17| ölüm meleği.

Màu nền
Font chữ
Font size
Chiều cao dòng


0017. BÖLÜM ON YEDİ

— ölüm meleği.

───── Kelime | 8300 ─────

Kalabalık girişi atlatıp tek başına kaldığı merdivenlerde, geniş basamakları dikkatlice inmeye koyulmuştu Melora. Yapmış olduğu düşük topuzundan, yüzünün ön kısmının iki yanından çıkardığı tutamları serçe parmağıyla geriye itmişti. Duvarların arasındaki hüküm süren sessizliği; sürdürmekte olduğu telefon görüşmesi ile giymiş olduğu topuklularla bozmaktaydı. Bugün, günlük sıradan görünüşünden kurtularak bir başka tarza yönelmişti. Dolabındaki, neredeyse terk edilmeye bırakılmış elbiselerinden birini giymişti. Spor ayakkabıları veya botları ayağında ona eşlik etmiyordu. Hafif bir makyajdan daha çok, belirgin bir makyajla noktalarken uzun bir aradan sonra ilk defa kendini şımartmıştı genç kadın.

Melora'ya göre, dedektifliğin ondaki en kötü yanı; hiçbir zaman kendini şımartacak doğru dürüst vakti bulamamasıydı. Bazen yaşadığı yoğunluktan dolayı kadın olduğunu hatta insan olduğunu bile unutuyordu. Bir robot gibi, aynı şeyleri tekrarlıyordu. Arada adımlarını yavaşlatıp, kendine, ne olduğunu hatırlatması gerekiyordu. Bazen, diğer kadınları özeniyordu bu konularda.

"Bunun için tekrardan üzgünüm Sherard." Son basamağı atlattığında telefonun öbür ucundaki adama, mırıldanarak üzgünlüğünü yansıtmıştı. Eli, elbisesinin ön açıklığındaki boşluğu tamamlamak için boynuna bağladığı fularına gitmişti. Olduğu durumdan rahatsızlık duyduğundan, beden dili otomatik olarak kendini rahatlatmak adına fularıyla oynamasını sağlamıştı. Sarışın dedektifle bir buluşması vardı, söz verdiği gibi. İzinli oldukları bugün, planlarının başlangıcında birlikte kahvaltı yapmak vardı. "Planımızın bir sonraki adımına yetişmeye çalışacağım ama."

Adamın, mekanikle karışan sesi kadını anlayışla karşıladığında her ikisi de konuşmayı bitirmişti. Boyalı dudaklarını birbirine bastıran Melora, telefonunu çantasına atmadan önce saati kontrol etti. Sherard için oldukça kötü hissediyordu kendini. Sarışın adamı sürekli erteleyip ekiyordu. Bu durumlara karşı nazik bir yaklaşımda bulunsa da, her insan gibi geri plana itilmekten haz almadığını biliyordu Melora. Dile getirmiyor ya da hal ve hareketleriyle göstermiyor olsa da, ekilmek kimsenin hoşuna gitmezdi. Özellikle, Sherard'ın ona karşı atmakta olduğu adımlarını görmekteydi.

Nasıl bir yaklaşım sergilemesi gerektiğini halen daha bilemiyordu Melora, aralarını iyi tutmak istiyordu ama. Sherard'ın, hayatından çıkmasını istemezdi. Her ikisi için de doğru adımlarda bulunmalıydı. Atılacak küçük bir yanlış adım, tepetaklak yapabilirdi aralarındaki ilişkiyi.

Düşüncelerden uzaklaşmak için sıkıntılı bir nefes bıraktı genç kadın. Elini sonunda fularından çektiğinde, tekrardan önüne düşen tutamları geriye itiştirdi. Sonunda alt katta ve alt katın beyaz ve temiz koridorundaydı. Buradan sonrasında nereye gideceğini pek de bilmemekteydi Melora. Adamı bulabileceği yerlerin aklında ufak bir haritasını çizerken, doğruca koridorun ucundaki kapıya doğru attı adımlarını.

Yolu yarılayıp halen daha düşünce bulutlarıyla uğraşırken, hedeflemiş olduğu koridorun kapısının aralanmasıyla düşünlerini bir köşeye itti. Kapının ardından çıkan kumral kadın; beyaz önlüğü içinde, dağınık bir at kuyruğuna sahipti.

"Günaydın Molly." Tüm içtenliği ile sözcüklerini dillendirirken, beyaz önlüklü kadın için sıcak bir gülümseme sundu Melora. Sherlock sayesinde tanışmışlardı Molly'yle. Sherlock'un hayatında, Bayan Hudson ile polisler dışında başka kişilerin de yer aldığını öğrenmişti bu sayede genç dedektif. Ve, Molly'yi sevmişti. Kalbinde kötülük yoktu ve içerisinde güzel bir saflık yer alıyordu.

Molly, dalgın bakışlarını boşluktan çektiğinde yaklaşmakta olan kadına odaklanabilmişti sonunda. Melora'nın, onun için sunmuş olduğu gülümsemeye aynı şekilde karşılık vermişti. Ama bu, biraz daha yorgunca olmuştu kadın için. Boştaki elini alnına götürüp şakaklarını ovuşturduğunda, sonunda karşı karşıyaydılar. "Günaydın Melora."

"Yorgun görünüyorsun." Kaşlarını istemsiz çatarken kahverengilerin altında oluşan uykusuzluk halkalarına bakındı. Uykusuz ve yorucu bir gece geçirmiş olmalıydı. Eve gidip uyumak için can atıyor olmalıydı ki tahmini olarak yakın bir zamanda eve gideceğine de oldukça emindi Melora. Bu yüzden, elinde tutmuş olduğu kupadaki kahvenin kendisi için olmadığını biliyordu.

"Arkadaşımın yerine gece mesaisine kaldım. Yorucu bir mesaiye." Bitkinliğini belli eden mırıltısı eşliğinde omuzlarını düşürdü Molly. Melora'nın yaklaşımına karşı dostça baktı elalara. Fakat elaların, onaylarca bakmasının ardından kahveyi işaret etmesiyle bakışlarını elindeki kupaya indirdi. Biraz önce olanlar aklına tekrardan nüfuz etmişti.

Kadının yüzündeki yorgunluğu gördüğü gibi bir anda oluşan kırgınlığı da yakalamıştı. Belki Molly ile çok zaman geçirmemişti ama durumlara göre verdiği hal ve hareketlerinin bir kısmını çözmüştü. Yardımcı olabilmek adına, konuya direkt dalmak yerine yavaşça yaklaşma taraftarı oldu mırıldanarak.  "Tahmin etmemi ister misin?"

"Hayır..." Gülümseyip, bakışlarını kahveden çekti ve omuzlarını silkti. Melora'nın destekleyici ifadesiyle karşılaşmıştı bu sefer. İlk tanıştıklarında anlaşamayacağını düşünüyordu ama şimdi, oldukça iyi dostlardı. Sadece, Sherlock'un yanında olmasından rahatsızlık duymuştu. Çünkü, adamın anlaşabildiği iki kadından biriydi ve Melora hayatlarına girdiğinde bu sayı üçe çıkmıştı.

Özel oluşunu yitirmiş gibi hissediyordu ve ayrıca, Sherlock'u beğeniyordu. Aralarındaki var olan iletişim kadını özendirirken, Sherlock'un Melora'ya karşı diğer herkese davrandığından biraz daha farklı davranmasını kıskanmıştı. Fakat, Melora'nın iyilik dolu yaklaşımına karşı tüm bunları boş vermişti. Şimdi, dertleşebileceği güvenilir bir arkadaşı vardı. "... Yorgunluğumun getirdiği dalgınlıkla kahveyi yanlış hazırlamışım. Beni azarlamakta haklı."

Sesi, yorgunluktan daha çok, kırgınlıktan kısık çıkmıştı Molly'nin. Bulundukları ortama sessizlik çökerken her iki kadında, kimin hakkında konuştuklarını gayet iyi biliyordu. Sherlock, o her zamanki formundaydı. Sadece, Melora'nın gözlemine göre, özellikle bugün daha özeldi bu formu. Sherlock'u, sabah koşudan dönerken evin sokağında yakalamıştı Melora. Küçük çaplı, önemsiz bir laf çakışması yaşadıktan sonra kendi yollarına dönmüştü her biri.

"Bak, onu takma. Özellikle bugün. Tersinin de tersinden kalkmış gibi." Uzanıp kadının kolunu tuttu ve destek verircesine okşadı. Elaları kolundaki saatine kaydığında, daha fazla oyalanmaması gerektiğini hatırlattırmıştı kendine. Kadının moralini son kez, biraz daha yerine getirmek için elindeki kupayı işaret etti. "Boşa gidecekse ben alabilirim. Biraz sonra oldukça ihtiyacım olacakmış gibi geliyor.

"Emin misin, yani, tabii ki alabilirsin ama içebilecek misin?" Molly gülümserken, burnunu buruşturarak kahveye baktı. Sherlock'un öfkeli homurtuları arasından kahvenin oldukça şekerli olduğunu anlamıştı. Melora'nın da ağzının tadını bozmak istemezdi.

"Kahve kahvedir benim için Molly. Ayrıca, içemezsem Sherlock'un kafasına fırlatırım. Hazır hastanedeyiz, çabuk çözüm olur." Sol gözünü kırparken kadına karşı, uzatmış olduğu kahve dolu bardağı kendine aldı Melora. Sözcükleri bir şakadan ibaretti tabii ki ama Sherlock'a, ciddi anlamda bir şeyler fırlatma isteği besliyordu, sürekli. Adamın o an ki verdiği tepkileri seviyordu. Bir keresinde; yaptığı kağıttan uçağı şans eseri, zihin sarayında gezinen Sherlock'un kafasına isabet etmişti. Gününün geri kalanını adamın dairesinden uzak durarak geçirmişti ve bu biraz, Melora için izin günü gibi bir şey olmuştu.

Molly'nin genç kadına, 'sen çok kötüsün' mırıldanmaları sonrasında Sherlock'un olduğu odayı söylemişti. Teşekkürlerini iletirken, Molly'nin yanından, aldığı kahveyle ayrılmıştı. Bir sonraki beyazlar içerisindeki koridora geçiş yaparak sondaki kapıya ilerledi. Soğuk kapı kulpunu kavradığı sıra, kapının boylamasına uzanan dar penceresine kaymıştı ela gözleri.

Takımının ceketinden kurtulmuş olan adam, beyaz gömleğini sergilemekteydi vücudunda. Gömleğinin kollarını dirseklerine kadar kıvırmış, kadavranın üstünde durarak boğma hareketleri sergilemekteydi. Bir başkası bu görüntüye şahit olsa, davranışı anormal olarak nitelendirip panikleyerek hastaneyi ayaklandırırdı. Doğru karar olurdu zaten fakat söz konusu Sherlock olunca, anormallik normale ekleniyordu.

