Mürekkeb-i Mülhem'in bu aylık serisine hoşgeldiniz!
Şiir, kelimelere duyguların ve ritmin eşlik ettiği, düşler dünyasını perçinleyen, duygu ve düşüncelerin yaratıcı bir dil ile kalbe ve zihne ulaşmasıdır. Şiirin gücü bizi nasıl hissettirdiğinde saklıdır. Şiir hakkında pek çok şey söylenir, ama aslında tanımlanması zordur.
Bugün sizlere şiirin 'sözden ziyade musikiye yakın' bir dil olduğundan bahsedeceğiz.
Bilindiği gibi, yalnızca müzik ve edebiyatın değil, bütün sanat dallarının ortak, benzer, hatta örtüşen tarafları vardır. Ortak payda olarak bütün sanatlar öncelikle 'hayatı ve insanı' anlatır. Bu amaçla her sanat dalı, kendine özgü bir anlatım gereci kullanır: Müziğin gereci seslerdir; resmin desenler ve renkler; edebiyatın genelde 'dil', özelde ise 'sözcükler'dir.
Şiir en eski sanat türlerinden biridir. Yazının henüz icat edilmediği tarih öncesi çağda, varlığını müzikle iç içe sürdürmüştür. Önceleri zorunlu olan bu birliktelik -aynı zamanda estetik bir alışverişi de içerdiğinden- yazının icadından sonra da bozulmamış; şiir, sözden ziyade musikiye yakın bir dil kullanmaya devam etmiştir.
Şiirde kelimelerin ses yapılarının armonize edilmesinden müzikalite doğmaktadır. Her kelimenin kendi ses değeri yanında, mısradaki diğer kelimelerle temasa geçmesinden kaynaklanan bir armoni değeri de vardır. Şiirdeki musiki; armoni ve ritim öğeleriyle temin edilmektedir.
Müzikalite şiirin insan kulağında bıraktığı ahenktir. Şiir okunduğunda, güzel bir müzik parçasının yüreğimizde bıraktığı etkiyi, güzelliğe benzer bir güzelliği gönlümüze sunabilmektir. 'Müzik ruhun gıdasıdır' denir haklı olarak. O zaman müzikalitesi olan şiir de ruhumuzu doyuran, besleyen, şiir demektir büyük bir ihtimalle.
Ses büyülüdür. Güzelleştikçe sarar insanı. Sesle bütünleşen söz de güzel olursa; güzelliğine ve müzik eseri ortaya koyabilmenin kabiliyetine sahip olan da, onu dinleyerek haz alan da şiirin büyüsüne kapılır.
Paul Verlaine de bahsi geçen konuyu 'Şiirde müzikalite esastır' şeklinde özetleyip 'Musiki, her şeyden önce musiki' diyerek konunun ne kadar önemli olduğunu her 'şairim' diyen duysun diye adeta haykırmıştır.
Şiire müzikalite kazandırmak nasıl ve ne ile mümkündür sorusu önemlidir ve şairleri doğrudan ilgilendirmektedir elbette.
Birçok şair müzikaliteyi özenle seçtikleri kelimelerde aramışlar, müzikaliteye ulaşmak için farklı şekillerde denemişlerdir. Özellikle Ahmet Haşim şiirin tarifinde musikiyi çok önemsediğini, şiir hakkında sunduğu tarifinde dillendirerek ve 'Musiki ile söz arasında, sözden ziyade musikiye yakın mutavassıt bir lisandır' diyerek önemle ve özenle açıklamıştır.
Ahmed Hamdi Tanpınar'ın ve Ahmet Muhip Dıranas'ın ve daha birçok şairin şiirlerinde yoğun bir şekilde gördüğümüz ya da gözlemlediğimiz musikinin, müzikalitenin şiire ne kattığını, ne kazandırdığını daha iyi anlamak için üstat şairlerin şiirlerinden seçtiğimiz mısralaraları inceleyelim. Zira teorik olarak ne söylersek söyleyelim, ne kadar güzel söylersek söyleyelim, söylediklerimiz asla ve asla okuduğumuz ve sevdiğimiz müzikalitesi olan şiirler kadar bizi etkilemeyecek, daha doğrusu bize fayda sağlamayacaktır.
