ve belirsiz kalması bir yanılgı ve bir eksiklik olmak şöyle dursun, tam tersine şiirin güzelliği bakımından çok gereklidir. Biçemde körletici bir açıklık, İngiliz estetikçisi Ruskin'in dediği gibi hayal gücüne yapacak hiçbir şey bırakmaz, o zaman sanatçı en değerli "müttefik"i olan okuyucunun ruhundan gelecek yardımı yitirmiş olur. Sanat yapıtının en büyük ereği, hayal gücünü kendine bağlamaktır. Bunu başaramayan yapıtın öbür bütün meziyet ve erdemleri, onu bir sanat yapıtı olmamaktan kurtaramaz.

Bir şiirin anlamı başka bir anlam olmaya elverişli oldukça, her okuyan ona kendi yaşamında anlamını verebilir ve böylece şiir, şairlerle insanlar arasında ortak bir duygulanma dili olmak aşamasına erişebilir. En zengin, en derin, ve en etkileyici şiir herkesin istediği biçimde anlayacağı ve bundan dolayı sonsuz duyarlıkları kapsayabilecek bir genişlikte olandır. Sınırlı ve tek bir anlamın çemberi içinde sıkışıp kalan şiir, sınırı beşeri duygulanmaların mahşerini çeviren o belirsiz ve akıcı şiirin yanında nedir?"

-Ahmet Haşim

Nurullah Ataç ise tıpkı Ahmet Haşim gibi şiirin manasının her okuyucunun ruhunda farklı bir anlamla uyanacağını savunur. Fakat bunu anlatırken şiiri sadece biçim ve ahenkle sınırlamaz. Onun için biçim de, mana da şiiri şiir yapan en önemli unsurlar olmakla beraber bir şiirin tek bir manasının bulunabileceğine inanmaz.

"Benim duyduğum, anladığımla sizin duyup anladığınız büsbütün başka olabilir, dedim. Evet, ben o şiirden bir hüzün duyuyorum diye ille sizin de duymanız gerekmez. Belki sizce o beyit yalnız baharı anlatıyordur, belki yalnız hazzı söylüyor, belki büsbütün başka duygular uyandırıyor. Olabilir. Güzel şeklin öyle bir gücü vardır: birçok mânalarla zenginleşir. Geçmiş yüzyıllardan kalma eserlerde bizim yeni yeni mânalar bulmamız, yaratıcılarının belki hiç düşünmedikleri şeyleri görmemiz bunun için değil midir?

Şiir mânada değildir, derken işte bunu söylemek istiyorum; yoksa biz, şiiri yalnız ahengi için okuruz, şiirde yalnız kelimelerin verdiği zevki duyarız gibi bir şey söylemek istemedim. Şunu da söyleyebilirim: Şiiri mânası için severiz, şiir mânadadır, ama bu mâna tercüme edilebilecek, başka kelimelerle anlatılabilecek bir şey değildir."

-Nurullah Ataç

Şiirde anlam açıklığını ve sadeliği savunan şairlerden olan Jules Supervielle ise poetikasında kendi şiir sırlarından birkaçını paylaşmak istemiştir. Şiirin iki tarafını da anlayıp öven makalesinde yer yer söz sanatlarının da gerekli olduğunu söylese de, şairin asıl işinin mümkün olduğunda anlatımı mecazlardan arınması gerektiği kanaatindedir.

"Şiirsel sırla kutsanmış olan uzman kimseler için yazmıyorum; şiirlerimden birini duyarlı bir insan anlamayınca bu içime her defasında dert olmuştur.

Her şiirsel yaratımda mutlaka sarhoşluk payı var, ama bu çılgınlığın etkisiz ya da zararlı artıklardan ayrılması gerekir ve hem de çok tatlı bir müdahaleyi gerektiren büyük bir titizlikle. Kendim bunu sadece sadelik ve saydamlık yardımıyla başarıyorum, kendi esas düşüncelerime dayanana ve en derin şiirimi açıklayana kadar. Ben doğaüstü olanın doğal olanla kendini eşitlemesi ve bir pınar gibi akması (ya da en azından bu görüntüyü vermesi) için ve ifade edilemeyeni, kökenini harikuladelik içinde kaybetmeden tanıyalım ve alışalım yönünde etkili olmak için çaba harcıyorum.