Sadece göz devirme ve gülümseme ile kapıyı açarken, içerideki sessizliği bozmuştu. Topukluları dört duvarda yankılanmış, kapının kapanışı da tüm bunlara eşlik etmişti. Yalnız kaldığını düşündüğü odanın içinde, oluşan hareketlilik Sherlock'un dikkatini çekmişti ki omzunun üstünden, gelen kişiyle bir bakış paylaştı. Melora'yı görmeyi beklemediği için siyah saç kıvrımlarının altından şaşkınlıkla parıldamıştı mavileri.

"Neden buradasın?" Bakışlarını kadının üzerinden çekip mırıldanmıştı kendince adam. Melora'nın Sherard'la bir buluşması olduğunu biliyordu. Sabahki son karşılaşmalarında öğrenmişti. Açıkçası çağrısıyla, buluşmayı ekip yanına geleceğini sanmıyordu. Özellikle tartışmaları üzerine inatlaşıp, gün boyunca iletişime geçmeyeceğini düşünüyordu genç kadının. Ama Melora, çoğu zaman düşüncelerini mat etmeyi seviyordu.

Masalardan birinin üstüne çantasını bırakırken, adamın olan tavrına karşı ela gözlerini devirme atağına engel olamamıştı. Sadece, elindeki kahve kupasıyla usulca Sherlock'un yanına ilerledi. Çelik ünitede yatmakta olan kadavranın üzerinde durmaktaydı adam. Her iki eli de, ölü adamın boğazını sarmaktaydı. Bir çeşit, boğma ve boğma sonrası deneyi yapmaktaydı.

"İstemiyorsan gidebilirim..." Adamın bakışlarını yakalamak için hafifçe öne eğilirken mırıldandı Melora. Eğilmeden dolayı, özgürlük kıldığı iki tutamı gözlerinin önünde hizalanmıştı. Ama onları umursamadı, çünkü umursadığı tek şey şu an; Sherlock'un, ona bir çocuk gibi darılmış olmasıydı. Sabah onu başından savmıştı, çakışmaları da bu yüzdendi. İstemeden kırmış olmalıydı. "... ama hatırlatmam gerekiyorsa; beni, tek bir mesajla buraya çağıran sensin."

Melora'nın sözlerini duymazdan gelme taraftarı olarak, ölü adamın boğazındaki ellerinin sıkma gücünü daha çok arttırdı. Umursamazlığını sürdürmek istese de Sherlock, sessizleşen odanın tekrardan sessizliğinin bölünmesiyle mavi bakışlarını Melora'ya yöneltmişti. Ön planda kalan ela gözlerini yakalarken kadının, beyaz kupanın içindeki içeceği sesli bir şekilde içmesine kaşlarını çattı.

Sherlock'un dikkatini çekebildiği için keyiflenen Melora, kupanın ardından kaşlarını kaldırıp indirmişti. Kazanmış olduğu gülümsemesini göstermek için bardağı dudaklarından çekerken, aldığı tatla yüzünü buruşturdu bir anda. Molly'nin söylediklerini tamamen unutmuştu Sherlock'la ilgilenirken, yoksa birden içmezdi o kadar şeyi. Kahve gerçek anlamıyla içilecek gibi değildi. Fazlasıyla şekerliydi ki şeker konulduğu unutulup tekrar tekrar şeker konmuş olmalıydı içerisine.

Bardağı hızlıca masanın üstüne bırakıp yüzünü toparlamaya çalıştı. Ağzındaki tadı dağıtmayı umarak kapının yanındaki masaya ilerledi ve üzerine koymuş olduğu çantadan suyunu çıkardı. Tüm bunlara karşı gözlerini deviren Sherlock, kadının haline gülmüştü. Bakışları ilk olarak bardağın üzerine gitmişti. Melora'nın bıraktığı ruj lekesi beyaz bardağın üstünde oldukça belirgindi. Kulpun olduğu hizadaki ağız kısmındaki kırıktan, bu bardağın biraz önce onun için hazırlanıp getirilen kahveyi barındırdığını anlamıştı.

Bakışlarını şeker kazanına dönmüş kahveden çektiğinde Melora'ya odaklamıştı. İlk geldiği zaman üstünde durmamış olsa da kadın gayet güzel bir iyi görünüşe sahipti. Giymiş olduğu elbiseyi ona yakıştırmıştı. Kadını en son elbiseli olarak, kanlı falcıda görmüştü. Göz alışıklığı olmadığı için haline, afallamıştı ama toparlamıştı kendini çabucak.

Mavi kadife elbisesini iyi hatırlıyordu, kadının üzerinde iyi durduğunu da net hatırlamaktaydı. Elbiseyi giymesi için Melora'yla küçük çaplı bir atışma yaşamışlardı. Katilin istediği gibi bir kadın olması gerekiyordu ve istediği tip; cezbedici olanlardı. Melora için oldukça zorlu bir durum olduğunu biliyordu. Güzel bir kadındı ama o zamanlar bunu saklıyordu dış dünyaya ördüğü duvarlarla. Onları yıkmak Sherlock için kolay olmuştu, bunu Melora'da istiyordu çünkü.

"Sherard'la buluşacaktın değil mi?" Bakışlarını daha fazla Melora'nın üstünde gezdirmekten sakınıp önüne döndü. Kendini işine bir kez daha odakladığında, ellerini kadavranın boğazından çekip sırtını gerdi. Aldığı boğma pozisyonunda, uzun zamandır durduğundan sırtında hafif bir sızı oluşmuştu. Sızıyı umursamayıp kadavranın yattığı üniteden indi ve yakınındaki masadan, bırakmış olduğu kişisel eşyası olan feneriyle büyütecini aldı.

"Bir kahvaltı planımız vardı fakat, şu an, kahvaltıda olmak yerine senin yanındayım." Şişesindeki sudan son yudumu da aldığında her bir sözcüğü vurguladı. Omzunun üstünden Sherlock'un ne yaptığına bir bakış atmıştı. Bulunduğu bu hamleyle, küçük bir göz teması kurmuştu adamla. Ama her ikisi de aynı anda bakışlarını birbirlerinden çekip, önlerindeki işe dönmüştü.

"Farkında olmadan seni kurtardım demek." Beyaz gömleğinin, dirseğine kadar katlamış olduğu kollarını düzeltirken ses tonunda alaycılık kırıntıları barındırmıştı Melora için Sherlock, kadının yaptığı gibi aynı şekilde sözcükleri vurgularken. Sherard'la olmasının, Melora için hâlâ iyi bir karar olduğunu düşünmüyordu.

Kırmızıyla boyalı dudaklarını birbirine bastırırken, Sherlock'un söylediklerine kaşlarını çattı genç kadın. Ortada, kurtarılması gereken bir şey yoktu. Sherard'la takılmayı seviyordu, eğlenceliydi. İzin günüydü, istediğini yapabilirdi ve Sherard'la geçirmeyi tercih etmişti. Bu sefer izin gününde, davalarla uğraşmak yerine kendi hayatına zaman ayırmak istiyordu.

"Biliyor musun, bir şey demeyeceğim." Umursamazca geri savurdu adamın sözcüklerini elindeki şişeyi çantasına atarken. Güne olan keyfi bir anda kaçmıştı. Sherlock'la Sherard'ın arasındaki uyuşmazlık, istemedikleri halde kadına dokunuyordu. Bir tarafı seçmesini istiyorlarsa onlara bunu vermeyecekti. İki adamda onun için değerli iki dosttu, ne Sherlock'la arasına mesafe koyabilirdi ne de Sherard'la. Birbirlerine tahammül edememeleri onların sorunuydu artık.

"Haklı olduğumu söylemene gerek yok Melora, çünkü biliyorum." Kadının geri savuruşunu umursamadan keyifli bir şekilde yerinden tekrardan doğruldu ve küçük bir bilmişlik gülümsemesi sundu ortama. Ölü adamın boynunda oluşan morlukları analiz etmesi bitmesinden dolayı mavilerini öndeki bir başka kadavraya odakladı. Hızlıca, Melora için kadavrayı işaret etti. "Şimdi bunu taşımama yardım et de arkadan boğma çalışması yapayım."

Melora'nın herhangi bir şey söylemesini beklemeden, odaklı bir şekilde işaretlenmiş olduğu kadavranın yanına geçti. Beyaz çarşafı beline kadar açarken adamın yüzünü de ortaya çıkarmıştı. Önceki kişiye göre biraz daha yaşlı biriydi.

Üst dudağını ısırıp etrafını kontrol eden Sherlock yakınındaki, kesici alet edevatlarının bulunduğu tekerlekli küçük ünitenin üstüne elindeki eşyalarını bıraktı. Kadavranın yattığı çelik ünitenin baş kısmına geçerek, adamın omuzlarından kaldırmak için ittirmeye koyulmuştu. Ancak, ölü bedenin de kendine göre bir ağırlığı vardı. Melora'nın da gelip, yardım için ona katılmasını beklerken, odanın içinde kendi hareketliliği dışında hiçbir hareketlilik yakalayamamıştı.

Sherlock'un bakışlarını tekrardan üzerinde yakaladığında elalarını devirmeden duramamıştı Melora. Başını olumsuzca iki yana sallarken göğsünün üstünde bağladığı kollarını çözdü. Yanındaki sandalyeye uzanıp kendi için çekti. Sherlock'a yardım etmek için yanına gitmek yerine çektiği sandalyeye, elbisesinin etek kısmını düzelterek oturdu.

Buraya, boş yere geldiğine inanamıyordu, kendini yormuştu acele edip planlarını bozarak. Sherlock için, önemli bir şey olduğunu düşünmüştü ama her şey koca bir hiçti. Sırf, Sherard'a inatla kendini memnun etmek için çağırmıştı yanına. İnatlaşmak istiyorsa, Sherlock'a bunu verecekti Melora.

"Tarih müzesindeki Silah ve Zırhlar sergisine bilet aldık Sherard'la." Kirpiklerine çarpan saç tutamlarını başını iki yana sallayarak savuşturmuştu, Sherlock'a 'boş bilgi' sunarken. Sonuçta bunlar adam için boş bilgilerdi.

Ölü bedenle uğraşmakta olan Sherlock, hareketlilik düzenini hiç bozmadı kadının konuşmasıyla. Yaşlı bedenin sırtını dikleştirmesiyle arkasına geçip sol kolunu boynuna sardı. Boşta kalan eliyle kolunun sıkma kuvvetini daha çok arttırmıştı. Gözü ters dönen saatine iliştiğinde, düzeltme gereği duymuştu. Böylece boğma işleminin dakikasını rahatlıkla hesaplayabilirdi.

"Roma İmpartorluğu'ndan yeni zırh örnekleri sergiliyorlarmış. Etkileyici olsa gerek." Adamın boğazındaki sıklığı arttırırken, arkasında kalan hareketliliğe omzunun üstünden baktı. Sadece sandalyesini düzeltmiş ve eline oradaki dosyalardan birini almıştı kadın. Üstünde hissettiği bir çift gözü umursamayan Melora, Sherlock'a bakmadan bileğindeki saati gösterdi. "Bir gözün saatte olsun. 20 dakika içinde benimle ne yapacaksan yap, sonra yanında olmayacağım."

