Miss You

Màu nền
Font chữ
Font size
Chiều cao dòng

Seni ilk gördüğümde doktorun odasından ağlayarak çıkıyordun. Ağlarken bile o kadar güzeldin ki koluma girip bana destek veren hemşire dürtmese saatlerce seni izleyebilirdim. Uzun saçların gözlerini kapatsa bile ağlamaktan kıpkırmızı olmuş gözbebeklerin ve ıslanmış kirpiklerini gizleyememişti ya da ben çok dikkatliyim bilmiyorum.

Sen koridorda gözden kaybolurken peşinden gitmek istedim fakat benden sorumlu olan hemşire izin vermedi. Fazla yürümem beni yorgun düşürürmüş. Oysaki şimdi düşünüyorum da peşinden saatlerce koşup yorgunluktan bayılsam dâhi bir gram pişmanlık duymazdım. Sonuçlarının böyle olacağını bilsem bile.

Seni ikinci görüşüm tam bir ay sonrasıydı. Beğendiğim uzun saçlarını kısacık kestirmiş üstüne onları saklamak için kocaman bir şapka takmıştın. Yine ağlıyordun. Tanışmamış olsak bile ben gönlümü sana çoktan kaptırmıştım.

Yanındaki doktorla beraber koridorun sonundaki tek kaldığım odama girmiştiniz. Yüzünü incelemekten dolayı elindeki küçük valizi görememiştim. Yoksa sende mi hastasın? Umarım benim hastalığım gibi ölümcül değildir zira senin ölümünü görmek bu hayattaki en büyük acım olabilir.

Hemşirenin desteği ile odama giriyorum. Hemen yanımdaki yatağa çoktan yerleşmiş ve yatağın yanındaki komodine ufak tefek oyuncakları diziyordun. Seni korkutmamak için duvar tarafındaki yatağama yavaşça oturuyorum. Gökyüzünü izlemeyi sevsem de yükseklik beni korkutuyordu, bu yüzden cam tarafındaki yatağa geçememiştim.

İyiki geçmemişim. Görünüşe göre hayli sevmişsin orayı. Gözlerin ağlamaktan şişmiş bile olsa gökyüzüne bakarak gülümsüyorsun. Bembeyaz inci gibi dişlerine hayranlıkla bakıyorum. Sen kusursuzun somut bulmuş hâlisin bana göre.

Sonunda beni fark ediyorsun ve yüzündeki gülüşü hemen siliyorsun. Oysaki ben gülüşünü solduran değil çoğaltan olmak istiyordum. Yine de bozuntuya vermedim ve konuştum. "M-merhaba, ben Wonho. Ya sen?" Uzun süredir konuşmadığım için sesim pürüzlü çıkmıştı. Utandığım için kulaklarım hızla kızardı.

Komik bulmuş olmalısın ki kıkırdadın. Benimle dalga geçerken bile güleceksen sürekli dalga geçmeni istedim o an. Kıkırtın kulağıma dolan en iyi melodiydi çünkü. "Ben de Hyungwon." dedin. İsmini sonunda öğrenmenin sevinciyle kocaman gülümsedim.

Kocaman bir kahkaha attın. Gülüşüm donarken şaşkınlıkla sana bakıyordum. Kalbim sanki daha fazla hızlanacağı varmış gibi daha da hızlanmış ve göğsümü dövmeye başlamıştı. Sen... sen çok güzeldin.

"Tavşana benziyorsun." demiştin. Tavşan lakabından nefret etsem de senin demen ile tüm nefretim sönmüştü.

Sonraki günlerde sohbetlerimiz gittikçe artmıştı. Sana daha yakındım. Her gün hemşire olmadan bahçeye çıkıyor bize ait kıldığımız banka oturuyorduk. Zavallı bank şimdiden isimlerimiz ile dolu karalamalara sahipti.

