İŞİN BAŞI

Màu nền
Font chữ
Font size
Chiều cao dòng

Bu sıralar çok yazmak istiyorum. Neden bilmiyorum ama yazmak hoşuma gidiyor. Hadi size ii okumalar :)))))

Birden etrafım karardı. Gözlerim onu aradı ama bulamadı. Sanırım bir oyun peşindeydi. Ne olduğunu kestirebilirsem iyi olurdu. Sonra bir ışık gelmeye başladı. O ışık büyüdü ve şekiller oluştu. . Bu şekiller tanıdık gelmişti. Olamaz bunlar...

Lucy:

Otele vardığımızda Natsu ve Happy koltukta uyumaya başlamıştı. Bense yatakta öylece yatıyordum. Yarın işin biteceğini umut ediyordum. Eğer eserlerin kaçak olduğunu ispatlayabilirsek onları yakalatıp adaleti sağlayabilirdik. Ayrıca gelen ödülle de kiramı ödeyebilirim. Hatta görevden dolayı o kadar çok kazanabilirdim ki kirama aylarca yetebilirdi. Bu düşüncelerle uyuyakalmışım.

Yarım saat bile geçmeden Natsu'nun inlemeleriyle uyandım.

Natsu:

Kim bu lanet koltuğu icat etti? Eğer o marangozu bulursam yemin ederim pestilini çıkaracağım. Şu sırtımla alıp veremediği ne? Sağa dönüyorum yok, sola dönüyorum yok. Öyle devam ederken kendimi birden yerde buldum. Bu böyle olmayacak. Lucy'ye seslendim. Ama yanıt alamadım. Ya beni duymuyor ya uyuyor ya da beni takmıyordu. Ben ona ne yaptım ki (Y. N. Ne yapmadın ki asdfghjkl). Yavaşca yanına gittim. Yere çömeldim ve başımı yatağın oraya koydum. Sırtı bana dönüktü. Ve bağırdım.

"Luuuuuuuuuuuuucyyyyyyyyyyyyyyyy."

"(kulağını tutar) Baka, ne diye kulağımın dibinde bağırıyorsun? Sağır mı var karşında?"

"Uykum yok."

"Bana ne be"

"Burda uyucam."

"Hani uykun yoktu?"

"Bana ne be." (Natsu)

"Lucy?" (Natsu)

"Ne var?"

"Neden bana kızgınsın?"

"Birde soruyor musun?"

"Evet."

"Off Natsu."

Tekrar sırtını döndü ve uykuya daldı. Bende aynı şekilde onu izlerken uyuyakalmışım.

Lucy:

Sabah uyandığımda Natsu hala akşamki pozisyonun da uyuyordu. Yüzünde tebessüm vardı. Tanrım çok kawaii...

Hayır Lucy. Sakın istifini bozma. Onu sinir etmek için ne yapabilirim diye düşünmeliyim. Ve buldum da. Ona doğru yaklaştım. Tam kulağına Natsu diye bağıracakken:

"Wow. Natsu Lucy seni öpmeye çalışıyor."

Tabii ki bunu Happy demişti.

"Ha. Lucy?" (Natsu)

"Happy gel buraya. Seni lime lime edeceğim. Sonra da parçalarını yiyeceğim." (Lucy)

Sonra kaçmaya başladı. Ben de kovalamaya başladım.

"Lucy de beni balık sandı." (Happy)

"Hayır be. Ne balığı?" (Lucy)

"Ne yani yalan mı? Hem beni balık sanıp yemeğe çalışıyorsun hem de gizli gizli  Natsu'yu öpmeye çalışıyorsun (kıkırdar)."

"Ben onu öpmeyecektim ki. Kulağının dibine Natsu diye bağıracaktım. Ama sen buna engel oldun. Çünkü canına susadın."

Tam Happy'nin üstüne atlayacaktım ki deminden beri bize gülen Natsu geldi ve kolunu omzuma koydu. Tabii ki kızarmıştım.

"Muhahahahahaha (Natsu'nun kahkahası işte anlayın :D ). Tamam tamam yeter bu kadar. Hadi aşağıya inelim ve bir şeyler yiyelim." (Natsu)

İtiraz etmedim ama Happy'ye bunu unutmadım mesajını da verdim. Aldığını umarak aşağıya indim ve hep birlikte kahvaltı ettik. Öğleye kadar otel ve çevresinde oyalandık. Bu arada Natsu'ya olan kızgınlığım azalmıştı.