Melora'nın ardından her ikisi de sessizliğe gömülmüştü. Elindeki hasta kayıt dosyasına öylesine göz atmaktaydı kadın. Bileğindeki saatine tekrardan baktı ve elini, boynundaki fularına attı. Sessizliklerinin üzerinden uzun bir zaman geçmemişti ki oldukları odanın kapısı açıldı. Beyaz önlüklü, esmer bir genç adam içeri girerken peşinden de bir sedyeyi sürüklemişti.

Melora'yı gören Marcus, kadına bir gülümseme sunarken tek eliyle onu selamlamıştı. Peşinden sürüklediği sedyenin kontrolünü kaybetmesiyle tekrardan önüne dönmesi bir olmuştu ama. Genç adamın ardından gelen Molly, stajyeri onaylamayarak başını iki yana salladı. Bu halleri Melora'nın gözünden kaçmamıştı ortama hoş kıkırtısını bahşetmişti.

Sedyeyi Melora'nın önüne çektiklerinde genç kadın oturduğu yerden ayaklanmıştı. Çantasını ve Sherlock'un gömleğini masanın üstünden alırken Molly ve Marcus'un çalışma alanından çıkmıştı. Yer değişiminde bulunurken Sherlock da elindeki işi bitirmiş, Melora'nın yanına ilerlemişti. Parmakları, gömleğinin kollarını düzeltmekle uğraş içerisindeyken kadının uzatmış olduğu ceketini birazcık bekletti.

Molly, Sherlock'un üzerinde tuttuğu bakışlarını daha fazla dikkat çekmemek için hızla çekmişti. Marcus'a dönerek, yapması gerekenlere devam etmesini belirtmişti. Onu gözlemlemekle sorumlu olan kadını başıyla onaylayıp sedyede yatan ölü adamın yüzünü açtı. Gömlek kollarıyla işi biten Sherlock, Melora'nın uzatmış olduğu ceketi üstüne geçirirken kaşlarını çatıp başını yana yatırdı. Böylece, gözüne takılan adamım eline daha iyi bir açıyla bakmıştı.

"Bu ceset ne zaman otopsiye gidecek?"

"Hiçbir zaman." Bakışlarını Marcus'tan çeviren Molly, kaşlarını çatarak anlamsızca Sherlock'a bakmıştı. "Cenaze evi almaya gelecek. Yaklaşık bir saat önce öldü..."

"Kalp krizi." Molly'nin konuşmasını bitirmesine izin vermeden kendi tamamlamıştı kadının sözlerini. Her biri sessizleşirken Marcus, elindeki dosyadan başını kaldırarak adama şaşkınlıkla baktı. Sherlock'a olan şaşkınlığından dolayı ortamda yeni olduğunun farklılığını gözler önüne seriyordu. "Evet. Nereden biliyorsun?"

"Hastanın kafasında küçük mavi bir nokta var." Melora, Sherlock'tan önce davranarak Marcus için boştaki eliyle, ölü adamın seyrekleşmiş beyaz saçlarını işaret etti. Tüm bakışları üzerine toplarken Sherlock'un da dikkatini üzerine çekmişti. "Saçının hemen bitiminde. Bu radyasyon tedavisinde hedef göstermeye yarayan bir dövmedir. Yani hastanın beyin kanseri varmış. Kan pıhtıları sık görülen bir problemdir. Bir pıhtı oluşmuş ve akciğer damarları tıkanmış. Bunun sonucunda kalp krizi gerçekleşmiş."

Kadını büyük bir ilgiyle dinleyen Marcus, bahsedilmiş olan mavi noktayı görmek için ölü adamın yüzüne eğildi. Tamamen Melora'nın konuşmasına odaklı olmalarından faydalanan Sherlock, telefonunu çıkarıp adamın parmağının görüntüsünü çekmişti.

"Kalp krizi konusunda hemfikiriz. Ne olduğu konusuna gelince çok hatalısın." Duruma karşı şaşkın bakışlar sergileyen ikiliye katılmak için telefonunu ceketinin iç cebine sıkıştırırken, kurduğu ilk cümleyle Melora'yı onaylamıştı. Ardından da kaşlarını çatarak hatalı olduğunu belirtmişti ki Melora'nın da kaşlarını çatmasına neden olmuştu. "Öldüğünde hangi odadaydı?"

"704 numara."

Şaşkınlıkla aralık kalan ağzını kapayamadan elindeki belgede yazan oda numarasını bir çırpıda söylemişti Marcus, adama. Molly'le bu iki dedektif hakkında konuşmuşlardı ama hiç bu kadar başarılı olduklarını düşünmemişti. Yanılmış olduğunu düşünüyordu şimdi kendisinin.

Ceketini düzelterek odadan hızla ayrılan Sherlock'un ardından ela gözleri adamı şaşkınlıkla izlemişti. Odadakilerle ayaküstü vedalaşırken adamın hemen ardından sürüklemişti adımlarını. Sherlock'un hızına yetişebilmek adına büyük adımlarda bulunmuş, merdivenleri de elverdiğince ikişer ikişer tırmanmıştı.

"Nereye gidiyorsun?" Sherlock'un yanındaki yerini sonunda alırken boş koridorları geride bırakmışlardı. Hastaların olduğu katta bulunmalarından dolayı sessindeki bağrışı kısık tonda tutmuştu. Tahmini olarak nereye gittiğini biliyordu ama neden gittiğini bir türlü aklında toparlayamıyordu. Birazdan yanından ayrılacaktı ve adamın ne planladığını bilmiyordu.

Kısa süreli mavilerini yanındaki cevap bekleyen elalara çevirirken önüne dönüp duvarlardaki oda numaralarını kontrol etmeye devam etti. "Kalp krizi doğal gösterilmeye çalışılmış ama epinefrin ile tetiklenmiş."

Sherlock'un bir başka koridora dönmesiyle adımlarını ona uydurdu Melora. Açıklaması bir başka kaş çatmasına neden olmuştu kadın için. Bir an için kendini sorgulamıştı ama aklındaki tıp bilgileri Melora'yı, düşüncesinde yanıltmadığını doğruluyordu. Sherlock bir başka şeyle karıştırıyor olmalıydı epinefrini. "Yanlış biliyorsun. Epinefrin adrenalinin diğer adıdır. Hastanın kalbi durduğunda verilir."

"İşte bu yüzden kusursuz." Adımlarını bir anda durdu ve hâlâ olayı yakalayamamış Melora'ya göz kırptı. Çiçekli bir önlük giyen kadını gözleri yakaladığında ise hastanenin hemşiresi olduğunu anlayarak, sorusu için dikkatini çekmişti 704 numaralı odayı işaretlerken. "Affedersiniz. Bu odada ölen adam... Kalbi durduğunda yanında kimse var mıydı?"

"Hayır." Gelen soru karşısında afallamıştı kadın. Bakışları adam ve kadın üzerinde rota çizerken, adamın bir şey söylemeden odaya girmesiyle elindekileri bırakmıştı hemşire. "Beyefendi. O oda..."

Henüz durumu çözmüş olmasa da öne adım atmıştı Melora, hemşirenin daha fazla ilerlememesi için. Kadını sakinleştirmek ve ortamı yumuşatmak için el hareketlerinde bulunurken, her şeyin kontrol altında olduğunu gösterircesine gülümsemişti. Kadın, bir şey söylemeden geri adımda bulundu. Bunun için kadına teşekkürlerini iletmişti fakat arka taraftan gelen Sherlock'un sözcükleriyle gözlerini devirdi.

"Derhal temizlemeyi bırak. Başka hiçbir şeye dokunma." Odaya girer girmez olay yerini temizlemeye girişen hademeyi görmesiyle bir an çıldırmıştı Sherlock. Başka hiçbir şeye dokunmaması için ciddiyetle adamı durdururken etrafa göz attı. Elinde paspası ile Sherlock'tan yaşça biraz daha büyük olan adam yüzünü buruşturarak anlamsızca, karşısında ona emirler yağdıran adama baktı. "Sen kimsin?"

Hademeyle uğraşıp daha fazla olay yerini inceleme zamanını daraltmamak adına hasta yatağının yanındaki masaya gözü kaydı Sherlock'un. Tepsinin üstündeki plastik sürahi dikkatini çekmişken, uzanıp almıştı. Aldığı gibi de su dolu kabı, kapının dışına rastgele fırlattı. Kapının yanında kalan Melora, yere çarpıp da kapağı açılan sürahinin içerisinden etrafa sıçrayan sudan korunmak için refleksle bir iki adım gerilemişti.

Sherlock'un yaptığına şaşkınla bakakalırken, kapı pervazından tekrardan adama çevirmişti bedenini. Hastanedeki tüm ilgi onların üzerine toplanmıştı ama Sherlock umursamayarak hademenin karşısında dikilmekte ve dışarıdaki suyu parmağıyla işaretlemekteydi. "Birisi kayıp düşmeden önce orayı temizlesen daha iyi olur."

"Derdin ne senin?" Adam tersçe Sherlock'a baktı. Daha fazla delilerle uğraşmak istemediği için de vileda kovasını peşinden sürükleyerek dışarıya yöneldi. Kapı pervazında duran Melora, adamın geçmesi için geri adım atarak öncelik tanımıştı. Olanlar karşısında Sherlock adına özürlerini sunmak istediği için söze başlayacaktı ama kolundan tutulup odanın içine çekilmişti Sherlock tarafından.

Melora'nın kolunu bıraktığında hızla kapıya ilerleyerek hızla kapadı. Bakışları kilit yerine kaymıştı ama kilidin olmamasıyla hızlı düşünüp yakındaki sandalyeyi kaptı ve kaptığı gibi de kapı kulpunun altına gelecek şekilde konumlandırdı. Bu bir süre kapıyı tutardı, en azından olay yerini inceleyebileceği kadar.

"Adam tekrar içeri girmeden önce durumu bana açıklasan diyorum." Sherlock'un çekiştirmesinin altından kendini toparlayan Melora, ellerini belinin iki yanına atıp adamdan herhangi bir açıklama bekledi. Ne yapmaya çalıştığını anlamaya çalışıyordu ama Sherlock'un her hamlesiyle kafasındaki düşünceleri toparlamaya fırsat bulamıyordu.

Kapı işini halleden Sherlock, ceketini düzelterek Melora'nın karşısına geçti. Kadının sorularına cevaplamak için güzel bir fırsat olduğunu düşünerek telefonunu çıkardı. Çektiği fotoğraflar arasına girerken görseli açıp Melora'nın gözüne doğrultmuştu. Buna göz deviren Melora, ışıktan rahatsızlık duyumsayarak Sherlock'un kolunu itmişti ama adam ısrarla geri çevirmişti. "Ölünün parmağındaki ize bak. Tanıyabildin mi?"