Şairin elinde iki pedal var; açık olanı ona saydamlığa kadar gitmesine izin verir, koyu olan ise girilmez yere kadar uzanır. Olasıdır ki ben koyu pedala çok ender bastım. Eğer gizlemeyi istiyorsam, bu tamamıyla çok doğal olarak cereyan eder, keza şiirin peçesiyle -öyle sanıyorum. Şair çok kez hararet dolu karanlık içinde çalışır. Ama soğuk demircilik yapmanın da yararları var. Net olduğu için daha büyük cesaret sağlar bize. Günün birinde kaçamak bir dalgınlık ve daha sonradan kavrayamayacağımız kontrolsüzlük durumu üzerine olduğu gibi tartışmak zorunda kalmayacağımızdan eminiz. Bu düşünsel aydınlığa, yapım itibariyle karanlık oluşumdan çok daha fazla ihtiyaç duyuyorum. Benim için başlangıç durumunda belli bir karmaşıklığı olmayan şiir yoktur. Onu yaşam gücünü bilinçsizlik içinde kaybetmeden büyük açıklık içinde elde etmeye çalışıyorum."

-Jules Supervielle

Şiirlerinde çoğu zaman soyut anlamlardan ve imgelerden yararlansa da Edip Cansever de şiirde açık anlamı savunanlardan olmuştur.

"Şiiri açık-kapalı diye ikilendirmek yanlıştır. Kapalı şiir yoktur; olsa olsa şiire kapalı kişiler vardır. Tıpkı bilimde olduğu gibi; en yeni kanunların kapalılık, eskilerinin de açık seçiklik sanısını uyandırması gibi. Şunu da unutmayalım ki, bize her zaman ("her zaman"ı geniş anlamda kullanıyorum) kapalı olan bir şiire, "şiir" sözcüğünü uygulamak da yanlış olur kanımca. 

En yeni duygular, iletilmesi en güç olan düşünceler bile, şâirin elinde, açık seçik bir anlatıma (ifadeye) kavuşurlar. Demek oluyor ki, gerçek şiir aydınlıktır; ne var ki, bizim ona yakınlaşmamız oranında aydınlıktır.

Sonuç olarak şunu söylemek istiyorum : Evet, şiir biçimdir; değişik biçimler yaratma sanatıdır. Ama ben, şimdilik buna inanmak istemiyorum."

-Edip Cansever

Şiir ve Şair

Yüzyıllar boyunca şiir ne olmalı, şiir nedir ve ne değildir konuşulurken şairler de bu tartışmalardan nasibini almıştır. Tıpkı şiirin özünde, her kalemin ve her okurun yüreğindeki özel yer kadar bir sonuca varılamamışsa da şairin kimliğinde de ortak bir deyim kendini bulamamıştır. Kimileri için şair, toplumsal bir aktivist olmalıdır; kimileri için o bireyin ta kendisidir. Realistler şairin gerçekçi olmasını ister, romantikler ise hayalperest olmasını bekler. Neticesinde esas soru belki de şudur? Siz kim olmak istiyorsunuz?

"Şair, sadece, felakete uğramış ulusu için ağıt yakan, ağlayan biri değildir, onu ayağa kaldırmak için başını yükselten, toplum mimberine çıkan kahramandır da. Umutlandırandir, muştular saçandır. (...) Toplumların olağanüstü günlerinde, bunalımlı anılarında seslerini yükseltir şairler. Bu sese kulak vermeli; ancak, çağrıları da iyice denetlemeli. Çağrıları denetlemeli; çünkü şairler de halkı uyarırken bazen doğru olduğunu sandıkları yanlış fikirleri söyleyebilirler. Bir zaman sonra şairler bu yanlışlarını fark edip doğruyu da bulurlar."

-Sezai Karakoç

Poetikasında hem şiiri, hem de şairi açıklayan Octavio Paz'a göre şair, şiirsel eylemin temel öznesidir. Bununla birlikte sade biçim yaratma gayesine düşen şairin bir edebiyat işçisine dönüşerek yazmanın tüm keyfini kaybedeceğini de öğütler. Onun için biçim önemlidir, ancak esas olan şairin kendi sesini şiirleriyle iletmesidir.