Bana gün geçtikçe hayatını daha detaylı anlatmaya başlamıştın. Sende benim gibi kanserdin neyseki erken fark etmiştin, bu yüzden kurtulma şansın çok yüksekti. Ben ise son evresinde fark etmiştim. Belkide son aylarımı yaşıyordum. Tüm okulu etkileyeceğim diye gece gündüz çalışarak yaptığım kaslarım erimiş, kemiklerim sayılacak hâle gelmişti. Önceden aynaya her dakika bakan ben, şimdiyse odamdaki tüm aynaları kaldırtmıştım.

Seni çok seven bir ailen var, her gün seni ziyarete geliyorlar ve motivasyon verici sözler söylüyorlardı. Bense sadece bakmakla yetiniyordum. Bu zamana kadar yalnızdım, bu yüzden artık zoruma gitmiyordu yalnızlık. Zaten kim son aylarını yaşayan birinin yanında olmak isterdi ki?

Doktorun yanından geldiğimde beni bekliyordun. Sana mutlu bir haber vermemi bekliyordun fakat bunu yapamadım. Doktor bana artık son günlerimi yaşadığımı ve bu yüzden son zamanlarımı hastanede yaşamak yerine dışarıda gönlümce eğlenmemi söyledi.

Sana son kez bakıyordum Hyungwon. Sen yavaşça toparlanırken ben gittikçe çöküyordum. Artık yataktan dahi kalkamayacak hâle geldiğimde ağlayarak bana bağırıyordun. Neden sana bahsetmediğimden yakınıp duruyordun.

Özür dilerim hyungwon, seni üzmek istemiyordum. Daha da batırdım sanırım. Beni sevmediğini biliyordum, sana duygularımı çok söylemek istedim fakat yapamadım. Sen yanı başımda benim için ağlarken seni daha çok üzmemek için söyleyemedim.

Bu mektubu doktoruma vereceğim. Ben öldükten sonra sana iletmesini rica edeceğim. Şu an okuyorsan anlamış olduğun üzere ben çoktan ölmüşüm Hyungwon.

Bilmiyorum, belki iyileşseydim bizden olur muydu yoksa yine mi ayrı düşerdik. Buna daha fazla kafa yormayacağım. Son kez, seni seviyorum Hyungwon, ölümün eşiğindeyken bile seni seviyordum, öldükten sonra da seveceğim.

Sevgilerle Shin Wonho, Tavşanın.

Hyungwon, hıçkırarak elindeki mektubu sıktı. Büyük bir sevinçle geldiği hastaneden ağlayarak dönüyordu. Tavşanını görmek istediği için odasına heyecanla girmiş fakat odayı toplayan hemşireyle karşılaşmıştı.

Gözünden bile sakındığı Wonho'su ölmüştü. Hem de ona veda etmeden. Sırtını hastane duvarına yasladı ve kayarak yere oturdu. Hıçkırıkları susmadan devam ediyor ve gittikçe artıyordu. Kriz geçiriyordu.

Boş koridorda kocaman bir çığlık attı ve boştaki eliyle yere vurmaya başladı. Kendini kaybediyordu. Hemşireler onu sakinleştirmeye çalışsa da bit işe yaramıyordu. Sonunda tek çareyi sakinleştirici iğne vurmakta buldular.

Hyungwon, bilincini kaybederken son gördüğü şey önünden geçen üzeri beyaz örtüyle kaplı bir sedye ve sedyeden sarkık kırmızı bileklik takılı koldu.

"Bu da ne?" Wonho merakla sordu. Hyungwon ona gülümsedi ve kırmızı bileklikli bileğini ona göstererek "Bak, aynısından bende de var. Bu bir tür dilek bilekliği. Eğer bu bileklik koparsa dileğin gerçekleşecek." heyecanla anlattı. Wonho, onu tüm ilgisiyle dinlerken bileğini uzattı ve takması için birkaç kez kolunu salladı. Hyungwon onun kabul etmesi ile kocaman gülümsedi ve bilekliği taktı.

"Dileğim, bu bilekliğin koptuğunu görmek ve seninle yaşlanmak." Wonho bunun imkânsız olduğunu bile bile söyledi.

○●○●

Angst yazmak hem üzüyor hem de mutlu ediyor beni. Neyse, umarım beğenmişsinizdir.

Bạn đang đọc truyện trên: Truyen2U.Pro