Gözüne sokulan görselden hiçbir şey yakalayamadığı için adamın elinden telefonu alıp, uygun olan bir mesafeden görüntüye baktı. Aklının bir köşesinde, yer edinmiş tıpla ilgili bilgilerin sayfasını çevirdi. "İskemi belirtisi." Dudaklarını yalayıp birbirine bastırırken, başını hafif yana eğmişti gözlerini kısıp daha net bakarken görsele. "Bilekteki kan damarlarının daralması sonucu doku tahribi gerçekleşmiş. Muhtemelen kolundan giren epinefrinden kaynaklanmıştır."

Bakışlarını küçük ekrandan çekip, 'bunda ne var' dercesine Sherlock'a dikmişti. Kafası karıştığı için adamın biraz daha açıklayıcı olmasını istiyordu sadece ama adamın yaptığı tek şey, mavilerini gözlerine dikip her söylediğini başıyla onaylamaktı.

"Epinefrini kalbi durduktan sonra vermiş olsalardı..." Sherlock, Melora'nın daha detaylı düşünmesi için ortaya bir olasılık atmıştı. Melora doğru bilgilere sahipti ama daha iyi bakması gerekiyordu duruma.

Sherlock'un sözleri üzerine kıstığı gözleri genişlerken, elaları bir anda canlılaşmıştı. Birden aydınlanma yaşamıştı zihni ve bu küçük detayı kaçırmış olduğu için kendine öfkelenmişti. "İskemi oluşumuna zaman kalmazdı."

"Durumu açıklamamı istiyordun, Melora. Bir cinayeti inceliyoruz."

Keyifli ama bir o kadar ciddi görünen Sherlock'a dikti, her şeyi farkına varan ela gözlerini Melora. Durdukları yerde bile davalar gelip onları buluyordu hiç kuşkusuz. Sherlock için boşuna 'nefes alan dava mıknatısı' demiyorlardı. Fakat Sherlock, adamın öldürülmüş olduğunu fark etmeseydi cinayete gittiğini kimse fark etmeyecekti.

Kapının hiddetle çalınmasıyla Sherlock ve Melora kapıya döndüler. Boylamasına uzanan dar pencereden güvenlik görevlisi olan adamı görebilmekteydiler. Tekrardan cama vuran görevli, bakışları üzerinde toplanmış olduğu için daha sakindi. Kapı kulpunu denemişti ama arka taraftan bir şeyle engellenmiş olduğu için kapıyı açamamıştı. "Beyefendi, lütfen kapıyı açın."

Güvenlik görevlisine, sakinliğini koruması için eliyle yavaş işaretlerde bulunurken, çantasına uzandı Melora. İçerisinde çok fazla eşya olmayan çantadan, polislik rozetini aramıştı fakat 'davasız, işten uzak' bir gün yaşayacağını umarak çantasına atma gereksinimi duymadığı için koymadığı aklına gelmişti. Bu saatten sonra polis kimliği zaten işe yaramazdı, herhangi bir hastane odasını kapatma gibi bir yetkisi yoktu sonuçta.

Çantasını kurcalamayı bırakan Melora, son kez güvenlik elemanına bakıp Sherlock'a döndü. Durum için pek de parlak bir fikri yoktu ama en doğrusu vardı. "Girmelerine izin vermeliyim. Açıklama yaparız. Durumu güzelce izah ederim onlara."

"Biz açıklama yaparken onlar suç mahallini mahvedecekler. Eski ilgi alanınla ilgili yardımın lazım." Riske giremezdi olay yeri görmemiş güvenlikçiler için, bu yüzden sandalyenin dayanma süresi kadar dar vakitleri vardı. Bir hastane ve hasta söz konusuyken cinayette, Melora'nın adli tıp bilgilerinden oldukça yararlanması gerekiyordu. "Hemşirenin dediğine göre hasta, kalbi durduğunda yalnızdı. Ama epinefrin etkisini hızlı gösterir. Peki, katilimiz kalp krizi başlamadan kaçacak zamanı nereden buldu?"

Sherlock, hasta yatağının birkaç metre ötesinde durdu ve etrafa baktı. Kapı ve pencere dışında kaçma girişiminde bulunacak başka yer yoktu. Pencereden kaçmak oldukça tehlikeli olduğundan tek çıkış kapı kalıyordu. Peki, kaçma zamanını nasıl yaratmıştı kendine?

Önüne düşen tutamları kulağının arkasına sıkıştıran Melora, Sherlock'un yanından geçip hasta yatağının yanına gelmişti. Gözlerini her noktada gezdirirken bu sefer bir şey kaçırmak istemiyordu. Aklındaki tüm uygun ihtimalleri düşünürken sonunda serumu işaret etti Sherlock için. "Epinefrini seruma aşılayıp serumun akış hızını azalttıysa, hasta ölmeden önce en azından on dakika kazanmıştır."

Melora'nın tıpla bağdaşan bilgileriyle Sherlock serumun önünde durdu. Serumun bağlı olduğu bir el kadar büyük olan cihazın ekranına baktı. Sayılar ve kısaltmalar arasında mavi gözlerini gezdirdi istediği bilgiyi yakalayana kadar. Melora'nın da yanına gelmesiyle bulduğu ayarı gösterdi. "Hızı saatte 44 cc'ye ayarlanmış."

"Bu serumda temel onarım maddeleri var. Su, glikoz... Hızı en aşağı, saatte 100 cc olmalı. Biri gerçekten hızı azaltmış." Parmakları tekrardan fularının üzerinde gezdirirken çevresine bakındı. Acemi olsa bile bir doktor ve hemşirenin yapmayacağı bir hata olduğunu düşünüyordu Melora. Biri isteyerek, kasten serumun akış hızını düşürmüştü.

"Nasıl yaptığını şimdi anlamış olduk." Sherlock, Melora'ya bakıp geri çekilirken hemen ardındaki dikkatini çeken çöp kutusuna ilerledi. Küçük gri plastik kovanın içi yarıya kadar doluydu. Herhangi bir şey onun için ipucu olabilirdi ve davayı çözmesine büyük bir katkı sağlardı.

Kovayı kaptığı gibi hastane yatağının üstüne boca etmişti içindeki tüm çöpleri. Kapının üzerindeki şiddet o an daha çok artmıştı. Bariyer olarak kullandıkları sandalye, daha fazla içeri girmelerine mani olmazdı. Ne bulmayı umuyorsa Sherlock, elini çabuk tutmalıydı.

"Sherlock, kapıyı kıracaklar."

"Bizi açma zahmetinden kurtarmış olurlar." Kutuyu bir köşeye bırakırken, Melora'nın tüm ciddiyetine nazaran umursamazca konuşmuştu Sherlock. Tüm odağını çevrede olan bitene değil, çöp kutusunun içinden çıkanlara vermişti. Etrafında bomba bile patlasa umurunda olmazdı o an adamın. Elinde gizemli bir cinayet davası vardı, bu konuda oldukça mutluydu.

"Bak, resmi bir dedektif olabilirim Sherlock ama bir hastane odasını kapatma gibi bir yetkim yok. Şu an mesleğimi tehlikeye atıyorum." Sherlock'un dikkatini üzerine çekmeye çalıştı Melora, yanına giderek ama yaptığı bu hamle nafileydi. Melora'nın sözlerini duymazdan gelen Sherlock, bir kanıt bulma umuduyla çıkanları inceledi.

Eline ilk geçen iki büyük boy kahve bardağı olmuştu. Birinin kapağında pembe bir ruj lekesi bulunuyordu ki yaşlı adamı ziyaret eden her kim ise, o bir kadındı. Elindeki kahve bardaklarını bırakıp, maske ve kağıt parçalarını savurdu. Aralarında, dikkatini çeken buruşturulmuş kağıt parçasının diğerlerinde ayrıştırmıştı hemen. Kağıdı açıp düzelttiğinde, bunun kahvelerin fişi olduğunu fark etmiş ve hemen, kağıdın arkasındaki boş alana yazılmış bir isimle telefon numarasını görmesiyle cebime atması bir olmuştu.

Artık  zorlanan kapıyı daha fazla tutamayan sandalye yere düşerken, kapının ardındaki bariyerden kurtulan iki güvenlik görevlisi içeriye girmişti. Hastanenin güvenliğinden sorumlu iki adam, öfkeli bir şekilde karşılarında konumlanırken gözleri kadınla adamın arasında gidip gelmişti. Kendi düşüncesine göre bir kanıt olan fiş parçasını cepleyen Sherlock, hiçbir şey olmamışçasına adamlara döndü. "Beyler, biriniz bana yöneticinin odasının yerini tarif edebilir mi?"

Saatinden gözlerini çeken Melora, camdan içerisini izlemeye geri döndü. Cam sayesinde içerideki hareketliliği izleyebiliyorlardı Sherlock'la birlikte. Lestrade, onlar için buradaydı ve dakikalardır hararetli bir şekilde içerideki iki adamla konuşmaktaydı. Kendini okulda suç işlemiş çocuklardan bir gibi hissediyordu ki bu hissiyatla okul yılına geri dönmüş gibi hissediyordu. Müdürün odasının önünde Sherlock'la, cezasını bekliyordu adeta ve veliliklerini üstlenen Lestrade içeride, durumları tatlıya bağlamayı çalışıyordu.

Sıkıntıyla, kirpiklerine çarpmakta olan saç tutamlarını üfleyerek önünden çekerken bakışlarını içeriden çekti. Müfettişi bir kez daha zora sokmuştu. Buradan çıkışta azarlanacağını çok iyi biliyordu ve azarlanma konusunda haklıydı. Uslanmaz biriydi. İzin günlerinde bile boş durmuyor ve burnunu hep bir yerlere sokup çoğunlukla da sıkıştırıyordu. Ama, bugün bunu istememişti. İstemeden gelişmişti her şey ve bu, Sherlock'un yüzündendi. Davasız bir gün geçirmesine asla izin vermiyordu.

Düşünceleriyle eş bakışları yanındaki Sherlock'a kaydığında, adamın mavilerini üzerinde yakalamıştı. Elalarını adamın üzerinde tutmaya başladığında ise bakışlarını hızlıca kaçırmıştı Sherlock. Eli sıkıntıyla, kıvrımlı siyah saçlarının arasına giderken hemen ardından bağlamış olduğu atkısına doğru gitmişti. Yaslanmış olduğu pencere pervazından ayrılmıştı.

"Saçmalığa bak. Değerli zamanımızı harcıyoruz."

Öfkeli Sherlock, kapı önünden ayrılırken sesli bir nefes bıraktı Melora. Kendi de durduğu yerden ayrılıp adamı peşi sıra takip etti. Eliyle uzaklaştıkları odanın kapısını gösterirken, sesindeki öfke tınısını bastırmamıştı. "Müfettişin çabucak geldiğine şükret. Seni tımarhaneye kapatabilirlerdi ve beni de mesleğimden men ederlerdi."