İşte müzikalitesi kuvvetli beyit veya dörtlüklere örnekler:
"Bin atlı akınlarda çocuklar gibi şendik / Bin atlı o gün dev gibi bir orduyu yendik
Bir gün yine doludizgin atlarımızla / Yerden yedi kat arşa kanatlandık o hızla" (Yahya Kemal)
"Bağlama dediğin üç tel bir tahta / Ne şaha baş eğmiş, ne taca tahta
Tüm dertleri özetlemiş bir ah'ta / Bozkırda naradır bizim türküler." (Ali Akbaş)
"Derinden derine ırmaklar ağlar / Uzaktan uzağa çoban çeşmesi
Ey suyun sesinden anlayan bağlar / Ne söyler şu dağa çoban çeşmesi" (Faruk Nafiz)
Bu ay şair köşemizde Yahya Kemal Beyatlı ile buluşuyoruz. Keyifli okumalar.
Yahya Kemal Beyatlı
Yahya Kemal Beyatlı 1884 yılında Makedonya'nın Üsküp şehrinde dünyaya geldi. Annesi Nakiye hanımdır. Babası ise Üsküp Belediye başkanlığını yapmış olan İbrahim Naci Bey'dir. Yahya Kemal Beyatlı eğitimine Üsküp şehrinde başlamıştır. 1889 yılında Sultan Murat Külliyesi'nde henüz 5 yaşında iken başladı. Buradaki eğitimini tamamlayan Yahya Kemal Beyatlı yine Üsküp'te bulunan Mektebi Edeb'e devam etti.
Yahya Kemal Beyatlı 13 yaşına geldiğinde ailesi ile birlikte Selanik'e yerleşmeye karar verdiler. Selanik'te annesi Nakiye Hanım hastalanarak vefat etti. Annesinin vefatı üzerine babası İbrahim Naci Bey başka biriyle evlendi. Yahya Kemal Beyatlı bu evlilikten sonra ise tekrardan doğduğu şehir olan Üsküp'e döndü. Ortaokula başlamak ve eğitimini devam ettirmek için 1902 yılında İstanbul'a geldi. Orta öğrenim eğitimine burada tamamlamıştır. İstanbul'da bulunan Servet-i Fünun dergisinde Agah Kemal adı ile şiirler yazdı. İlk şiirlerini bu dergide yayınlamıştır. Gençlik yıllarında ise Jön Türkler'e ilgi duydu. Fransızca romanlar okumaya başladı. Daha sonra 1903 yılında 2. Abdulhamit'in baskılarına dayanamadı. İstanbul'dan ayrılarak Paris'e yerleşmeye karar verdi. Paris'te kendi gibi Abdulhamit'in baskısından kaçmış olan Jön Türkler ile tanıştı.
Üniversite eğitimine devam etmeye bu şehirde karar verdi. 1904 yılına geldiğimizde Sorbonne Üniversitesi'ne kaydoldu. Burada okumuşu olduğu bölüm ise Siyaset Bilimi bölümüdür. Bu bölümden mezun oldu. Siyaset Bilimci unvanını almış oldu. Yahya Kemal Beyatlı 10 sene İstanbul'dan ayrı kaldıktan sonra 1913 yılında tekrar İstanbul'a döndü. Darüşşafaka İdadiside Edebiyat öğretmenliğini yaptı. Aynı zamanda bu okulda tarih dersleri de veriyordu. Türk Edebiyatı'nın önemli isimlerinden olan Ziya Gökalp, Tevfik Fikret, Yakup Kadri Karaosmanoğlu gibi kişileri tanıdı.
Kurtuluş savaşı milli mücadele döneminde İzmir'den Bursa'ya Atatürk'ü karşılamak için geldi. Yahya Kemal Beyatlı buraya Darülfunun heyetinin temsilcisi olarak gelmişti. Atatürk Bursa'dan Ankara'ya doğru giderken onunla beraber gitti. Yahya Kemal Beyatlı Ankara'da Mustafa Kemal Atatürk'e fahri doktorluk unvanı verilmesinin ilk teklifini sundu. Yahya Kemal Beyatlı'nın vermiş olduğu bu teklif oy birliği ile kabul edildi. 1926 yılına geldiğimizde Varşova'ya elçi olarak atandı. Varşova şehrinde diplomatlık görevini 4 yıl sürdürdü. Daha sonra ise 1930 yılında Portekiz'in Lizbon şehrinde büyükelçi olarak atandı.
Yahya Kemal Beyatlı 1957 yılında Bağırsak hastalığı tedavisi için Fransa'nın başkenti olan Paris şehrine gitti. Burada bir müddet tedavi görse de 1958 yılında yurda döndü. Cerrahpaşa Hastanesin'de tedaviye alınan Yahya Kemal Beyatlı 1 Kasım 1958 yılında hayatını kaybetti.
Gelecek ayki sayımızda görüşmek dileğiyle hepinize ilham dolu bir ömür diliyoruz. Çalışmamızı kaçırmamak adına kütüphanenize eklemeyi unutmayın. (:
Bạn đang đọc truyện trên: Truyen2U.Pro