Zaman geldiğinde hazırlandık. Bizi almaya gelen arabaya bindik. Yol boyunca Natsu ile uğraştım. Keşke Wendy olsaydı da ona büyü yapsaydı. Ama mecbur zamanımı onu avutmakla geçirdim.

En sonunda geldik. Natsu aşağıda olduğu halde sayıklayıp duruyordu.

"Durdurun şu arabayı. İnmek istiyorum. Yürüyerek gelirim ben Lucy sen önden git."

"Hadi ama. Geldik zaten. Bak sarayın önündeyiz."

"Bana biraz izin ver. Şimdi gaza gelirim."

"Off peki tamam."

"İşte şimdi gaza geldim. Hadi Lucy gidelim."

Çok çabuk oldu. Neyse bu benim için iyi. Hayret, bahçede dünkü korumalardan kimse yok. Belki içeride vardır. Ya da baloya özeldi. Neyse kapıya gittik ve çaldık. Bir süre sonra yüzünde hiçbir duygu belirmeyen, jest ve mimiklere sahip olmayan bir kadın açtı.

"Buyrun, içeri girin. Onlar da sizi bekliyorlardı."

Bir şey demeden içeri girdik. Gerçekten de hiçbir koruma yoktu. Demekki baloya özeldi. İlerleyince bizi karşılayan kadın kapıyı açtı ve bizim geldiğimizi söyledi. Sonra bize döndü ve içeri girmemizi söyledi.

İçeride yemek masası vardı. Üstünde sadece tabaklar, çatal-kaşık vb. şeyler vardı. Tabii ki yanlarında da bir adet Light ailesi vardı.

"Meraba Allen-kun, Jasmine-sama. Lütfen buyrun. Biz de sizi bekliyorduk." (Edward)

Biz içeri geçerken Miranda da hoşgeldiniz dedi ve kapıda bekleyen kadına döndü.

"Sarah yemekleri yavaş yavaş getirebilirsin. Soğumadan yiyelim."

"Peki efendim."

Sarah çıktıktan sonra garip bir sessizlik oldu. Bu sessizlikte sanki bir şey vardı. Ne biliyim, kendimi huzursuz hissediyorum. Sanki her an her şey olabilecekmiş gibi geliyor. Bir anlığına içimi bir korku kapladı.

Neyseki sessizlik bozuldu.

"E Bay Flower dünden beri nasılsınız ?'

Bunu diyen tabii ki Miranda idi. Ve benim sinir olmama yetmişti. Belki de benim sabrımı deniyordu. Bilmiyorum.

"İyiyiz iyiyiz. İşte oturuyoruz burada."(Natsu)

Bu sırada Sarah geldi ve kocaman çorba kasesi getirdi. Önümüzdeki tabaklara kattı ve yine bir sessizliğin içinde yemeklerimizi yedik. Sanki herkes olacak her şeyi biliyormuş gibiydi. Tek sorun kimse kimseye bir şey demiyordu. Bu arada aramızda kısacık da olsa bir sohbet geçmişti. Sarah da arada yemek götürüp tekrar kapıda bekliyordu. Sanki bir şeyleri dinliyormuş havası vardı. Çünkü gözlerini kapatıyor ve öylece duruyordu.

Yemek zamanı bitmişti ama biz hala masada oturmuştuk. Sanki bir şeyi bekliyorduk.

"Şey artık şu eserleri alalım. Yolumuz uzun sonuçta. Be kadar erken o kadar iyi." (Natsu)

"Üzgünüm Allen-kun. Planlar değişti. Yoksa Natsu-kun mu demeliyim."

İşte başlıyordu.

"Ha? LUCY DİKKAT ET..." (Natsu)

İŞTE SAVAŞ BAŞLAMIŞTI. HER SAVAŞTA OLDUĞU GİBİ BU SAVAŞIN DA KAZANANI VE KAYBEDENİ VAR. FAKAT SORUN ŞU: SAVAŞI HER ŞEYE SAHİP OLAN MI YOKSA HER ŞEYİNİ KAYBEDEN Mİ KAZANIR?

Bạn đang đọc truyện trên: Truyen2U.Pro