"Kesin çok üzülürdün." Sherlock durup, son zamanlarda onunla sürekli tartışan Melora'ya bıkkınlıkla baktı. Fakat, adamın söyledikleri Melora'yı duraklatmıştı. Sessindeki iğnelemeyi çok güzel yakalamıştı ve yanılıyordu Sherlock. Üzülürdü, tahmin edemeyeceği kadar çok üzülürdü. Mesleğini kaybetmek o kadar çok üzmezdi belki Melora'yı, her an mesleğini kaybetmeye hazırdı zaten ama Sherlock'u kaybetmek isteyeceği en son şey bile değildi. Sherlock'a böyle hissettirdiği için kendini kötü hissediyordu.

Buruk bir gülümseme ile elalarını mavilere sürüklerken, adama yanıldığını söylemek için dudaklarını aralamıştı fakat kendisine seslenilmesiyle geri kapamıştı onları. Dikkatini Sherlock'un kesin hatlara sahip yüzünden çekerek sessin geldiği yöne döndü. Beyaz önlükler içerisindeki, oldukça hoş görünen siyahi kadın Melora'ya bakmaktaydı. Elindeki dosyayı üniteye bıraktığı esnada bir kez daha tekrarladı emin olmak için sözlerini.

"Melly."

İkinci şaşkınlığını yaşayan Melora, şaşkınlıkla irileşen ela gözlerini kadına dikti. Uzun zaman olmuştu onun için arkadaşını görmeyeli. Bir bu kadar zaman daha görüşmeyeceklerini düşünüyordu yaşananlardan sonra. "Carrie, merhaba. Burada çalıştığını bilmiyordum."

"Yaklaşık iki buçuk yıl oldu." Carrie, kıvırcık saçlarını önünden çekip doktor önlüğü düzeltirken ikilinin karşısına geçti. Gözleri Melora'nın üstünde gezinirken, kadının ne kadar değişmiş olduğunu düşündü. Londra'dan ayrıldıktan sonra sadece telefon görüşmesi yapmışlardı, son yıllar hariç. Yine de, son gördüğü zamankine göre oldukça değişmişti, özellikle eldivenlerinden kurtulmuş olması gözüne takılmıştı.

O an gözleri Melora'nın yanındaki adama takılmıştı. Uzun boylu ve keskin yüz hatlarına sahip adam, mavi gözlerini iki kadın üzerinde gezdirmekteydi. Melora'yı daha önce bir erkekle bu kadar yakın görmemişti, durumundan dolayı. Londra'dan ayrıldıktan sonra konuştukları vakitlerde bir erkek arkadaş edindiğini söylemişti. Sadece, bahsettiği kişinin bu adam olup olmadığını merak ederek parmağını ikisi arasında gezindi. "Siz..."

"Arkadaşım, Sherlock Holmes." Konunun nereye varacağını bildiğinden, Carrie'nin konuşmasını tamamlamasına izin vermeden söze atılmıştı. Sherlock'a kaçamak bir bakış atarken, adamın bakışlarını tekrardan üzerinde yakalamıştı. Yüzüne küçük bir gülümseme yerleştirip Sherlock için kadını gösterdi. "Bu Dr. Carrie Dwyer."

"Merhaba." Carrie, Melora'nın küçük açıklamasıyla yanlış düşüncelerinden uzaklaşarak Sherlock'u başıyla selamladı. Nedense gözüne ikili, arkadaştan daha yakınmış gibi görünmüştü.

"Eskiden okul arkadaşıydık." Sherlock için biraz daha geniş bir açıklamada bulundu Melora, mırıldanırken adama doğru. Melora'nın konuşması dikkatini tekrardan çekerken ikili arasında bakışlarını bir kez daha gezdirdi. Melora, kadına karşı onu arkadaşı olarak takdim etmişti ama kadın için sadece arkadaş dememişti.

"Seni arkadaşı olarak tanıştırmaması ne tuhaf." Sözünü esirgemeden Carrie'nin yüzüne baktı adam. Kadın buna bozulurken, adamın söylediklerinden pek bir şey anlamamıştı. Biraz daha açıklayıcı olmak için Sherlock, sözlerine devam etti. "Muhtemelen kavganızdan dolayı. Samimi bir takma ad ile hitap ediyorsun ama iki buçuk yıldır konuşmamışsınız. Sizi ayıran şey neydi? Bir erkek mi, bir iş mi?"

Sherlock'un ardı ardına sıraladığı sorularına gözlerini devirirken Melora, Carrie ile göz teması kurmuştu. Yıllar içerisinde aralarında oluşan buzların erimiş olduğunu görebiliyordu her ikisi de birbirlerinde. Melora, kadına kızgın değildi ve kadında Melora'ya ama ikisi de bu konuların tekrardan açılmasını istemiyordu. Bu yüzden, Sherlock'un daha fazla işi kurcalamaması için ortama sahte birkaç öksürük sunarak adama uyarıda bulundu.

Susması gerektiğini anlayan Sherlock, konuşmaya devam ederse başına nelerin gelebileceğini öngörebilmekteydi. Bakışlarını garip adamdan çeken siyahi kadın, rahatsız edici sessizliğe gömülmemek adına cevabını merak ettiği soruyla eski arkadaşına döndü. "Adli tıp için mi geldin?"

"Hayır. Dedektiflikte devam ediyorum."

"Resmi olarak bıraktığını sanıyordum." Kendi aklıyla çelişkiye düşen Carrie, yerinde kıpırdanmıştı. Son konuşmalarında işi bırakacağını söylemişti kadın ona ve o da bazı tavsiyelerde bulunmuştu.

Melora, eskileri düşünerek başıyla yavaşça onayladı kadını. Londra'dan sonra annesinin büyüdüğü şehre gitmişti ve hayatını orada sürdürmüştü. İşini de bir süre orada devam ettirmişti ama aksilikler peşini bırakmamakta pek bir ısrarcı olduğundan, yaşadığı sorunlarla sonrası istifa etmişti. Yaşadığı yerde kalmayıp pek çok yer gezmiş, yeni hobiler edinmişti. Sherlock'un da dediği gibi; evi, burasıydı. Ne kadar kaçmak için yıllarını verse de, Londra'ya geri dönmesiyle tekrardan özünü bulmuştu aslından.

"Öyleydi. Fikrim değiştirildi ama." Omuzlarını silken Melora, belli belirsiz bir gülümsemeyle Sherlock'a baktı. Farkında mıydı adam, bilmiyordu ama hayatında fazlasıyla değişikliğe sebep olmuştu. Şikayetçi miydi? Asla. Kendini iyi hissediyordu onun yanında, daha emindi.

Ortama tekrardan sessizlik çökerken yakınlardan bir kapı sesi duyulmuştu. Lestrade, hastane yöneticisiyle konuştuğu odadan başını uzatarak yerlerinde uslu uslu duramayan Sherlock ve Melora'ya bakındı. Onları uzakta, bir kadın doktorla konuşurken yakaladığında kaşlarını çatmıştı. Daha fazla burunlarını belaya sokmamaları için her ikisine de resmi bir tonda çağırdı. "Holmes. Phoenix."

Sherlock, çağrılmanın ardından başını kapıya çevirirken oldukları yerden ayrılmak için Melora'nın koluna dokundu. Aldığı işaretle Sherlock'u başıyla onaylamıştı. Bir iç çekişle eski arkadaşına döndüğünde, Carrie onun için bir gülümseme sunmuştu. "Seni tekrardan görmek güzeldi."

"Seni de." Doktor kadın için, sunmuş olduğu gülümsemeye karşı aynı şekilde karşılık vermişti. Adımları gerisine geri dönerken çağrıldıkları odaya ilerleyen Sherlock'un peşinden gitti. Kapıda bekleyen Lestrade ile göz teması kurduğundan, suç işleyen bir çocuğun şirinlik olsun diye yüzüne yerleştirdiği gülümsemeyi kendi dudaklarına yerleştirmişti.

Son giren olarak ardından kapıyı kaparken, adımlarını her zamanki gibi Sherlock'un yanına atmıştı. Bakışları, onlar dışında odada bulunan iki kişinin üzerindeydi. Adamların biri, cerrahi giysilere sahip olan oldukça uzun ve iriyken; diğer adam, takım elbisesinin içinde oldukça kısa ve cılızdı.

Lestrade, yanlarındaki yerini aldığından tanıştırma işini üstlenmişti herkes için. Kollarını birbirine bağlamadan önce eliyle adamları gösterdi. "Holmes, Dedektif Phoenix. Bay Sanchez ile tanışın."

"Yönetici değil mi?" Sherlock, en başından beri istediği yöneticiyle sonunda tanışabildiği için memnunda. Fakat, bakışlarını uzun adamın üzerinden çekmeden konuşmuştu. Bu durumdan rahatsızlık duyup üstüne alınan Sanchez, ellerini göğsünde kenetleyerek karşılarına geçen Sherlock'a küçümsercesine baktı. "Namıdiğer, kendini hastane odasına kilitleyen birini polise şikâyet edip etmeyeceğinden hâlâ emin olmayan adam."

Sherlock, sessizliğiyle bakışlarını kısa adama diktiğinde kaşlarını hafifçe kaldırmıştı. Adamın boyu kısa olduğu kadar sessi de bir o kadar inceydi. Tüm bunlarla birlikte küçümsercesine bakıyordu onlara ki bu daha çok garibine gitmişti Sherlock'un. Yönetici için bir şey söyleme gereği duymadan, neden burada olduğunu merak ettiği uzun adama geri çevirdi başını. "Peki senin işin ne? Bunun yetişemediği raflardaki eşyaları mı alıyorsun?"

Sherlock'un, ona küçümsercesine bakan yöneticiye karşı iğneleme yapmasına karşı Lestrade şaşkınlıkla dönüp adama bakarken Melora, gülme isteğini bastırmak için dişlerini geçirmişti alt dudağına. Gülmemek için kendini tutan kadını gördüğünde ise her ikisi için uyarırcasına gözlerini belertti müfettiş adam.

Yönetici adam, yapılan şakaya karşı bozulurken aynı zamanda bakmıştı. Bağladığı kollarını bozup etrafta gezdirdi bakışlarını kendini toparlamak için. Uzun boylu adam ise, Sherlock'un yaptığı espriyle belli belirsiz bir gülümseme vermişti. "Ben Doktor Baldwin, cerrahi bölümü başkanıyım."

"Ölen adamı siz mi tedavi ediyordunuz?"

"Hayır, ama ameliyat edilmek üzere olduğu için benim alanıma dahil oldu."

"İşler şu şekilde yürüyecek." Lestrade, daha fazla soru sormak için harekete geçen Sherlock'u susturmak adına ikili konuşmanın arasına girdi. Melora'yı atlayarak Sherlock'un yanına geçtiğin, ikisinin arasında bir konuşma olması için adamın kulağına biraz daha yanaştı. Melora'nın işini, kadının resmi bir polis olmasından kaynaklı müfettişi olarak halletmişti. Buranın çıkışında kadınla özel olarak ilgilenecekti ama Sherlock'un işi biraz daha farklıydı. "Bay Sanchez'den özür dilersen..."

"Özür dilemek mi? Hastanesinde cinayet işlendiğine dair onu uyardım." Müfettişin sözünü kesme gereksinimi duyarak şaşkın mavi gözlerini adama dikti. Ortada özür dilenecek bir şey görmüyordu.