"Şiir bilgidir, kurtuluştur, güç ve terkediştir. Dünyayı değiştirebilecek güçte bir eylemdir şiir, doğası gereği devrimcidir: Ruhun eğitilmesi ve içsel özgürlüğün yolu. Şiir bu dünyaya anlam kazandırır, onu yüceltir; bir başkasını yaratır. Seçilmişlerin ekmeği, lanetlenmiş lokma. Şiir ayırır, birleştirir. Yolculuğa davet, yuvaya geri dönüştür. Esin, soluk alma, bedenin eğitilmesi. Hiçliğe yakarış, yoklukla yapılan söyleşi: sıkıntı, acı ve ümitsizliktir onu besleyen. Dua, pişmanlık, tövbe, ilahî güce boyun eğiş, huzur bulma. Yücelik, kabulleniş, bilinçdışının yoğunlaşması. Irkların, ulusların ve sınıfların tarihsel açıklaması. Şiir tarihi reddeder. Nesnel çelişkilerin tümü onun içinde çözülür ve en sonunda insan, sadece bir ölümlü olmadığının bilincine kavuşur. Deneyim, hissediş, duygu, sezgi, yönlendirilmemiş düşünce. Değişimin sonucu, hesaplamaların meyvası. Üstün biçimde konuşma sanatı; ilkel dil. Yasalara boyun eğiş; öbürlerinin yaratışı. Çok eskinin taklidi, gerçeğin kopyası, İdea'nın kopyasının kopyası. Çılgınlık, sevinç sarhoşluğu. Çocukluğa geri dönüş, cennet ve cehennem nostaljisi, unutulma isteği, sürgün arzusu.

Tüm bu söylenenlerin içinde, onları doğrudan sahiplenen ve yaşayarak onlara hayat veren şairi nasıl görmemezlikten gelebiliriz? Onların hepsi yaşanmış hayatların ve çekilmiş acıların meyvalarıdır; onlara sıkı sıkıya sarılmaktan başka çare kalmaz bizlere; önce ilkine, sonra onu bırakıp ikincisine ardından da onu izleyene. Yaşanan deneyimler benzersizdir. Bu yüzden ortaya çıkmalarına neden olan kavramları aşarlar. O halde, asıl sorgulanması gereken, şiirsel deneyimin kendisi olmalıdır. Şiir eyleminin bütünlüğü ancak ve ancak şairin kendisiyle kurulabilecek aracısız ilişkiyle kavranabilir."

-Octavio Paz

Prof. Dr. Ahmet İnam'ın poetikasında şairin iki özelliği vurgulanır. Ona göre şair hem coşkulu, şen, özgür hem de iç sıkıntısıyla dolu, karamsar bir tabiata sahiptir. Duygularını şiire yansıtarak esas varlığını bulur, hakikate kavuşur. Bu konuda iki büyük şairden örnekler sunar.

"Şiir yazmak coşkudur hem de nasıl coşku!
Sürükler savurur dalgalandırır yapısı.
Dostlar, hanımlar, tâze olanlar, yok hiçbir kuşku,
Buyrun yalnız size açık şiir kapısı!"

-Goethe

 "İç sıkıntısı!- Gözü yaşlı istemeden,
 Darağaçları düşler, yakıp çubuğunu.
 Kibar canavar o, okur tanırsın onu
İki yüzlü okur,- benzerim, - kardeşim sen!"

-Charles Baudelaire

Pablo Neruda ise yayınevlerinin kapısını arşınlamakla geçen bir ömre eleştiriler yağdırır. Başkası için başkasına benzerek yazmak onu mutlu etmez. O dünyaya ve insana bakarak kendi sözcüklerini bularak kendini gerçekleştirmek ister.