"Bay Sanchez'den özür dilersen cesedi götürmemize ve odayı incelememize izin verecek." Durumu kavrayamamış olan Sherlock için biraz daha açıklayıcı oldu Lestrade sözcüklerini bastırarak. Yönetici sadece özü dilenmesini istiyordu ve bu çok zor bir şey olamazdı fakat Sherlock inanamayarak baktı müfettişe. Bir özürle sadece cesedi götürmelerine ve odayı incelemelerine mi izin vereceklerdi? "Bu kadar mı?"

Adamın şaşkınlıkla harmanlanmış merakına göz deviren yönetici, kollarını tekrardan göğsünde birleştirerek eski pozisyonuyla birlikte küçümseyici tavrını geri kazanmıştı. "Bu kadarını elde ettiğine şükret."

"Ölen adamın adı ve tıbbi kaydı da lazım." Sherlock, küçük adamı umursamayıp müfettişe geri döndü aynı şekilde, sessizliğini daha fazla koruyamayan Melora da yerinde duramayarak yanlarına gelip konuşmaya dahil olmuştu. Üçü de biliyordu ki bu bilgiler olmadan sonuca ulaşmakta sıkıntı yaşarlardı.

Bunları verirsek HIPAA kurallarını açıkça ihlal etmiş oluruz." Kadın dedektifin dedikleri işiten yönetici adam, başını olumsuzca iki yana sallamıştı. Bu sefer biraz daha yumuşaktı onlara karşı. "Hastanın mahremiyetinden bahsetmiyorum bile."

"Adam ölmüş. Sizce mahremiyetine önem veriyor mu?" Sesindeki alaycı çıkısı kontrol etmeyen Sherlock, göz devirmesi eşliğinde iki adama baktı. Ölen adam cinayete kurban gitmişti, neyin mahremiyetinden bahsediyordu bu adamlar.

"Sherlock." İşlerin çığırından çıkacakmış gibi bir hisse kapılmaya başlayan Lestrade, dişlerinin arasından adama seslendi. Sherlock için bir uyarı olurken aynı zamanda onu takip etmesi gerektiğinin işaretiydi. Topuklarının üstünde dönüp odadan uzaklaşırken müfettiş, Melora için de bir bakış atmıştı. Kadın bu bakışı biliyordu ve sıkıntıyla nefesini dışarıya üfledi. Bakışları yanından geçip giden gergin Sherlock'a kaymıştı. Lestrade, Sherlock'u ikna etmesini istiyordu Melora'dan.

Hastane kapısını hışımla açan Sherlock, boğazı sarmalayan mavi atkısını biraz daha sıkarak önden ilerlemeye devam etti. Ardından daha yavaş adımlarla gelen Melora, başını telefonunun ekranından kaldırarak gözlerine yakan güneşe baktı. Bir başka iznine denk gelen mükemmel bir gündü ve tekrardan günün güzelliğinin keyfini çıkarma fırsatını kaçırmıştı. Yüzünü buruşturarak telefonuna geri döndü ve aklından tamamen çıkmış olan Sherard'a yazdığı mesajı gönderdi. Sarışın adama karşı kendini oldukça kötü hissediyordu.

"Masa başında beyni sulanmış o adamdan özür dilediğime inanamıyorum." Sherlock, yanına gelen Melora'ya öfkeyle baktı ama ardından hızla önüne dönerek yolu kontrol etti. Melora'ya onu ikna etme imkanı verdiğine ayrı bir inanamıyordu. Kadın bir şekilde başarıyordu ve sözünü geçiriyordu. İster ikan etme kabiliyeti iyi densin, ister şeytan tüyü densin, ister de hipnoz etme yeteneği var densin. Ne denenirse densin tüm suç Melora da ve Melora'yı kullanan müfettişteydi.

Sherlock'un öfkesine karşı gülümsemesini gizlemek isteyen Melora, bakışlarını kaçırarak etraftaki insanlara bakmıştı. Adamı ikna etmenin bir başarı olduğunu biliyordu ve bu konuda başarılı olduğunu da görebilmekteydi. Sherlock durumdan memnun olmasa da, Melora'nın oldukça hoşuna gidiyordu.

Hızla durumunu toparlamaya çalışken, adımlarını biraz daha hızlandırıp Sherlock'un adımlarına eş değer atmaya çalışmıştı. Adamın aceleci tavrı kaşlarını çatmaya yetmişti. "Polis çağırsa daha mı iyiydi? Neden bu kadar acele ediyorsun?"

"Kadını bulmamız lazım." Peşinden gelen Melora'ya kendisine yetişebilmesi için adımlarını küçültürken, karşıya geçmeleri için yolun araç durumunu kontrol etti. Sonunda, yanındaki yerini alan Melora'nın soru sorarcasına yeşile dönen bakışlarını yakalamıştı. Kadının, dudaklarını aralayıp aklındaki soruları dile getirmeden önce açıklama için öne atıldı. "Cinayet işlemeden önce maktule kahve getiren kadını. Çöplüğünde iki tane kahve bardağı vardı. Bir tanesinde ruj izi vardı. Belli ki ölmeden hemen önce bir kadın ona kahve getirmiş."

"Sence katil kadın mı?" Adamın bulmuş olduğu ipuçlarına karşı kaşlarını çatmış, düşünceli bir ruh haline bürünmüştü.

"Mümkün. Rn azından kurbanın adını söyleyebilir." Öfkesi dinmek bilmezken adamın, ardında kalan hastaneye bakarak öfke kusmuştu. Ne yapıp etse de hasta hakkında bilgi vermelerini sağlayamamıştı. Ölen adamın adını bile bilmiyorlardı. Hiçbir şey bilmeden çözmesi gerekiyordu bu cinayeti.

"Kadın hakkında bir şey bilmiyoruz." Sherlock'u peşi sıra takip eden Melora, ellerini boğazındaki fulara atıp gevşettirmişti. Sherlock, onaylarcasına baktığında kadına elini ceketinin cebine attı. Çöp kutusunda bir fiş bulmuştu, oradaki kahvelere ait. Üzerinde isimle telefon numarası yazmaktaydı, bir bilgi kaynağı olabilirdi onlar için hiçbir bilgi bilgisizliğindense. "Hayır, ama Dave biliyor olabilir."

"Dave kim?" Adamın ağzından ilk defa duyduğu isimle bakışlarını ilerledikleri yoldan çekmişti. Güneş ışını arkasına alan Sherlock'u daha iyi görebilmek için gözlerini kısarken uzatmış olduğu kağıdı geç fark etmişti. Kağıt parçasını alıp, buruşukluğunu giderirken arkalı önlü hızlıca kontrol etti ve şaşkınlıkla, birazda sitemli olarak konuşmuştu. "Olay yerinden kanıt mı aşırdın? Aman Tanrım, Sherlock!"

"Şu an bunu tartışmayalım. Bu kağıt bir kahve dükkânından." Omuzlarını silkerek saatini kontrol etti ve cep telefonunu çıkardı Sherlock, çevredeki kahve dükkânlarına bakmak için. "Oranın çalışanı Dave, kağıdın arkasına numarasını yazmış. Numara silik olduğu için maalesef onu arayamayız. Çalıştığı yere gitmemiz lazım."

"Peki Dave'in müşteri olmadığını nereden biliyorsun?" Kağıttaki isme ve numaraya dikkatlice bakmıştı Melora. Sherlock'un da dediği gibi numara çok silik ve çirkin yazıldığından anlaşılması güçtü. Faturadaki markaya göre kahve dükkanlarını tek tek gezeceklerdi fakat bu kişinin bir çalışan olup olmadığından emin değildi.

Melora'nın sorusuna karşı faturayı işaretledi. Çöp kutusundaki kahve bardakları büyük boydu ve faturada bambaşka yazmaktaydı. Bu da, Sherlock'u tek bir düşünceye itiyordu. "Fatura, kadının iki küçük boy kahvenin ücretini ödediğini gösteriyor ama iki tane büyük kahve almış. Dave ona kur yapıyordu."

"Küçük boy, yağsız ve yüzde iki yağlı karışık sütlü ekstra sıcak, kremalı, dört ölçek kafeinli kafeinsiz karışık latte." Kahve dükkanındaki kasiyer, elindeki bardağı önündeki hoş kadın müşterisine gülümseme eşlinde teslim etti. Kahvesini alan kadın sırasını, ardındaki müşteriye devretmişti. Uzun kuyruğun içinde bir süredir beklemekte olan Sherlock ve Melora, öğle saatinde yaptıklarının bir hata olduğunu düşünüyordular.

Sherlock bunalarak çevreye sıkıntılı bakışlar atarken Melora, adama nazaran biraz daha durumlarından memnundu. Sadece, ortamda fazla yüksek sesler çıkıyordu ve insanlar çok iç içeydi. Onun dışında mekan durumunu beğenmişti. Londra'nın soğuk atmosferine nazaran sıcak tonlarla canlılık getirilmişti ortam.

"Magna Carta bile bu siparişler kadar karışık değildi." Az önceki adamın müşteriye teslim ederken bahsettiği kahve siparişine gönderme yapmıştı Sherlock. Onun için kahve; şekerli ya da şekersiz olarak iki sınıftan oluşurdu.

Sherlock'un, eski bir İngiliz belgesiyle kahve siparişlerini karşılaştırmış olmasına karşı gülümsemesini tutamazken, bakışlarını yanındaki pek bir memnuniyetsiz olan adama odakladı. Kadının ona karşı olan gülümsemesini ve bakışlarını yüzünde yakaladığında yavaşça başını çevirmişti adamda. Mavileri Melora'nın üzerinde yoğunlaşırken aklına gelenlerle hızla önüne döndü. "Eski arkadaşın Carrie ile karşılamamız bayağı aydınlatıcı oldu. Dedektifliği hiçbir şekilde bırakmayacağını düşünmeye devam edecektim."

"Evet, bir dönem öyle bir değişiklik yapmıştım hayatımda." Adamın neyden bahsettiğini bilerek bakışlarını üzerinden çekti ve omuzlarını silkerek sözcüklerini destekledi hareketleriyle. Bazen yalnızlık, Melora'ya farklı şeyler yaptırabiliyordu. Bu biraz onun yalnızlıktan kaçma yoluydu. Kendini, değişikliklerle oyalayarak yalnızlığını bastırıyordu. "Ama şimdi buradayım."

"Doğru karar."

Bilmişçesine emin bir tonda konuşan Sherlock'a cevap olarak gözlerini devirirken gülümsemesini de eksik etmemişti Melora. İkilinin bakışları tekrardan önlerine dönmüştü ki, siparişini alan kadın sıradan çıkmıştı. Böylelikle sıra Sherlock ve Melora'ya devredilmişti.

İnce yapılı ve yeşil üniformalı görevli adam, geniş bir gülümseme takındı ikiliye bakarken. Ellerini tezgaha vurarak bir ritim yakalamış, enerjisini müşterilerine yansıtmıştı kolaylıkla. "Ne alırdınız arkadaşlar?"