"Karanlıkta yürümeli ve insan yüreği, kadının gözleri, sokaktaki yabancılar, alacakaranlıkta ya da yıldızlı bir gecenin ortasında hiç değilse şiirin bir satırına ihtiyaç duyanlarla karşılaşmalı... Bu beklenmeyene yapılan ziyaret, kat edilmiş tüm mesafelere, okunan her şeye, öğrenilen her şeye değerdir... Tanımadıklarımızın arasında kaybolmalıyız, o zaman ansızın bizden bir şeyleri sokaktan, kumdan, aynı ormana binlerce yıldır düşen yapraklardan toplayacaklar... ve yaptığımız şeyi özenle yükseğe kaldıracaklar.-... İşte o zaman gerçekten şair olacağız... O şeyde şiir yaşayacak..."

-Pablo Neruda

Elbette yazılmış ve halen yazılan poetikalarda bizlere yol gösterecek daha nice düşünce hazineleri saklıdır. Ancak biz bu yazımızda, kendi içimizde en çok sorguladığımız sorulara cevap niteliğinde deneyimler bulmaya çalıştık. Hâlâ daha eksik kalan, anlatılması ve okunması gereken birçok konu olduğuna inanıyoruz. Geri kalanlarını sizlerin de aklını fazla karıştırmamak adına başka bir sayımıza saklamayı uygun gördük. Umarız ki tüm bu kelamlar, sizlerin de şiir yazma serüveninize minicik de olsa bir ışık tutmayı başarmıştır.

Bu ay şair köşemizde sizlere Şükrü Erbaş'ın biyografisini sunuyoruz. Keyifli okumalar dileriz.

Şükrü Erbaş

Şükrü Erbaş, 7 Eylül 1953 tarihinde, Yozgat'ta dünyaya geldi. Annesi, Lalezar Hanım; babası Doğan Erbaş'tır. İlk ve orta öğrenimini Yozgat'ta tamamladı.

Şükrü Erbaş , şiir yazmaya henüz çocukluk yıllarında başladı. İlk karalamalarını lise yıllarında yaptığını ifade eden şair bu yıllarını acemiliklerle dolu yıllar olarak belirtirken bu yıllarına çok şey borçlu olduğunu dile getirmektedir. Hislerini ve kendi dünyasını dile getirirken şiiri tercih etmesini okuma tutkusunun bir sonucu olarak ifade etmektedir.

Kendi ustalığını yakalamasını mümkün kılan ve onun bir sanatçı olarak yetkinleşmesine giden yolda en çok hangi edebiyat eserlerinden faydalandığı sorusu için verdiği cevap oldukça uzundur. Ona göre sayısız isim saymak mümkündür fakat bu soruya: "Decameron Hikayeleri'nden, Binbir Gece Masalları'ndan, Yunus'tan, Karac'oğlan'dan, Cervantes'ten, Kafka'dan, Dostoyevski'den, Hasan Ali Toptaş'tan... Günümüzün en genç isimlerine kadar..."diyerek kendi sanat çizgisini etkileyen büyük üstat ve eser isimleri de vermekten geri durmaz.

1972 yılında Toprak Mahsulleri Ofisi'nde memur olarak çalışmaya başladı; Gazi Üniversitesi Eğitim Bilimleri Enstitüsü'nde öğrenim gördü. 1987 yılında mezun oldu.

Şükrü Erbaş, lise ikinci sınıftayken evden kaçar. İstanbul'a gitmek niyetindedir, fakat otogarda köyden tanıdıklar durumu anlayıp onu eve getirirler, gitmesine izin vermezler.

"Walter Benjamin der ki "Hayatta telafi edemeyeceğimiz şeyler vardır; on beş yaşında evden kaçmamış olmak gibi." Şefkatin ve güven duygusunun üstünü örtmediği bir çocukluk, o çocukluktaki sevginin boşluğu, ilk gençliğin çocukluktan büyük yalnızlığı... Bunların da daha sonra telafisi olmuyor. Geçmişte boşluklar bırakarak büyüyen insan, çok ileri yıllarda dönüp o boşluklara düşüyor. Aşk da trajediye dönüşüyor, baba acısı da, anne sevgisi de... Kurduğunuz her ilişkide, girdiğiniz her işte, bu açık yara sizden payına düşeni istiyor." 

Henüz lise ikinci sınıftayken ailesinin isteğiyle komşu kızı Hatice Hanım ile nişanlandırılır. Lise eğitimi biter bitmez, evlenirler. Barış ve Esin ismini verdikleri iki çocukları dünyaya gelir.