Sherlock, adamın gereksiz hal ve hareketlerine göz devirirken üniformanın üstündeki etikette yazan isme baktı. Geniş bir gülümsemeyle ceketindeki kağıt parçasını adamın suratına doğru doğrulttu. "Bunu sahibine götürmemize yardım et."

Melora, Sherlock'un tavrının neden böyle bir şekilde şekillendiğini anlamakta geç kalmamıştı. Adamın üstündeki üniformadaki ismi o da yakalamıştı ve aradıkları 'Dave' bu kişi olabilirdi. Görevli, kendisine doğrultulan kağıt parçasında ne yazdığına bakmak için kaşlarını çatıp geri çekmişti bedenin üst kısmını. Gördüğü isim ve yazı tarzıyla merakla kağıdın ardında kalan kim olduklarını bilmediği adamla kadınına çevirmişti bakışlarını.

Yerine geçmesi için arka taraftan bir arkadaşı ayarlarken adam ve kadını, kafenin köşesine geçmeleri için yönlendirmişti ki peşlerinden gelmişti. Durumla ilgili birkaç bir şey söyleyen ikiliye omuzlarını silkip kağıttan bakışlarını çekti.

"Birçok kişiye numaramı veririm. Emek olmadan yemek olmaz." Dave, kısa kahverengi saklayan yeşil şapkasını düzelterek çarpıkça gülümsemişti. Adamın yanındaki güzel kadına kaydırdığında bakışlarını gülümsemesini biraz daha genişletti. "Aklıma gelmişken, size müessesemizden bir sütlü çay ikram edebilir miyim?"

"Yok, almayayım." Adamın onu baştan aşağı süzmesinden rahatsızlık duyan Melora, otomatik olarak net bir şekilde reddetmişti. Kollarını kavuşturarak da adam ile konuşmaya kapalı olduğunu göstermişti. Sherlock, Melora'ya karşı atılmaya çalışan adıma karşı rahatsızlık hissederek birkaç sahte öksürükte bulundu. Odaklar tekrar Sherlock'un üzerine toplanmıştı. "Faturadan anlaşıldığına göre saat 8:35'te buradaymış. Koyu kırmızı rujlu biri."

Dave, hatırlamakta güçlük çekmemişti. Gelen her hoş kadını hafızasına kazırdı ve bahsedilen kadını gerçekten beğenmişti. "Evet, sarışın olan. Dekolte, dar beyaz etek, topuklular. Bir de parfümü vardı ki... Başka ne zaman çekici bir doktorla karşılaşabilirdim ki?"

Her biri, adamın kadın hakkında verdiği dış görünüş bilgilerini aklına yazıp, bir görüntü oluşturmuşlardı. Melora, adamın dikkat etmiş olduğu noktalara karşı suratına belirsizce tiksinerek bakarken, Sherlock daha çok adamın son sözüne odaklanmıştı. "Doktor olduğunu nereden anladın?"

"Ceketinin içine beyaz önlük giymişti."

Dave'in bir başka gülümsemesine karşı Melora, Sherlock'a döndüğünde ikisi de bakışarak bir karara varmışlardı. Görevli adamdan başka yeterince bilgi edindiklerinden kalabalığın arasından sıyrılarak dışarı çıktılar. Basamakların önünde duran ikiliden Sherlock, ne yapacaklarının düşüncesine kapılarak yüzünü buruşturdu. "Dekolte Hanım doktor falan değildi."

"Tabii ki değildi. Hiçbir doktor hastane dışında beyaz önlük giymezdi." Sherlock'tan önce davranan Melora, basamakları tek tek inerken omuzlarını silkti. Çevresindeki doktorlardan bir bildiği vardı kadının.

Basamakları atlatıp Melora'nın karşısına geçti Sherlock. Kadının sitemli haline nazaran daha sakin ve düşünceli bir haldeydi. Dakikalar önce yaşadıkları ruh hallerini kendi aralarında değiş tokuş yapmış gibiydiler. Melora'yı onaylarca sesler çıkarırken çevresine bakınıp eklemede bulundu. "Ya da bu kadar abartılı giyinip ağır parfüm kullanmazdı. Parfüm bir astım krizine veya kimyasal hassasiyetlere neden olabilir. Beyaz önlük biraz düşündürücü."

Ellerini bir araya getirip tekrardan dudaklarının üstüne bastırmış ve düşüncelere dalmıştı Sherlock. Sessizlik onları ele geçirirken, derin düşüncelere dalan adamı kararlılıkla izledi Melora. Rahatlıkla düşünebilmesi için sükûnetini korumakta karar kılmıştı ki aklına bir düşünce düşmüştü.

Hareketlenen kadına mavilerini merakla çevirirken, güneş ışığına doğrudan maruz kalıp yeşillenmiş gözleri üzerinde yakalamıştı. Kadın, gülümsemesini bastırmak için alt dudağını ısırmış. Biraz önceki sitemli halinden daha çok muziplik vardı. "Aslında düşündürücü değil."

Sherlock, aklından ne geçirdiğini kestiremedi Melora'ya daha çok odaklandı çözebilmek için. Ama kadın yerinde duramayıp önden ilerlemeye başlamıştı. Sherlock'un hâlâ yerinde durduğunu görünce, geri dönüp kolundan tutarak peşinden sürükledi adamı.

"Bu markanın Londra'da sadece iki mağazası var." Mağazanın kapısını Sherlock için açık bırakırken içeriyi yoklamıştı. Beyazlığın ağırlık bastığı mekanda, sadelikte ön plandaydı. Daha önce bu mağazaya teşvik etmişti. Parfüm kullanmayı şahsi olarak sevmezdi Melora ama Bayan Hudson'ın hoş kokulara ilgisinin olduğunu öğrendiğinde, hediye olarak buradan parfüm alışverişinde bulunmuştu. "Yani sarışınımız yüzde elli ihtimalle burada."

Saçını önünden çekerken Sherlock'a döndü tekrardan genç kadın. İçerideki fazla yoğun kokular yüzünden Sherlock, burun buruşturmuştu. Melora'nın önden ilerleyerek liderlik etmesine izin vermişken ikisinin de gözüne aynı anda bir sarışın kadın çarpmıştı. Biraz önce ifadesini aldıkları Dave'in, onlara vermiş olduğu tüm dış görünüş bilgilerine birebir uyuyordu. Sarı saçlar, koyu kırmızı ruj, beyaz önlük, beyaz dar etek, dekoltesi olan yeşil bir gömlek... Melora'nın biraz önce söylediklerini düzeltti Sherlock. "Yüzde yüz demek istedin herhâlde."

İkili, durdukları yerden ayrılarak kasaya ilerledi ve sarışın kadını bizzat onlarla ilgilenmesi için çağırdılar. Tüm samimiyetiyle yanlarına gelen sarışın kadına olanları özet geçerek anlatmışlardı. Oldukça şaşkın ve üzgün olduğu gözle görülür şekilde ortadaydı.

"Trent'in öldüğüne inanamıyorum." Mağazadaki sessizlik nedeniyle sesini kısık tutmuştu sarışın kadın. Üzgünce kahvelerin ikili arasında gezdirip sonunda gözüne hoş görünen adama dikti. Konuyla ilgili ne söylemesi gerektiğini bilmiyordu.

"Nereden tanıyordunuz? Soyadı..." Kadının ağzından yaşlı adamın ismini rahatlıkla öğrenen Sherlock, araştırmalarında daha net bilgiler edinebilmek adına soyadını da çaktırmadan öğrenmeye çalıştı, sanki dilinin ucunda olup da söyleyemiyormuş gibi yaparak. Oldukça saf bir kadındı, zorlanmadan istedikleri bilgiyi elde edebilirlerdi yaşlı adamla ilgili.

"Kelty, Trent Kelty. Komşumdu." Kadın, hızlıca adamı tamamlarken küçük bir gülümseme sunmuştu. Melora'nın dikkatini çeken bu hareketleri Sherlock da fark etmiş olacak ki kadını, ilgi ve içtenlikle dinlemeye koyuldu. Bu hamlesi, Melora'nın istemsiz kaşlarını şaşkınlıkla kaldırıp ardından da çatmasına neden olmuştu. Sarışın kadım, adamın ilgili bakışlarını gördüğünde anlatmaya devam etti. "Birkaç ay önce iyi gözlerinin, iyi görmediğinden bahsetmişti. Gözünün bozulduğunu düşünüyordu. Sonra tümörü buldular. Görüş yetisini tamamen kaybedince daha sık ziyaret etmeye başladım. Ona gazetenin spor sayfalarını okurdum."

"Ona yakındınız yani?" Dudaklarının birbirine bastıran Melora, birbirlerine bakmakta olan kadınla Sherlock'un arasına istemeden(!) girmişti. Kendisi de bir dedektif olarak sorup cevaplarını alması gerek belli başlı soruları vardı sonuçta.

Sarışın kadın sonunda bakışlarını adamın üzerinden çektiğinde, adamın yanındaki meslektaşı olduğunu düşündüğü kumral kadına baktı. Soruya karşı burukça gülümseyerek omuzlarını silkmişti. "Dürüst olmak gerekirse ona sadece acıyordum. Öyle yapılması gerekiyormuş gibi geldi."

"Bu sabah hastaneden kaçta çıktınız?"

Sherlock'tan gelen soruyla istekli bir şekilde adama baktı. Kaşlarını çatıp yüzünü hafifçe buruştururken saati hatırlamaya çalıştı adam için. Hatıralarını yokladıktan sonra şüpheli bir şekilde adamı yoklamıştı bu sefer. Onu sorguya çekmiş olduklarını fark etmişti. "9:30'u biraz geçmişti. Neden sordunuz?"

"Çünkü Bay Kelty'nin doğal sebeplerden bağımsız olarak öldüğüne inanıyoruz." Melora'yla kendini gösterdi Sherlock, sonunda bir şeyler anlayan sarışın kadına. Ama yine de üzerindeki ilgiyi kaybetmemek adına kadına olan duruşunu korudu.

Duyduklarına inanamayan kadın şaşkınlıkla gözlerini irileştirmiş ve kırmızı boyalı dudaklarını aralamıştı. Yaşlı adamı çok fazla tanımıyor olsa da öldürülmüş olduğuna inanamamıştı. Hızla kendini toparlayıp aklında oluşan sorulara cevap bulmak için mavilere yöneldi. "Sizce öldürüldü mü?"

"Büyük ihtimalle öyle."

Profesyonel bir şekilde kadınla daha iyi bir bağ sağlamak için üzgünmüş gibi davranan Sherlock'a gözlerini devirmişti Melora. Bu hareketi ve sarışın kadına karşı olan soğuk yaklaşımı da Sherlock'un gözüne takılmıştı ama durum hakkında birbirleri için suskunluğunu korumuştu.