1984 yılında başladığı edebiyat hayatının ilk yıllarında, Yarın dergisinde kurul üyesi olarak yer aldı. Edebiyatçılar Derneği'nde 1993-1995 yılları arasında genel sekreterlik, 1998-1999 yılları arasında başkanlık yaptı. İlk şiiri 1978 yılında, Varlık Dergisi'nde yayımlanan sanatçı; "Yolculuk" adlı şiir kitabıyla, 1987'de Ceyhun Atuf Kansu şiir ödülüne layık görüldü.

Şiir, edebiyat ve yaşam üzerine denemeler de yazan Şükrü Erbaş, denemelerini "İnsanın Acısını İnsan Alır" ve "Bir Gün Ölümden Önce" adlı kitaplarında toplamıştır. Aynı zamanda yazarın 1998 yılında yayınladığı "Gülün Sesi Gül Kokar" adlı düzyazıdan oluşan bir kitabı daha bulunmaktadır.

Sanatçının gerek şiirlerinde gerekse deneme yazılarında, bilinçli bir dil işçiliğine dikkat çekmek gerekir. Şükrü Erbaş, şiir dili ve günlük konuşma dili arasındaki bağın, dilin ritim ve inceliklerinin doğru kullanılmasıyla zenginleşeceğine vurgu yapar. Türkçe'yi güzel kullanan ve bunun için titiz davranan şair, dili oluşturan ritmik değerin ve anlam yelpazesinin organik bütünlüğüne özenle dikkat eder. Şiirlerinde lirik bir coşkuyla bütünleşen güçlü imgeler de dili kullanmadaki başarısına örnek gösterilebilir.

"Şiir bir tedirginlik sanatıdır, yakınlıktan da uzaklıktan da aynı pişmanlığı duyar. Ve devam eder: Kenar mahallelerin geri dönüş saatleridir şiir. Kasaba kahvehanelerinde, dışarıya hiç bakılmayan pencerelerdir. Önüne bakan insanların kat ettiği yollardır. Bir çocuk bakkaldan çıkıyor, avucunda küçücük bir güneş; şiir, çocuğun bakkala girişidir. Yoksulluğun, arka cebinde taşıdığı aynadır. Kalbinin insana o bağışıdır ki, sinema afişlerinin yalana döndüğü yerde, insanın elinden tutar. Işıkların değil, gölgelerin türküsüdür. Bir kadının kirpikleriyle çizdiği gözyaşı haritasına, adamın kuramadığı cümledir şiir. Annelerin güneşe serdiği kış yataklarıdır. Tenha evlerin, sokaklardan hıncını almasıdır."

"Beni şiire genellikle bir küçük ayrıntı, herkesin geçip gittiği silik bir görüntü götürür. Kalabalıklar içine sıkışmış bir sessizlik, doğayı çın çın işleyen bir yalnızlık, bir gözyaşı kurusu, tedirgin parmaklar, kekeleyen bir ses, bir hançer gibi eğri alın çizgileri, düğüm düğüm kirpikler, düştüğü yeri oyan bakışlar, vazgeçişin menevişlendiği bir yüz, kimsenin duymadığı bir iç çekiş... Her biri onlarca öykü anlatan bu ince ayrıntılardan giderim, gitmeye çalışırım, insanın evrensel gerçeğine, toplumun hali pür melaline."

Şükrü Erbaş'ın özel ve pek öne çıkmayan yönlerinden biri de halk türkülerine olan sevgi ve ilgisidir. Pek çok sanat dalıyla ilgilenmesine karşılık türkülerin ondaki yeri ayrıdır. O türküleri insanı özetleyen , onun anlatılamayan duygularının ve özlemlerinin tercümanı olarak görerek kendi şiirlerinin bir izdüşümü, beslenme pınarı olarak görür.

Erbaş, halen PEN Yazarlar Derneği üyesidir.

Bu ay Mürekkeb-i Mülhem'den bu kadar. Gelecek ay yeni şiir sayımızda yeniden burada görüşmek ümidiyle...

Bạn đang đọc truyện trên: Truyen2U.Pro