Saçlarını önünden çeken Melora, tekrardan kollarını kavuşturarak gözlerini üzerinden ayırmadığı sarışın kadına bir başka soru yöneltti. Durumla alakalı değildi ama bulundukları yere içi ısınmamıştı. Kadına karşı neden böyle bir yaklaşımda bulunduğunu da anlayamamıştı kendisinin. İnsanlara karşı ilk adımı her zaman aynı olurdu, sevecen ve anlayışlı. Bu davranışını bir an önce toparlaması gerektiğinin farkındaydı. "Hastaneden çıktığınızı gören biri var mıydı? Mesela hemşirelerden birisi."

"Bilmiyorum." Önüne düşen sarı dalgaları geriye atan kadın, düşünceli bir şekilde alnını kaşıdı. Aklına düşen fikirle düşüncelerinde ayrılmıştı. "Size metro kartımı vereyim. Hastaneden çıkınca trene kaçta bindiğime bakarsınız."

Sarışın kadın, adam ve kadına burada durup beklemeleri için işarette bulundu. Topuklularının ardında bıraktı sesle tezgahın etrafından dolanıp yakınlarında durdukları personel odasına giriş yaptı. Aralarında sessizleşen ortamla Sherlock, çevreyle ilgileniyormuş gibi yapan Melora'ya döndü. Birkaç adım yaklaşırken mağazadaki sessizlik yüzünden kadının kulağına fısıldama gereği hissetmişti düşüncelerini paylaşabilmek için. "Trent Kelty yaklaşık 10:30'da öldü. Kadın 9:30'da çıktıysa..."

"Epinefrinin verilmesi için çok erken. Katil o değil." Sherlock'un yaptığı gibi aynı şekilde fısıldamıştı adama, bedenini de çevirirken. Fakat yüzünü çevirmemişti adam, çünkü çevirirse fazlasıyla burun buruna olacaklardı.

Bulundukları ortamda tekrardan topukluların sesi duyulmuştu. Sarışın kadın, girdiği personel odasından dakikalar içinde geri çıkmıştı. Cüzdanıyla uğraşırken Melora ve Sherlock da aralarındaki yakınlığı bozup, eski konumlarını geri kazanmışlardı. Sonunda ikilinin yanına geldiğinde kadın, bakışlarını mavilere yöneltti doğrudan ve çıkarmış olduğu metro kartını direkt olarak Sherlock'un eline teslim etti.

Sherlock, sarışın kadınla temas eden eline bakıp, parmakları arasına konan kartı inceledi. Bakmalarını gerek kalmamıştı ama ne olur ne olmaz diye alacaktı. Sahibine geri teslim etme işlemini Melora'ya bırakacaktı. "Bay Kelty'ye zarar vermek isteyecek birini tanıyor musunuz? Akraba, sevgili, iş arkadaşı."

Kadın, soruya karşı başını iki yana salladı. Yüzüne karşı çarpan sarı saçlarını özenle omuzlarının üstüne taradı. "Onu ziyaret etmemin bir sebebi de çok yalnız olmasıydı. Akrabası veya arkadaşı yoktu. Benden başka onunla görüşen tek kişi geceleri ziyarete gelen doktordu."

"Doktoru gece mi ziyaret etti?" Merakla çıkan sesini bastıramamıştı Melora o an. Böylesine gelen soruya karşı, bakışlarını Sherlock'tan çekip Melora'ya dikmişti. Yanlış anlaşılmaması adına duruma hemen bir açıklamada bulundu. "Onkologu değil. Başka bir doktor. Kanser ve acıyla baş etme hakkında konuşurlardı. Yüzleşeceği şeyle başa çıkmasına yardımcı oluyor gibiydi."

"Kanserin son evreleri miydi?" Tamamen kendini kadının söyleyeceklerine odaklamıştı Sherlock. Alacağı cevaba karşı kafasındaki her şey oturacaktı. Sadece emin olmak için birkaç soru daha soracaktı gelecek cevaba göre.

"Birkaç ayı kalmıştı. Bilmiyor muydunuz?" Sarışın kadın durumu garipserken sorusunu sadece Sherlock'a değil, Melora'ya sormuştu. Ama ikisinden de herhangi bir cevap gelmemiş aksine adam yeni bir soruda bulunmuştu kadın için. "Bu sabah onun için yemeğini dilimlediniz mi?"

"Gözlemeyi mi?" Kadın, kaşlarını çatıp orada geçirdiği zamanı düşündü. Sherlock, soruya karşı başına çabuk ama yavaşça sallamıştı. Hastane odasındaki hademeyi çıkarmak için sürahiyi alırken gözüne takılmıştı masadaki diğer şeyler. Onların arasında da güzelce dilimlenmiş gözleme yer alıyordu. Yaşlı adamın son yemeğiydi... "Hayır, gittiğimde dilimlenmişti. Neden sordunuz?"

Sherlock, yeterince bilgi aldığı ve kafasındakileri oturttuğu için sarışın kadının üzerindeki ilgisini bir anda kesmişti. Gözleri çekip gelen soruya karşı umursamazca el hareketlerinde bulunup hızla iki kadının arasından geçerek mağazadan ayrıldı. Adamın ona karşı değişen tavrı ile şaşkınlıkla olduğu yere çivilenen kadın, bakışlarını Melora'ya çevirmişti. Bir açıklama beklemişti, çünkü adamın onunla ilgilendiğini düşünmüştü ama Melora sadece omuzlarını silkti. Bağlamış olduğu kollarını serbest bırakırken yerine tekrardan gelmeye başlayan keyfiyle birlikte Sherlock'u takip etti, sarışın kadını arkada bırakarak.

Mağazadan çıkış yapmış olan Sherlock, kapının önünde durup bekledi. Ellerini ceketinin cebine atmıştı ve derince havayı içine çekiyordu. Güneşli ve sıcak bir gün olmasına rağmen hava gittikçe soğumaya başlamıştı. Kulaklarına gelen kapının açılıp kapanma sesiyle kimin gelmiş olduğuna bakmadan doğruca kaldırımın üstünde ilerlemeye başladı. Melora'nın giymiş olduğu topuklularının sesini ardından duyabiliyordu.

"Gözlemeyi kim dilimlediyse Jacqueline gittikten sonra geri geldi ve cinayeti işledi. Sabahki cinayetten büyük bir problemle karşı karşıya olabiliriz." Melora'nın soru sormasına fırsat tanımadan kadının aklımda oluşan bir soruyu hızla cevaplamıştı adam.

"Gözlemeler yüzünden mi?" Ses tonunu biraz şakaya vururken adımlarını daha çok hızlandırmıştı, Sherlock'a yetişebilmek için. Omzundaki çantasını düzeltirken adamın kafasının iki yana sallandığını ve siyah kıvrımlarının düzensizce hareket ettiğini görmüştü. "Bir teoriyi sonuca varmadan, şekillenme aşamasında açıklamayı sevmediğimi bilirsin."

Boş kaldırımda, sonunda adamın yanındaki yere yetişebildiğinde adımlarına adımlarını uydurmuştu. Sherlock'un mırıltısına karşı elalarını, adamın yandan görünen portresine dikti. Görmese de Melora'nın bakışlarını yüzünde hissedebiliyordu Sherlock. Olabildiğince dikkatli incelediğinden de emindi ve birazdan olacakları da rahatlıkla tahmin edebiliyordu.

"Anlat." Melora, yorgun bir şekilde mırıldanmıştı Sherlock'a yaklaşıp. Kolu koluna değerken adamı biraz daha destekledi anlatması için. İkisi de birbirlerini artık, inatla – ikna arasında yormak istemiyordu. En azından bugün için yeterliydi bu. Sabahtan beri sürekli fark etmeseler de birbirleriyle inatlaşıyorlardı. Beyaz bayrak çekmelerinin vaktiydi.

Derin bir nefes alan Sherlock, başını olumlu olarak salladı. Bu hareketine eş olarak siyah saç kıvrımları alnına çarpmıştı. "Trent'i öldüren kişinin belli seviyede tıp eğitimi olduğunu biliyoruz. Yetişkin birinin yiyeceği yemeği çocuk yiyecekmiş gibi dilimleyen ve doktor olduğunu iddia eden birinin Trent'i ziyaret ettiğini de biliyoruz."

Melora, Sherlock'un her söylediğini başıyla onayladı. Sarışın kadın sayesinde, biraz önce bu bilgileri elde etmişlerdi. Biraz daha düşüncelerini açması için Sherlock'u tekrarda dürtüklemişti konuşmasıyla. "Bir katil bunu niye yapsın?"

"Bu belli bir zihniyeti yansıtıyor. Empati kurduğu için değil bağımlılığının zorlaması yüzünden Trent'le ilgilenen birinin zihniyetini. Ve bu zihniyete belli bir katil tipi sahiptir. Kurbanını hasta, zayıf ve öleceğine inandığı kişilerden seçerler. Tercihen birkaç ay ömrü kalmış kişiler. Avlanma yeri olarak hastaneyi seçerler. Çünkü sınırsız bir kurban kaynağıdır."

Bir başka sokağa geçtiğinde yolda durup Melora'ya döndü düşüncelerini almak için. Melora da adımlarını yavaşlatıp sonunda durduğunda boğuştuğu düşüncelerden kendini kurtarmıştı. Daha önce böyle bir davada bulunmamıştı ve bir ilk olacaktı. Tek kaşını kaldırırken tüm bu konuya karşı bir benzetmede bulundu. "Bir ölüm meleğinden mi bahsediyoruz?"

Melora'nın benzetmesini beğendiğine dair hoş sesler çıkaran Sherlock, farklı bir seri cinayet işine burunlarını soktukları için kendini mutlu hissediyordu. "Bu katiller durmak bilmez. Trent Kelty meleğimizin ilk cinayetiyse bile sonuncusu olmayacak."

Yazım yanlışlarım varsa affola.

Küçük yıldıza dokunmayı, konuşma balonuna tıklayıp düşüncelerinizi paylaşmayı unutmayın.

Ne kadar etkileşim,
o kadar mutlu pofuduk...

01. İlk önce şunu söylemek isterim ki, bölümleri parça parça yazıp birleştirdiğim için fazlasıyla hata bulunabilir. Anlayacağınız haftalarca bu bölümle uğraştım. Bıraksam aslında bu bölüm de önceki bölüm gibi oldukça uzuuun bir bölüm olacaktı ama kesip olayları diğer bölüme aktardım. Diğer bölümün de uzun olmaması için galiba iki kısma ayıracağım. Bir başka kendi rekorumu kırma girişiminde bulunmak istemiyorum.

02. Bölümü hazırlarken kendi kendime buraya bir şey yazmayacağım dedim ama yine tutamadım kendimi.

03. Umarım sınavlarınız iyi geçmiştir, biraz olsun keyfinizi getirir bölüm umarım. Kötü geçtiyse bile üzülmeyin, işin ucunda ölüm yok ama üzülmek sizi öldürür 💙

04. Son zamanlarda, her defasında korkarak bölümü paylaşıyorum. Nedenini anlayamadığım için çözümünü de üretemiyorum...

Bạn đang đọc truyện trên: Truyen2U.Pro